Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mart '07

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Biz Türkler; birbirini yeme ustaları

Biz Türkler; birbirini yeme ustaları
 

Bugün sizlerle, bana biraz acı ve de zor gelse de, bizleri olaylar kaşısında etkisiz kılan, toplumsal akıl kilitmememizin de nedeni olan ve Avrupa'ya yayılan, 'Türk gibi başla ama Türk gibi bitirme' sözünün etrafından dolaşarak da kendisine vardığımız, birbirimizi yeme alışkanlığımızın tarihsel nedenlerini de içine alan kısa bir paylaşımda bulunmak istiyorum...

Aslında şöyle arkaya bir yaslanalım ve rahatlayarak bir düşünelim; 12 Eylül öncesinde amaçları ülkeyi korumak olan hem sağ görüşlü hem de sol görüşlü insanların nasıl da birbirlerinden farklılaştıklarını? Bazıları ülkeyi ABD'den koruma amacı taşırken, diğerlerinin SSCB'ye karşı aslan kesilmedi mi? Aslında her iki tarafta ülkenin bağımsızlığı için savaşıyordu ancak Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde uzaklaşıldığından olsa gerek, bağımsızlık düşünülürken, herkes bağımsızlaşması için çaba harcadığı bu kara parçasının, varoluş felsefesini kendi istediği tarafa doğru çekmek istiyordu... Türkiye'de bazıları, modernleşme olarak batıdan ülkemize ihraç edilen TV dizilerinde ya da sinema filmlerinde gördüğü çarpıklıkları yaşamayı görev edinirken, diğerleri de batı tarafından bizlere empoze edilen ve Anadolu'muzun özüyle alakası olmayan hatta ve hatta batıdaki bir çok insan tarafından dahi yaşamayan modernleşme görütülerine karşı olacağım diye Arap tarzı bir yaşam tarzınına bürünmedi mi?

Yaşanan bunca şeyin nedenlerinden birisi de; hepimizin birbirini yeme sanatında ustalaşmış olmamızdır... Türkler tarih boyunca hep dış düşmanlarla savaşırken, içeride de iktidarlarını devam ettirebilmek için ya kendilerince yarattıkları ya da gerçekten karşılarına dikilen iç düşmanlarla da savaşmışlardır... Elbetteki, içeride birbirlerine düşman olan bu gruplar dışarıda da kendilerine, amaçları Türkiye'nin zayıflamasından faydalanarak daha kolay hareket alanı bulmak olan ülkelerden de çok kolaylıkla destek bulmuşlardı.

Şimdi küçücük bir noktaya daha dikkatinizi çektikten sonra, kısa bir tarihsel anlatımla yazımı tamamlayacağım. Bu toprağın insanları, bu toprakların bağımsızlığını düşlerken, bağımsız olan bu toprakların üzerinde yaşanan yaşamların felsefesi için kendilerine göre yöntemler seçen insanlar, bu topraklarda Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla beraber zirve yapan yaşam felsefesinden başka bir yaşam felsefesinin hayalini dahi kurmasınlar... Kurmasınlar ki yaklaşık 2000-2500 yıldır yaşana gelen, kardeşi kardeşe vurdurtan, dışa karşı zayıflamamıza yol açan, gelişimimizi zorlaştıran ve bilinçaltlarımıza yerleşmiş olan tarihi bir gerçeği tersine çevirebilelim...

Aslında bu bilinç altı bizlere, yukarıda da sözünü ettiğim gibi 2000-2500 yıllık bir süreç boyunca yerleşmiş durumda... Bu bilinç altı Jean Paul Roux'un 'Türklerin tarihi' isimli kitabında belirttiği ve de Türklere ait olan 'Gökyüzünde tek tanrı, yer yüzünde tek hükümdar' prensibinin bir yansımasıdır... Ki bu bilinç altının etkisiyle atalarımızın kurduğu imparatorluklar, hem dış güçlere karşı savaşmış hem de içeride güçlerini devamlı kılmak düşüncesiyle (birlikten kuvvet doğar sözünü unutarak) kardeş beyliklerle dahi savaşmayı dahi göze almışlardır... Osmanlı'daki, şehzadelerin yasal olarak öldürülmeleri, Osmanlı'nın Anadolu Türk Beylikleriyle savaşları ve Türkmenlere devşirme yeniçerileri tercih etmeleri de belki de bu noktayla açıklanabilir... Aslında, bu bilinç altı Kutsal Kurtuluş Savaşımızla boşalmaya başlamıştı, Ulu Önder'in Ulus Devlet kurma ve onun bekaasını sağlama alma çalışmalarıyla... Gün be gün daha da iyiye gittiğimizi söyleyebilirim, bunu da sağlayan da Ulu Önder'in Dünya'da biricik olan laik, demokratik cumhuriyetimizin ve üniter ve hukuk devletimizin temellerinin atımı sırasında kullandığı betonun sağlamlığı ve sahip olduğu mimari ve mühendislik dehasıdır...

Bu bilinç altının etkisiyle, bizler paramparça bir halde yaşarken, çoğunluğun yani gerçek kardeş olanların sesi çıkmazken, azınlığın sesi yani bu ülkeye nifak sokan zihniyetin sesi bu coğrafyanın her taşında, her gram toprağında ve her bir mağarasının içinde yankılanmıştır. Zaman artık, bu tarihi gerçekliği tersine çevirerek, Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi etrafında kenetlenme zamanıdır... Yani, zaman Araplaşmadan Dindar, vahşi kapitalist olmadan serbest girişimci, komunist olmadan sosyal adaletçi, düşman olmadan rakip olarak bu ülke için en iyisini elde etme için çalışma zamanıdır...

Yani zaman, silkinerek, birbirimizi yeme ustalığından kurtulma zamanıdır... Zaman, Ulu Önder'in kıymetini anlamayan kardeşlerimizin açılacak zihinleriyle onu daha iyi anlamalarının zamanıdır... Zaman O'na zaygı duymayan, aslında saygı duyan ama saygı duyduğunu gizleyen (Türklerden böylesine bir dehanın ortaya çıkmasını çoğu batılı devlet kabul edip, saygı duyarken, sözde kardeşlerimiz olan Araplar bunu sürekli olarak kıskançlıkla karşılamışlardır) ve kendilerine Saddam gibi birisininden Atatürk yaratma gafletine düşen bitişik mahalle Ortadoğunun bireylerinin de gerçeği bir an önce görme zamanıdır... Zaman, O'nun kurduğu cumhuriyet önünde içeride-dışarında herkesin saygıyla eğilme zamanıdır.... Zaman, Ulu Önder'in yaktığı meşaleyle tüm ezilen halkların aydınlanma zamanıdır (tabiki isterlerse)...

Cumhuriyetimizin daha aydınlık, daha üretken, daha insanca yaşanabilir ve de içte ve dışta daha anlaşılır yarınlarının bir an önce gelmesi dileğiyle...

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..