Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mart '08

 
Kategori
Özel Günler
 

Boş! An!

Boş! An!
 

Analık adayı bir ana, çocukluğum da bize “Canım sıkılıyor!” dememizi yasaklamıştı! “Goca istiyom dimektir ayıp olur bi da deme emi” diyerek hafif yollu azarlardı!

Goca yani koca istemenin neden kötü olduğunu merak ederdik!

“Goca gocatır! alır alır yan cebine goyar! Dayak kötektir verdiği, gısmetinde varsa kumayı döşeğine gatar!”

O zamanlar nişanlanan mahalle kızlarının ne renk tuvalet giyeceğini çok merak ederdik! Mavi? Pembe? Sarı? Mor? Moru ender tercih ederlerdi!

Çoğu evlendikten sonra morarırdı! Nişan törenlerini çok severdik! Kız evinde yakınımızda olurdu! Düğünlere pek gidemezdik, Peder Bey polis memuru; cumartesi pazar, bayram seyran demez çalışırdı!

Hele o seçkin müzik! Avareler, Azizeler! Yerimizde kıvırtırdık! Ortaya çıkmaya utanırdık! Çok güzel oynayanlar olduğundan utanırdık!

O utanmak başımıza renkli renkli çoraplar ördü! Zamanla!

Büyük hanımların konuştukları; günümüzün magazin programlarını aratmazdı hani! Onları çaktırmadan dinlemek! Taze beyni hamur misali yoğururdu!

-Valla kardeş! Güzelim delikanlı şunun nesine vuruldu anlamadım gitti!

-Ne yapayım Hasbiye? Oğlan dünyamızı zehir etti! İsteyeceğiniz bu kızı bana, aksi halde kıyarım canıma diyerek tehditler savurdu!

-Kendini teslim etmiş olmasın kardeş! Belki oğlan vicdan azabı çekiyordur!

-Benim dünürüm olacak, o cadı yok mu? İşini gücünü hocalarla büyülerle hallediyor anacığım! Bunlarla nasıl baş edilir?

-Haklısın Fitnat Abla! O eciş bücüş kızını da Orhan’a yamadı! Kadın işini biliyor! Kabahat bizde! Sana: Kaç kez gel şu Gür çeşmedeki nefesi güçlü hocaya gidelim dedim oralı olmadın anam!

-Hasbiye sen de bir hoşsun kardeş! O kadar parayı nerden bulurum?

-Hoca; ne getirirsen kabul ediyormuş! Erzak, odun kömür, keçi koyun!

-İlahi! Dediğine bak hele onları nerden bulacağım!

Tam konulara kendimi kaptırmışken; kayınvalide adayı göbek atmaya çağrılırdı!

“Kurban olsunlar güzel gelinime!” Nidalarıyla kurtlar dökülürdü!

Diğer tahta sandalyelerde oturanların arasına sızdığımda mevzular başka renklere bürünürdü!

- Kayınpeder melek gibi bir adam! Ağzı var dili yok! Adamcağız astsubay emeklisi! Sabahtan akşama tuhafiye dükkânında çalışır! Eve; elleri boş geldiğini hiç görmedim! İki elinde birer file tıka basa dolu!

- Ne faydası var gelin kıza; sen o evde kalmış görümceyi unutuyorsun! Bütün gün yelpaze okumaktan, dedikodu yapmaktan başka işe yaramaz! O kız baş göz olmadıkça gelin o evde huzur bulamaz!

- Herkes ortada tepinirken; usulca kaçalım! Hay Allah gördün mü görümce olacak bize doğru geliyor!

-Saniye Abla nereye valla bırakmam, benim ağabeyim senin eline doğmuş! Erken erken kaçmak olur mu? Hem iki laf edemedik! Saniye Ablacığım! Bizim oğlanın başı yandı! Bu kız kurusu bize lâyık değil ama elden bir şey gelmiyor!

-Haklısın kızım Allah çirkin talihi versin! İnşallah senin de mürüvvetini görürüz!

-Ablacığım oturun biraz daha! Ben bizim gelinle bir iki dönüvereyim! Sonra ağabeyime şikâyet eder!

“Bahçelerde börülce oynar gelin görümce! Oynasınlar bakalım bir araya gelince” Bu türküyü severim, yer geldiğinde yorumlarıma katarım!

Sekiz Mart bana dayanışmadan gayrı neler anımsattı!

Küçük bir kız çocuğu; babaannesine âşık, anasına olduğu kadar!

Babaanne de biricik oğluna! Gelin tahsilli, ufacık tefecik, gelmişi geçmişi iyi, eline yüzüne bakılır da; ufak tefek yanık izleri olmasa bağrında! Gelin bebek yaşında; kaynar sular dökülmüş üstüne!

Küçük kızın üç halası ve babaannenin ağzında çam sakızı olmuş bu konu!

Halalar babaanne bir yanda, ana diğer bir tarafta! Küçük kız iki arada bir derede!

Koca kadın olduğunda fark etmiş; yara açmak için yanık izlerinin bir bahane olduğunu! Ne fayda! Hiçbirine kalmamış, anaya zehir ettikleri bu dünya!

Biz biliriz içten fethedilir, kolay düşmeyen kaleler! Dışardan gelen toplara tüfeklere her daim olmasa da direnmek mümkündür!

Cadı kazanı kaynıyorsa veya o kazanı kaynatmak için odun oluyorsa; kaleyi müdafaa ettiklerini savunanlar, mücadele başlamadan barış elden kaçabilir!

Dizginlere sıkı sıkı sarılan insanoğlu; hangi nedenden ötürü paylaşsın ki? Tanrının bize armağanı çocuklarımıza hayranız, seviyoruz!

Gözlerimiz başka hiçbir şey görmüyor! Öyle de olmalı!

Görmezden geldiklerimiz; bizlere sekiz Martı armağan ediyor!

Türümüz mü tehlikede? “Çok şükür bu evrende bizim de yerimiz var! Daracık taşlı topaçlı bir alanda da olsa” diyerek şükür mü etmemiz gerekir? Bizden gayrı canlılara!

İnsan kızının teselli mükâfatı sekiz Martı var! İnsanoğlunun yok ise eşitlik yok demektir! Şimdi, bu gün, bu sene bunlar geçti aklımdan!

Bunun sorumlusu Sezen Aksu!

Alman radyolarından günün şerefine:

“Bu kızı yeniden büyütmeliyim!”diyerekten seslenirse; ben minicik bir kadın, nasıl olurda “Kadınlığı” bir güne sığdırabilirim!

Resim: www.aerzte-ohne-grenzen.de/ alıntı.

Berlin: 18.Mart.2008

 
Toplam blog
: 584
: 853
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Dinleyenin olmadığı yerde anlatmanın önemi! Nasıl YAZAN oldum. 'Yalnız doğar, yalnız göçer' eskile..