Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '09

 
Kategori
Müzik
 

Bizim için kasa, onlar için müzik aleti

Bizim için kasa, onlar için müzik aleti
 

Sabahın ayazında Güzelyalı’da, masaörtüleri turuncu olduğu için oturduğum çay bahçesinde; çay, simit, peynir üçlemesini afiyetle mideye gönderiyorum. Çay nefis geliyor, sıcak, harikaaa…

Bu harikalığa hafif hafif akordeon sesi ekleniyor. Benim kara gözlü Romen çocuğu geldi. Onunla geçen hafta tanıştık. Pazar günü Elif Şafak’ın “Aşk” isimli romanını almaya giderken. Ne kadar da güzel çalıyordu. Hüzünlü, romantik ve büyülü bir ses. Dikkatle kara gözlerine baktım. Ona para vereceğimi zannettiyse de cebimde bozukluk olmadığı için kuru bir gülümseme fırlattım. Ne yapsın onu! Ayağa kalkıp Romence “car cara car car” diye kötü olduğunu tahmin ettiğim bi şeyler söyledi. Ben de ona eğilip “bak sen, bak sennn” dedim. Uyuz oldu!!!

Kitabı aldığımda para da bozuldu, dolayısıyla dönüş yolunda parasını toka ettim.

Vay canına yandığım. Ne de güzel çalıyorlar. Bazen bizim mahalleden de geçiyorlar. Evin içine harika bir müzik doluyor. Bünyen o anda kafayı yemek üzere dahi olsa anında derman oluyor. Ruhu okşuyor. Var mı böyle başka bi güzellik, yok.

İşte bugün de gene geldi. Tanıdı beni. Masamın yanında bi de güzel çaldı kiii. Eee emeğinin karşılığını kredi kartına dört taksit ödemek isterdim, ama çok küçük bir nakit karşılığı bana neffisss bir an hissettirdi, kara gözlü. Aferin len karagözlü.

Hani öyle bir an oldu ki; önümdeki bisiklet yolundan Amelie bisikletiyle geçecek. Ben de Amelie’ye “heyyy Amelie gel, sana sade Türk kahvesi ısmarlayayım hem de iki lafın belini kırarız” diyecektim! O derece yani. İçimi huzurla dolduruyor bu alet. Yaşamın küçük ama güzel detaylarını anımsatıyor. Brehhh neymiş bu böyle, işte öyle güzel bir şeymiş.

Hatırlıyorsunuz değil mi? 2000 lerin başlarında Ciguli diye, gözleri cin gibi olan bir vatandaş gelmişti. “Binnaz, Binnazzzz” diye ortalığı kasıp kavurmuştu. Nerde sahi o? Ne güzeldi. Çok sevmiştim o cin bakışlı adamı.

Fransız şarkıları ile de romantik oluyor, bu akordeon denen ruhlu alet.

Bir zamanlar benim de güzel bir akordeonum vardı. Vardı ve duvarda tek başına, naif, dikbaşlı bi şekilde bakıp duruyordu. Bordo, sedefli pek afili bi şeydi. Biz onu çalmak istesek de çalamazdık. Çünkü bizim Milli Eğitim sistemize göre müzik, beden ve resim dersleri trişkaden tayyare derslerdi.

Eeee bu durumda ne yapacaktık güzelim aleti, her zaman “purinol” almak için gittiğimiz Hayat Eczanesinin pek şahane kasasına öykünerek, akerdeonu "farz edelim ki Hayat Eczanesinin kasası, " deyip eczacılık oynayacaktık. Hayat Eczanesinin kasası da kasaydı ama kardeşim. Öyle bi kasayı 10 yıllık ömrü hayatımda hiç bi yerde görmemiştim. Kovboy filmlerindeki kasalar gibiydi. Eczacı tuşlarına bastığında; “çangiro çon çon, çing çang, çoynnn, zıp, cıp cıp cıypppp” diye 15 dakika sesler çıkarır ve öyle açılırdı. Sırf bu seronomiyi izlemek için gidip “purinol” ya da suda köpüren portakal tabletlerinden alırdım.

İşte bu müzikli kasa sayesinde benim akordeon amacından çoktan sapıp, kasa halini almıştı. Yazın güneş vurmuş oturma odasının çekilmiş perdelerinin, huzur veren loşluğunda; akordeon yatay olarak yere yatırılıp, piyano tuşlarını anımsatan tuşlarına vurularak, "farz edelim ki Hayat Eczanesinin kasası" halini alırdı.

Sonrasında bir de mandolinim olmuştu. Üzerinde kelebek motifiyle onu çalmaya başladığınızda kelebek kadar özgür ve uçucu olduğunu mu vaad ediyordu? Çalma mutluluğuna erişebilsem bunun sırrına vakıf olabilecektim amma velâkin bütün çocuklara ders veren Güven Ağbimiz, bize akort ve sonrasında “bugün ne öğrendiniz?” diye soran anneme “tıremeelaaaa” diyerek ağzımı yayarak söylemekten öteye gidemedi. Zira buraya kadar geldikten sonra Güven Ağbimiz bütün çocuklara “sepet koluna herkes kendi yoluna” türküsü eşliğinde bize baş baş yaptı.

O aletimizde yüklükte bir yerlere itildi.

Sonra geldi orta 2. sınıf. Hayatımda ilk kez gerçek bir müzik hocası geldi. Fakat gelgelim adam sırf psikopata bağlamıştı. Bize notaları falanları öğretti… Oooo aman da aman ne güzel. Ama örtmenimiz o kadar psikota bağlamıştı ki, hala aklımdan çıkmayan “ si si do re la la si do, la la sol sol” diye bir melodi de ezberletti. Yaş olmuş bilmem kaç –ısrar etmeyin söylemem yaşımı- hala beynimin en ücra yerlerinden bazen hortlayarak çıkıyor.

Sonrasında örtmenimiz bizi özümüze döndürerek, “yine yeşillenmiş fındık dalları, aman karpuz kestim yiyen yok” falan gibi güzel türkülerimizi öğretti. Çok sevindik, çok mutlu olduk. Bununla birlikte örtmenimiz müzik örtmeninden ziyade “milli güvenlik” derslerinin örtmenleri gibi dehşetli bi otoritesi vardı. Müzik dersleri biraz kabusumsu havada korku ile birlikte geçiyordu. Kendimi biraz sıksam korku filmlerine “müzik” yapabilirdim. "Nırı nım nırı nım nımmm" Gerilim had safhada.

Ve bunlara ilave olarak; benim müzik kulağımın eksik olması nedeni ile her türküyü, notayı öğrenmeme karşın, bütün derslerden tulum geçtiğim halde ikmale bıraktı. Vayyyy ……!!!

Karne zamanı geldiğinde; derslerin nasıl bakiim, yavrucum diye soranlara “müzikten ikmale kaldım” dediğimde onlar da bana müstehzi bir şekilde gülümsüyorlardı. Zannediyorum ki; içlerinden de Yuhhhh! diyorlardı.

Müzik, beden, resim. Olmazsa olmaz. Şu an durum nasıldır, bilmiyorum ve bilmiyorum.

Sonra da “umuyorum ve umuyorum” diyorum…

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..