Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

Bizi kimse sevmiyor! Neden? (3)

Bizi kimse sevmiyor! Neden? (3)
 

Osmanlı dönemi, 16.yy Yahudiler


Bir başka dine karşı tavır alarak, kendi dinince daha iyi dindar olduğunu zannetmek de çok yaygın bir yanılgıdır. Yahudi veya Hristiyan düşmanı olmayı iyi Müslüman olmak zanneden “dindar” Müslümanlar gibi, “dindar” Hristiyanlar da Müslümanlığı eşdeğer bir din olarak değil, tehdit olarak kabul etmektedirler. Bu yüzden kendi aralarında ne türden sorunlar olursa olsun, Müslümanlar söz konusu olduğunda Hristiyanların büyük bir çoğunluğu bir araya gelip birbirlerini desteklemektedirler. Ancak ölçünün sadece, “Hristiyanların veya Hristiyanlığın yararına olabilecek her şey” olarak belirlendiği, kimin haklı kimin haksız olduğunun pek fazla önem taşımadığı gözlenmektedir.

Örneğin, Kıbrıs’ta Müslüman Türk katliamı başladığında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, garantör devletlerden biri olduğu için Yunan hükümetine Kıbrıs’ta saldırıları durdurmak için ortak harekât yapmayı önermiş ancak önerisi reddedilmiş, Türkiye tek başına harekât yapmak durumunda kalmıştır. Ne Makarios Müslüman bir imamdır. Ne de Enosis bir Türk ideolojisidir. Ancak saldırgan Rum yönetimi değil, Türkiye harekât dolayısıyla yıllarca ambargo ile cezalandırılmıştır.

Bugün de Türk tarafına verilen sözler tutulmamakta, uygun küçük adımlar atılarak ve uygun adamlar desteklenerek Rumlar lehine ödünler koparılmaya çalışılmaktadır. Eğer Türkiye zamanında müdahale etmeseydi, büyük olasılıkla, yakın tarihlerde Bosna'da yaşanan Müslüman kıyımı gibi, Avrupalı devletler Türklerin öldürülmelerine uzunca bir süre seyirci kalacak, kalan az sayıda Türk nüfus Rumlar içinde eritilip, yönetim Türklerden özür dilemeye davet edilip konu kapanmış, ada tamamen Rumlara teslim edilmiş olacaktı. ( Annan planı bir başka hikâyedir. Kofi Annan ile Türk ve Rum tarafının görüşmeleri sırasında gelişmeleri her gün haber veren TRT’nin kullandığı, yayın başlangıcında tekrarlanan tanıtım filmi kısmında televizyonlara yansıyan görüntülerde, Annan’ın Rauf Denktaş’ı önce görmezden gelmesi, sonra uzattığı elini havada bırakması, Rum lidere sarılıp poz vermesi gibi, vücut diline yansıyan, ne kadar “tarafsız” olduğunu gösteren örnekler de vardır.)

Öte yandan, Türkiye’ye eşitlik, özgürlük, kardeşlik dersi veren ülkelerin kaçının halkının çoğunluğu, dolayısıyla onlar tarafından seçilmiş politikacıları bu değerleri gerçekten özümsemiş ve örnek bir şekilde uygulamaktadırlar? Ekonomik çıkarlar söz konusu olduğunda demokrasinin “d”sinin olmadığı ülkeleri yöneten petrol şeyhlerini kapılarda karşılayıp, şehir ortasına çadır kurulabilmektedir.

Müslüman olanlar, halkının çoğunluğu Müslüman ülkelerde;zenciler, Afrika’da; koyu renk derililer, Hindistan’da ve Pakistan’da yaşadığı zaman çok hoşgörülü olan, farklı kültürleri tanımak için sürekli gezen Batılı insanlar, aynı insanlar kendileri ile birlikte yaşamak istediklerinde yerini hoşgörüsüzlük alıp, yabancı düşmanı politikalar prim yapabilmektedir.

Halkının çoğunluğu Hristiyan olan pek çok ülke bu açıdan belki Osmanlıdan da geridir. Bu ülkelerin kaçında ve kaç tane kara veya koyu renk derili veya Müslüman veya Yahudi bakan, başbakan veya devlet başkan vardır? Hiçbir ülkede seçilen başkanın göz rengi veya boyu, kilosu söz konusu edilmiyor. Ama ten rengi hala söz konusu olabiliyor. ABD’de devlet başkanının programının değil, renginin konuşulması bile bu konuda alınacak daha çok mesafe olduğunu göstermektedir. Barack Obama’nın ayrımcı olup olmadığının değil, Müslüman olup olmadığının soruşturulması, onun da “gizli Müslüman” olmadığına dair deliller göstermeye çalışmasının yadırganmaması, yadırganacak bir durum değil miydi?

Ayrıca beyaz ve Hristiyan olanların tüm dünyayı yönetme hakkına sahip oldukları, ülke sınırlarını canları istediği gibi belirleyebilecekleri gibi bir yanılgıları daha vardır. Gerçekte, Hristiyanlar, ne içlerinden “mavi kan” taşıyan asiller çıktığı için, ne de Hz. İsa’nın öğretilerini çok iyi anlayıp uyguladıkları için insan hakları, eşitlik gibi kavramlara ulaşmışlardır.

Aksine, soyluların (yani, kuşaklar boyu insanları sömürmekten utanmak yerine, birbirlerine unvanlar vermiş olanların) ve kilisenin baskısı ve sömürüsü sonunda bıçak kemiğe dayanmış, insanlar isyan etmiş, asillere ve kiliseye karşı savaş verilmiştir.

Kendilerini ya sömürgelerin, kölelerin efendileri olarak, ya da gasp ettikleri hakları -yerli çocuklarına şeker dağıtan yüce gönüllü misyonerler edasıyla- geri verirken bile, yani her durumda alkışlanması gereken büyüklük gösterilerinin aktörü olarak görmelerinin nedeni kendi kuruntularıdır.

Müslüman coğrafyasında tarih aynı çizgiyi, halklar aynı yolu izlememiş, aynı tepkiyi göstermemişlerdir. Çünkü, Müslüman coğrafyasında 5-10 yıl yaşayan, tarlalarda çalışan, ekonominin neredeyse temel direği olan, satın alınmış köleler olmamıştır. Çoğunlukta sömürülen köylüler vardır. Ancak onlar da vergi yükü ayarlanarak patlama noktasına getirilmemiştir. Ayrıca İslam’da ayrıcalıklı bir sınıf olarak din adamları, ruhban sınıfı, tüm Müslümanların bağlı olduğu bir merkez veya dini önder yoktur.

Müslümanları hedef alan tavırlar bazı radikal kesimlerin değirmenine su taşımakta, hedeflerine ulaşmalarını kolaylaştırmaktadır. (Ancak radikal kesimler de yaratılmak istenen olumsuz, çağdışı, acımasız, kabul edilemez İslam propagandası için, bunu planlayanlara bile parmak ısırtacak ölçüde bir çaba göstermekte, adeta İslam’ın ve terörün bir arada anılması için her yönteme başvurmaktadırlar.)

Kutsal ile alay etmeyi “insan hakkı” sayan, “tabuları kırmak” adına yapılan her türlü bayağılığı eleştirmeyi, bir tabu gibi yasaklayan anlayışlar yanlış, insanların yaptıkları yanlışların faturasını dinlere ve dinlerin peygamberlerine çıkarmak haksızlıktır.

Haçlı seferleri düzenlenmesini öneren, engizisyon mahkemeleri kuran, halkı soyup kasasını dolduran veya iki dünya savaşı çıkaran, Orta Doğu petrollerinde gözü olan Hz. İsa değildir! Aynı şekilde çok dindar olmak iddiasındaki Müslümanların yaptıkları yanlışların sorumlusu İslam dini ve Hz. Muhammet değildir! Bugün İslam’a terör damgasının yapıştırılmasına neden olan, dinin bir takım güçlerin elinde çıkar ve yönetim aracı haline gelmesidir.

İslam’ın tek kitabı Kur’an’dır. Kur’an’a göre ise: İnsanlar Allah’a inanıp inanmakta serbesttir. Müslüman olduğuna inanan kişi peygamberler arasında ayrım yapamaz. İnsanlar sadece insanlara karşı işlenmiş suçlar için ceza verebilirler. Buna dinden dönmek de dahildir. Kimse kimsenin günahının taşıyıcısı değildir. Kasten ve haksız yere insan öldürmüş olan, yani katil olduğu kesinleşmemiş bir kişiye ölüm cezası verilemez. Önerilen ve Allah tarafından ödüllendirileceği belirterek özendirilen davranış ise, katili bile affetmektir. Saldırma hakkı yoktur. Sadece saldırının türünde ve ölçüsünde savunma hakkı vardır.

Peygamberlerin akrabaları, eşleri ve çocukları içinde onlara inanmayanlar, putperest olmaya devam edenler vardır. Ama hiç bir peygamberin inançsız olduğu için eşini veya çocuğunu dövdüğü, öldürdüğü bilinmemektedir.

Bu örnekler çok sayıda artırılabilir. İnsanların çoğunluğunun bir şeyleri gerçekten anlaması zaman alacak, ancak sonsuza kadar böyle gitmeyecek, günü geldiğinde taşlar yerine oturacaktır. Tüm dünya kabul etmektedir ki, Türkiye İslam ülkeleri için örnek bir ülkedir. Türkiye’deki din eğitimi de diğer ülkelere örnek olma özelliğini taşımaktadır. Ancak, Kur’an kurslarında Kur’an’ın içeriğinin değil, Arap alfabesinin öğretilmesi, geleneklerin ve alışkanlıkların Müslümanlık olduğu zannıyla korunması, öze değil, gösterişe önem vermenin kabul görmesi bu süreci uzatmaktadır.

Ekonomikve Politik neden, yoksulun ve güçsüzün elindekini almayı, başka ülkeleri talan etmeyi hırsızlık veya haksızlık olarak değil, güçlünün hakkı olarak gören anlayışın her dönemde farklı isimlerle ve insanlara iyilik getirecek bir ilerleme olduğu iddiasıyla ortaya çıkarılmasıdır: Günümüzün büyük devletlerinin çoğu başka ülkelerin zenginliklerini kendi ülkelerine taşımayı başarmış olanlardır. Büyük ülkeleri ele geçirmek için farklı din veya kökenden insanlar arasında düşmanlık yaratmak, bunlardan bir gruba vaatlerde bulunup diğerinin üstüne salmak gibi yöntemler denenmiş ve başarılı sonuçlar da alınmıştır.(Örneğin, Osmanlı da bu yöntemle parçalanmıştır.) Bugün de bunu sağlamak için büyük devletlerin büyük firmalarının muhtemel yatırım alanı olacak veya doğal kaynakları bulunan bütün ülkeleri sermaye açısından kolayca ve korkusuzca yatırım yapabilecekleri güvenli bölgeler haline getirmek gerekmektedir.

Bu insanlık tarihinin en çılgın projesine göre, tohumu, teknolojisi bir kaç firmanın eline geçmiş az sayıda ürün çeşidiyle ve soyu tükenmiş, sadece genetiği bozulmuş olarak birkaç çeşidi kalmış çiftlik hayvanlarıyla ve balıklarla tüm dünyanın yoksulları doyacak, insanlar birbiriyle kıyasıya rekabet ederek toplumsal huzur ve barış sağlanacaktır. Gücü yeten, paylaşmak yerine, döküp saçacak, tüketimi ölçüsünde “kazananlar” sınıfında yer alacak, gerekirse borçlanarak tüketecek, bu şekilde sonraki kuşakların refahı ve geleceği garanti altına alınmış olacaktır.

Gelişmiş Avrupa ülkelerinde bile gelir dağılımı bozulup yoksul kuyrukları uzarken, zengin kaymak tabaka iyice zenginleşip, halk, zengin ve yoksul olarak ikiye bölünürken, insanlar güvenlik bahanesiyle gözetim ve denetim altına alınırken, hala sınırların kalkacağına ve tüm dünyaya özgürlük geleceğine inananların olması inanılmazdır.

Türkiye’nin hem coğrafi ve stratejik konumu, hem çok etnikli, çok mezhepli yapısı bölmek isteyenlerin iştahını kabartmakta, bu konuda işe yarayabilecek hiç bir şey atlanmamaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin AB’ye girme isteği, birçoklarını hem halkının çoğunluğu Müslüman bir ülke olması dolayısıyla, hem de büyüklüğü ile korkutmaktadır. Türklere değil serbest dolaşım hakkı verilmesi, belki Türkiye ile diplomatik ilişki bile kurulmasını istemeyenler için Türkiye karşıtı her hangi bir söylem, bulunabilecek en küçük ipucu çok kıymetlidir. Elde ne varsa önemli, önemsiz demeden sonuna kadar kullanılmaktadır.

Kendilerini aydın, sosyal demokrat vb. olarak tanımladıkları ve Türkiye karşıtlıklarını açık yüreklilikle ortaya koyamayacak olanlar içinse, düşmanımın düşmanı dostumdur”, mantığı ile ‘soykırımcı’, ‘Ermenileri ve Kürtleri katletmiş Türkler’ iddiaları Türklere akıl vermek, onları istedikleri yöne çevirmek, kendilerince aşağılayarak cezalandırmak, yeni koşullar öne sürmek için çok güzel bir mazeret oluşturmaktadır.

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..