Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '08

 
Kategori
Siyaset
 

Bizim solculuğumuz insan sevgisine dayanmalıdır -6

Bizim solculuğumuz insan sevgisine dayanmalıdır -6
 

bu makale dizisinin alnımda ilk ışıklarını aydınlatan Batı Karadeniz'de bir balıkçı limanında ...


Genel olarak emekten, bilimden, hakça bir gelir dağılımından, eşitlikçi politikalardan yana olmaktır, sol. ‘Merkez’ solu ayıran; demokratik değerlere inanmışlığı ve daha somut olarak siyasal düzlemde kendi içinde demokratik tarzda örgütlenmişliğidir. ‘Diğer’leri için de geçerli bir turnosal testi demokrasiyi sıfırdan yapabilmek veya demokrasiyi sıfırlamak noktasındadır.

Türkiye merkez solunun kısa tarihine önceki yazılarımda değinmeye çalışmıştım. Onu besleyen ana damarlar ve onun etkilendiği ana akımlar bakımından tarihsel kesitlerde aldığı ya da alamadığı pozisyonların en kestirme değerlendirmesi olarak seçim sonuçlarına işaret edilebilirdi; onu da, vurgulamıştım.

Dikkatli gözler, “solun sağ, sağın sol gibi” okunduğu savının altını çizdiğimi ıskalamazlar, umarım. Bu o kadar böyledir ki, aksini iddia edenlere karşılık; Anadolu devrimi ne denli halkınsa, onun izleğinden kendisini hayata aktarma ve -mesela Köy Enstitüleri, Halkevleri gibi tasarımların toplum tablosunu aydınlatmasıyla- demokratik siyaset formunda olgunlaşma açısından olanaklara sahip olan solun, her türlü ön kabule karşılık gerçekten halkçılık kıvamına ermedeki güçlükleri malumdur.

Türkiye merkez solu emperyalist karşıtlığı mirasını iki kez reddetmiştir. Birincisi İnönü döneminde ABD’lilere açılan kapılar ve ‘ayılarla aynı yatağa düşmemek’ ‘adına’ kapılanılan Amerikan anaforudur. İkinci büyük inkar, 80’ler sonrası liberalizm ambalajında piyasacılığı seçeneksizmiş gibi gösteren daha incelikli bir dayatma karşısında kıbleyi Washington’a dönmeyi iktidara tutunmanın tek yolu olarak belleyenlere bir ölçüde katılan anlayışlardır.

Bu içine girilen kumpas sağdan çok solu başkalaştırmış, emekçi yığınlar ve örgütleriyle arasına kalın çizgiler çekerek, tek kutuplu dünyada “serbest piyasayı” adeta değişmez kural haline getirmiştir. “Yok bunların birbirinden farkı” deyişi, “iki buçuk parti olacak…” (ben tamamlayayım); “…hepsi de IMF’ye el açacak” doğmasıyla bütünleşmiştir.

Demek ki Türkiye merkez solu; halkçılığın ve emperyalist karşıtlığının yine sol eliyle yitirildiği bir talihsiz yakın tarihe sahiptir. Kıbrıs harekatından sonra ‘terbiye’ edilmiş bir mönüsü olmuştur merkez solun, 20. yüzyılın mikro milliyetçilik ve yerel kimlikler üzerinden parçalanarak emperyaliste bağlanma tasarımına karşı mesela, Gümrük Birliğinden yeni liberal yasalara… ağzını bıçak açmamıştır. Dahası, yerel yönetimlerde en beceriksizi en yetkili kılan parti içi oligarşilerin de katkısıyla, sol, merkezde ve yerelde çekim alanı olmaktan çıkmış, giderek Karadeniz’den Güneydoğu’ya ülke coğrafyasından çekilirken, Türkiye’nin de fiziksel değilse bile zihinsel bölünme senaryolarına daha açık hale gelmesine istemeden katkı yapmıştır.

Oysa öylesine yaman gereksinme vardı (ki) merkez sol’a. Bir kere tarihinden vaaz edilen o ayrımsız, imtiyazsız “bir” kitleyi ekonominin ve kültürel kalkınmanın bütün araçları ve kadrolarının deneyimiyle bir arada tutmak açısından çok önemli bir işlev görebilirdi. Dahası dünyayı teknolojinin ve bilimin dilinden çözerek yeni meslekleri kavrayarak ve her seçimde ilk kez sandığa giden gençleri kazanacak bir büyük heyecanı diri tutarak, hem kendi Ulusuna hem de bölge halklarına ışık olabilirdi.

Bunu CHP yönetimleri yapamadılar. DSP yönetimi yapamadı. Çünkü o kadroları yoktu, kurmadılar, dünyayı okuyacak, Türkiye’yi anlayacak, halkı kucaklayacak insan kaynaklarını kırdılar. İçe kapandılar.. ülkedeki her türlü yerel/merkezi iktidardan çekilirken, kapalı sistem olarak Parti içi iktidarı garantilemeyi marifet saydılar.

Komşularımızı kısmen paylaştığımız görüşler abat etti, savaşların yaralarını sardı, modern toplum çağdaş devletler yarattı, bizim merkez sol ise bir büyük mirası heba etti, tarihten koptu gelecekten kaçtı!

Merkez solumuzu (kısaca artık ‘sol’u) Parti siyaseti dolayımında tartıya vururken başarılmış işlerin anısına saygısızlık etmek haddimiz değildir. Ancak ortaya bir tespit koyarken açık sözlü davranmak bir borçtur…

Neden sol halkçılaşamıyor? Neden çağdaş milliyetçilik anlayışını yükseltemiyor? Neden ulusal olduğu kadar evrensel olamıyor? Neden kitlelerle sürekli, düzenli, sistematik bağlar kuramıyor? Bu soruların yanıtı aynı anda ‘neden bir türlü uzun soluklu iktidar olamıyor?’ sorusunun da yanıtını içermektedir.

Tüm bu “sorular” üç ana başlık altında toparlanabilir: tarihsel duruş/dayanaklar, ekonomi ve demokrasi… Sol’un ekonomik politik devinimi doğru yönde tecelli etmemektedir. Demokratik duruşu kısmen özneldir. Tarihin taşıyıcısı değil tarihe yük olan haldedir.

<ı>Ekonomi

Emek-sermaye klasik çekişmesinin -özüne güven ve özen duyulsa da- kodlarının yenilendiğini, otomasyonun ve sibernetiğin üretime girmesini ve kayıt dışı çalıştırmayı körükleyecek yığınsal işsizliğin girdabında aç insanların önceliklerinin bilgisini doğru okuyamamışlıkla, sol, olsa olsa kendisi için sol olur. Paralel bir iş gücü piyasasında alın teri kaçakçılığı yapılmasına ve sosyal güvenlik sisteminin mali piyasa rantlarınca heba edilmesine ve eğitim, sağlık gibi kamusal hizmetlerin piyasalaştırılmasına izin vermeden de yeni üretim ve bürokratik işleyiş seçenekleri sol bir seçenekle ve halkın yararına devreye alınabilir.

Bunları söylediğiniz zaman sizi asıl tutucular gericilikle suçlarlar. Ama onlardır ki evlerine ekmek götürmeyenlerin, evlatlarına ilaç bulamayanların, dışlanmışların, ezilmişlerin, ana dilini kullandığı için yabancılaşmışların dertlerini bilmeyenlerdir.

Onlar, toprak ağalarından solculuk bekleyen feodal yapılar kadar solcudurlar. Gerçekte CHP ve DSP kadroları içinde çok sayıda toprak ağasının bulunduğu bilinmektedir. Oysa halen bir tarım ekonomisi olan Türkiye’de toprak ve tarım reformunu savunamayan ve bu konuda gerçekten ulusalcı ve halkçı olmayan sola ne kadar sol denilebilir? İnsancıl Sol anlayış, hem ekonomide yenilikleri okuma hem emeğin hakkının korunması/geliştirilmesi hem de ta başından beri toprak reformunu savunma noktasında bu iki yapıdan da ayrılır.

Türkiye merkez solunun ekonomiyi romantik bir söylemle açıklamakla yetinmesi, bırakın sanayinin ulusal temsilini, ilkin işçileri, Türk emekçilerini bile soğutmuş ve sol programlara kuşkulu bakar hale getirmiştir. Onların, sahte grev gözcülerine ya da sendika ve siyaset ağalarına değil hakça ücret yapılanmasını, sendikal hakları, emeklilik ve sosyal hakları genişletecek siyasetlere gereksinmesi vardır. Mavi-beyaz yakalı iş gücüne yeni becerilerin elde edilmesine yardımcı olacak duyarlı yerel yönetimlerin desteğiyle ve gençlerinin okullaşma ve ana ve çocuklarının hayatta kalma olanaklarını artıracak sosyal organizasyonlar eliyle desteklenmeye ve bunu da Tarikatlardan değil soldan görmeye özlemleri vardır.

Buna karşılık, öncelikler meselesindeki savsaklama boyutuna varan ihmalkarlık öyledir ki son 22 Temmuz seçimlerinde halkın aş ve iş derdiyle ilgili tek bir somut hedef bile vaaz edilememiştir. Bu özlemlere ve gerçeklere göz yumanlar oval ofislerinde sabahları ne kadar yunsalar da tarihsel sorumluluklarından artık arınamazlar.

İnsancıl Sol, bütün olanakların ve önceliğin yoksulluğun aşılmasında ve üretim ekonomisinin kurulmasında seferber edilmesinden yanadır.

Ekonomik politik tercihler bakımından CHP yönetimi daha devletçi, DSP ise piyasacıdır. DSP ne söylerse söylesin Ecevit dönemlerinde piyasacı ekonomiden yana olduğunu pratikte kanıtlamıştır. İki büyük ekonomik krizin faturası esnafa, üreticiye ve emekçiye çıkarılmıştır. Tarımda doğrudan gelir desteği ve “şu kadar günde bu kadar yasa” denilerek uyum adına bastırılmış istikrar uğruna batık bankalarla hazinesi soydurulmuş bir toplum yaratılmıştır.

İnsancıl Sol anlayış sosyal pazar ekonomini önceler. İşçi-işveren ilişkisini emeğin tüm haklarının korunarak ve geliştirilerek yeni bir üretkenlik denklemine oturtulmasından ve ekonomide demokrasiden yanadır. Ahilik benzeri geleneklerle kendini açıklayan Anadolu kaplanları benzer gelişmeleri serdedebilen bu topraklar çağdaş üretim metot ve yöntemleri ile dünyayla rekabet edebilecek bir çalışma ve iş yaşamını da yaratabilecek birikime/dinamizme fazlasıyla sahiptir.

<ı>Halkın egemenliğine ve demokrasiye bağlılık

Bizim sol’umuz, kısmen, demokrasi’ye bakışında gereken yenilemeyi yapamamaktadır. “Siyaset yapılacaksa insan için yapılmalıdır” Bu, İnsancıl Sol’cular için bence, yaşamsal önemde bir düsturdur. Din, dil, inanç, köken, cinsiyet ve siyaset olarak insanımızı ve insanları ayıramayız. Hukuk devleti içinde, gerçek katılımcı ve çoğulcu demokrasiye inanmak gerek.

Türkiye Cumhuriyeti demokrasinin alt yapısını hazırlayan yenilikleri gerçekleştirmiş ve Kurtuluş Savaşı sırasında bile T.B.M.M. açık tutmuş bir anlayışın ürünüdür. Atatürk de devrimlerini halkla birlikte yapmıştır. Halkına güvenmiş ve güven vermiştir. O yüce Meclis’in duvarında “Egemenlik Kayıtsız Koşulsuz Milletindir” diye boşuna yazılmamıştır. Bizim Ordumuz da Meclisimiz de halkındır.

21. Yüzyılın iletişim ve bilgi çağı olmasının yanı sıra ortak kıldığı değerler ise: “barış, demokrasi, özgürlüktür” Bu değerler arasında önem bakımından bir fark yoktur. Ancak “özgürlük” olmazsa demokrasi sağlanamaz ve gerçek barış korunamaz. Özgürlük ise bireylerin olduğu kadar toplumundur da. Toplum/halk, yönetim süreçlerini özgürce belirlemek ve özgürce yenilemek hakkına sahip olmak gerekir. Böyle bir kuramsal özgürlüğü pratiğe indirgeyecek ekonomik ve eğitsel değerler de gereklidir. Ancak özgürlük kendi başına bağımsız bir değer ve değişken olarak tanımlanırsa bunun pratikteki karşılığı serbest ve adil seçimlerdir. O seçimlerle de halk egemenliği tecelli etmiş olur. Halkın içinde bulunduğu koşullar ve maddi üretim ilişkileri ile türlü sosyolojik etmenler kadar genel çevrim de halk oyunu etkiler. Bazen savunduğunuzun aksine bazen de taban tabana zıt olduğunuz görüş sahipleri teveccüh elde eder, iktidar olabilirler. Bu durumda halka kızmak değil, “biz kendimizi nasıl daha iyi anlatabiliriz?” diye sormak ve yılmadan çalışmak esastır.

Büyük Atatürk’ün veciz şekilde betimlediği gibi nasıl ki “basın özgürlüğünden doğabilecek sakıncaları gidermenin en iyi yolu yine bizzat basının kendi özgürlüğü” ise, demokrasi içinde doğabilecek ve bize aykırı gelen ve dahası uygulamaları ile halkın ve Ulusun çıkarlarını korumayan/koruyamayan anlayışlardan arınmanın, kurtulmanın ve kendi düşüncelerimiz ve dileklerimizce bir iktidar oluşturmanın yolu da yine demokrasidir; özcesi her daim halkın egemenliğine saygılı olmak ve onu demokratik düzeneğin en değerli öğesi saymak ve bunu da içtenlikle benimsemek gerekir.

Türkiye’nin çok partili demokrasi tarihinde bu temele saygı duymayan kimi sağ iktidarlar olduğu gibi adı solcu olup da bu temel ilkeye gönlünü ve aklını yatırmamış olanlar görülmüştür. Oysa nasıl ki herhangi bir demokrasi kendini yok edene izin vermemek için kurucu referans noktalarından ve toplum kesimleri içinden zamanla dayanak noktaları aramak durumunda kalabilirse ve elbet bu buhran devreleri de demokrasi içinde kalarak aşılmaya çalışılmak gerekirse, gerçekte, özde, bilinçle ve vicdanla demokrat olamayanının sağcı veya solcu olarak tanımlanması demokrasiye de kendine (Partisine, hareketine, örgütüne) de bir yarar sağlamaz. Tam tersine büyük zararlara yol açar.

İnsancıl Sol anlayış, demokrasiye, halkın egemenliğine, laik, sosyal, hukuk düzeni içinde örgütlenme ve anlatım olanaklarının alabildiğine geliştirilmesine, halkın aydınlatıldığı bir medya ve aydınlanmadan yana akademik yaşama ve -demokrasinin güvenlik veya sair gerekçelerle askıya alınmamasına; tam tersine- tüm sorunlarımızın demokrasi içinde çözümlenmesi gereğine yürekten inanmaktadır.

İnsancıl Sol, Türk halkının gerçekten halkçı, gerçekten ulusal çıkarları savunan, o arada dünyadaki gelişmeleri de değerlendirebilen, kendi içinden yetişmiş kadrolarla buluşturulduğunda ve bir kez inandığında bugünlerin zorluklarının ve engellerin tümüyle aşılmasında en değerli ve duyarlı katkıyı vereceğini yine kendi tarihimize bakarak değerlendirmekte ve umut etmektedir.

<ı>Tarihsel kökenler ve uluslar arası dayanışma

Kıta Avrupa’sı merkez solu, İkinci Büyük Paylaşım savaşının arifesinde başlayan ve savaş sonrası onarım hükümetlerini etkileyecek kadar güçlenen işçi sendikaları hareketinden de beslenerek ve ideolojik referansını Marksist kökenden kah kırılan kah konjonktürel olarak o öğretinin temellerinde toplanarak varlığını savunan sosyal demokrat hareket ve akımlardan yükselmiştir. 1950, 1960, 1970, 1980’lerin Avrupa solu büyük ölçüde Marksist sosyalizmin her ülkenin kendi koşullarına özgülenmesiyle siyasal formlar oluşturmuştur. Yasama ve yargının da olabildiğine demokratik denetim süreçlerinin içinde tanımlandığı Batı ülkelerinde merkez sol partiler arası dayanışma (Sosyalist Enternasyonal) örneğinde olduğu gibi en büyük ortak paydasını mutlak sosyalizm kuramına saygıda bulur. Kuramda bu böyledir. Ancak, Doğu Bloku’nun Comecom ve Varşova Paktlarında sıkı programlara bağlanan bu etkileşim, Batı’lı sol, sosyalist partiler arasındaki geçişkenlik anlamında daha sınırlıdır, iktidara daha uç sol ile flört halinde gelinebilir ama ilk kökenden ayrılmadan ve dünya parasal sistemi içinde tanınmadan gerçek bir iktidar olunmayacağı için de o iktidar süreci kuramsal köklerden ayrışma ve Almansa Alman, İsveçli’yse İskandinav, İngiliz’se Britanyalı, İtalyan’sa İtalyan olma özellikleriyle kısmen belirlenir. Savaşırken solu ayakta tutan ulusalcı bir damar hep olmuştur.

Burada yukarıda kendi solumuza haksızlık ettiğimiz düşünülebilir. Buna karşılık bizim solumuz anti emperyalist olma ve halkçılığını kanıtlama bakımından “bir sıfır önde başlayacağı tüm karşılaşmalarda” eksenden saptığı ve rota tutturmadığı için yenilmiştir. Bizim solumuz Atlantik ve Kıta Avrupa’sı solunu tek kutup olarak alır. Onun için de çok daha geniş bir dünyanın desteğiyle arasına baştan koşul mesafe koyar. O geniş coğrafyada mesela Doğu’daki dayanışmanın giderek petrol ve doğalgaz olarak ete kemiğe, tahvile hisse senedine bürünmesi olasılığı gözden kaçırılmaktadır. Tıpkı Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine sahip çıkmanın salt sağcıların inisiyatifine bırakılması gereken bir konu olarak algılanması gibi… Buna karşılık Batı standartlarına koşut bir Partisel işleyiş oluşturulamadığı için de Sosyalist Avrupa’da Filistin Kurtuluş Örgütü kadar lafzı, PASOK kadar önemi ve Arjantin solcuları kadar izleri yoktur.

Bununla birlikte iki yüzlülük aslında eski ve genel bir meslektir: Kıta Avrupa’sının merkez solunu biçimleyen emek-sermaye çelişkisi, işçi sınıfına öncelik ve savaş karşıtlığı geçer değerlerdir, oysa eski sömürgeler konu olunca iş başında olan sol iktidarların düzenekleri farklı işler: Afrikalı, köledir. Asyalı, kaçak işçi. Bu, sağ olsun sol olsun Batı için değişmemiş ve ta 21 yüzyılın başına İngiltere İşçi Partisi’ni Başkan Bush’un yedek lastiği yapan anlayışın antitezi, coğrafya ve din solculuğunda, BAAS veya Üçüncü Dünya solculuğunun topraklarında, Hamas, Taliban, El Fetih gibi örgütlenmelerle rakip hale gelmiştir.

Türkiye merkez solu, eğer emperyalist karşıtı damarını yitirmeye yüz tutmasaydı hem içerideki hem de dışarıdaki sömürüye karşı büyük bir dalga kıran olabilirdi. Saygınlığı yükselirdi. Dünya’da sözü daha çok dinlenecek bir iktidarı emin olun Türk halkı iş başına getirirdi. Hem bölgedeki Müslümanlar ezilmesin hem de mesela Gurbetçilerimiz evleri kundaklanmasın ve Kıbrıs Türk halkı satılmasın diye bu büyük direncin içinden demokratik zaferi örgütlenmesine de en büyük harcı koyardı.

Dünya’nın içinde bulunduğu duruma ilişkin savunmacı refleksin yanına bir de Türkiye’yi bölgesinde ve yerkürede güçlendirecek programlar ve ilişkilerin kurulamayışının da etkisiyle, şu meydan, 2. Cumhuriyetçiler, uyducu liberaller ile revizyonist (takiyeci) dincilerin demokrasi havarisi geçindikleri bir simyacılığa bırakılmıştır.

İnsancıl Sol anlayış emperyalizm karşıtı, geliri ve serveti hakça dağıtılan ve silaha değil sağlığa, çevre yıkımına değil eğitime yatırım yapılan yeni bir dünyanın olanaklı olduğuna ve bu anlamdaki sosyal küreselleşmeye en büyük katkı yapabilecek uygarlıklardan birinin de Anadolu uygarlığı olduğuna inanmaktadır. Gerçekte bu yönde bir çağrının temel referanslarını aslında insanlığa da ışık tutabilecek Anadolu devriminde var olduğu çok açıktır. İnsancıl Sol ulusal gelişme- sosyal küreselleşmeye inanır.

<ı>Ulusal ve kültürel dayanaklar …

<ı>

İnsancıl Sol anlayış kendi uygarlığını zenginleştiren Yunus’un, Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın insan sevginde bulduğu özden ve Atatürk’ün insanları bir tutan, “zorunluluk dışındaki savaşları cinayet sayan” ve kendi halkı için olduğu kadar başka halklar için de barış dileyen öğretisinde bulduğu güvenle… sınıf tahakkümünü ret eden ve toplum kesimleri arasında gerçek bir barışa da katkı yapabilecek, sosyal duyarlık yanayı da olan kalkınma projelerinin de desteklediği bir ekonomik modelin geçerliğine ve onu günümüz teknolojisiyle aşacak üretken ve demokratik bir modellemenin olabilirliğine inanarak “herkesten gücü kadar herkese hak ettiği kadar” diyen bir anlayıştır.

Denilebilir ki Anadolu kültürel kökleri siyasal anlamda karşılık ve yansıma bulacaksa bu en çok sola ve İnsancıl Sol’a yaraşır. Türk halkının büyük çoğunluğu geliri, geçimi, ortalama değer yargıları ve ortak kültürel özellikleri itibarıyla İnsancıl Sol’un dayanışma ve sosyal anlayışına en yatkın halklardan biridir. Barışçıdır. Yapıcıdır. Bağışlayıcıdır. Gerçekte ilerlemecidir. Büyük ve derin bir hakkaniyet duygusuyla doludur. Hedef verildiğinde çalışkan iş verildiğinde yaratıcıdır. İnsancıl Sol’da bu değerlerden güç bulmakta ve bu değerleri yüceltmek için var gücüyle çalışmaktadır.

 
Toplam blog
: 374
: 491
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Merhaba! Toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel olgularla ulusal ve evrensel düzlemde ilgilenme..