Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bozkır güncesi

Bozkır güncesi
 

Karadeniz hamsileri pırıl pırıl, kıvrım kıvrım , cin cin hem de mavi mavi bana bakıyor , kasabadaki balıkçının tezgahından.

O gün kasabanın pazarı, üç haftadır Uşaklı Balıkçı(!) ekmek arası balık yapıyor kocaman tavasında. Soğan, marul domates de ikramiyesi yanında. Sardalya balıklarını itina ile temizleyip , kılçıklarını çıkarmış , balığın gövdesini iki yana açmış unlamış, börek misali kızartıyor. Tam kıvamında. Kasabanın erkekleri başında ama... Kızları toplayıp gittim , üstelik de orada ayaküstü , iştahla götürüyoruz ekmek arası sardalyaları. Kadınız ya, önceliğimiz var (!)

Ertesi hafta kadın sayısı çoğalıyor. Uşaklı Balıkçı , tabureler getirmiş kızartma tezgahının yanına bu kez. Kadınız (!) önceliğimiz var, taburelere kuruluyoruz. Burada göstermelik bize yer veren adamların evlerinde , karılarına, çocuklarına ne biçim eziyet etmiş olabileceklerini düşünüyorum birden. Tabureme biraz daha yerleşiyorum , onbeş dakika da olsa beylik beyliktir , hesabı...

Hamsiler bana bakıyor tezgahta bütün baştan çıkarıcılıkları ile. Nasıl da büyümüş irileşmişler . Tam ızgaralık aslında. Ama bizim Uşaklı Balıkçı sardalyada ısrarlı. Şimdi Yıldız olsa da turuncu turuncu, pirinçli yekrüseha usulu bir kızartsa bunları, diyorum ve şöyle başımı kaldırıp Karadeniz cenahına doğru bir bakış fırlatıyorum uzun uzun...

25 sene öncesine gidiyor birden düşüncelerim. Şu düşünceler de durmak bilmez bi türlü. Nasıl gitti, nereden gitti bi bilsem, durduracağım. Akçakoca Belediye yıllarından kırık dökük görüntüler takılıveriyor zihnime. Her öğlen sobalardan çıkarılan közlerle yapılan hamsi ızgara sefaları. Sadık geliyor aklıma , Lütfü Bey, Hatice, Havva, Canan... Karadeniz kızlarının neşe içinde karşılıklı düzdükleri maniler ve ortalığı çınlatan kahkahalarımız... Hamsinin sadece kuyruğu kalmış elimde , bütününü yemişim başı, kılçığı...Allah ne verdiyse ! Sadık takılıyor, Neşe Hanım senin hamsi yiyişini gören hiç kimse Bolulu olduğuna inanmaz ! Onlar, kuyruğu da götürmüşler, aramızdaki tek fark , bi hamsi kuyruğu kadar yani !

Hamsinin üstüne mutlaka , tahin helvası yeniyor. Hamsi başka türlü ölmezmiş çünkü !

...........

Barın erkek yaş ortalaması 45 , kadın yaş ortalaması ise 20 ! Bu ne demek diyorum, yanımdaki Dr. Barış'a . Barış " erkekler çıtır sever " diyor . Hıh, diyorum , sen öyle san ! Kadınlar yaşamaktan çoktan vazgeçmişler , demek. Çoktan teslim olmuşlar kaderlerine. Ben olmayacağım !

" Bir sevgili uğruna sende benim gibi yanma arkadaş...
Giden gelir mi sandın, aldandın boşa yandın
Bırakıp gitti seni, neden ismini andın
Anma arkadaş...anma arkadaş... "

Erkin Babanın çok da bilinmeyen uzun yıllar öncesinde kalmış ve asla unutmadığım şarkısını söylüyor üniversiteli gençler gitar eşliğinde.

Arkasından, Yalnızlar Rıhtımı geliyor,
Oradan "Resimdeki gözyaşları " na geçiyorlar; Bir gün belki hayattan geçmişteki günlerden...bir teselli ararsan bak o zaman resmime. Gör akan o yaşları...

Yerimde duramıyorum. Şarkılara katılıyorum avaz avaz. Hepsi de harika, hepside benim şarkılarım. Gençliğimin şarkıları, her birinin anıları, sevdaları saklı içimde.

Sanki sadece ben varım orada. Sibel şaşkın şaşkın bana bakıyor. Karşı masadaki çocuk sevgilisini bırakmış , şaşkın şaşkın bana bakıyor.

Dr. Barış da katılıyor bana, bağıra bağıra birlikte söylüyoruz şarkıları bu kez. Ama gençler müziğin ritmini hissetmiyorlar sanki. Oralı bile değiller. Ne dudakları kıpırdıyor , ne ayakları ! Fast food gençliği bunlar ! Ne Erkin Babanın, ne de Cem Karaca'nın farkındalar... Onları ne harekete geçirebilir, acaba ? Umutsuzluğa kapılıyorum bi an. Müzik bile değil de ne ?

Ama sahnedeki üniversiteli gençler , iyi müzik yapıyor doğrusu. Teşekkür ediyorum gidip yanlarına. Garson teşekkürümü iletmiyor çünkü. Yiğidin hakkını yiğide vereceksin. Gülümsüyorlar yüzüme bakıp mahcup mahcup...

Sonra birden ;

" Beyaz giyme söz olur ,
Siyah giyme toz olur...
Gel beraber gezelim, muradımız tez olur.
Salına da salınada gel ,
Hadi yavrum dön dolaş yine bana gel..."

türküsünü söylemeye başlıyorlar. Gözlerime yaşlar hücum ediyor aniden. Yan masadaki grup ta katılıyor türküye. Garsona , çocuğum bu arkadaşların içinde Bolulu var mı , sorar mısın yan masaya, diyorum. Garson anlamsız anlamsız yüzüme bakıyor. İçtiğim bir kadeh votka- soda nedeniyle sarhoş olduğumu filan düşünüyor olmalı.

Bolu türküsü bu, diyorum. Bolu türküsü...

Bilmiyordum abla, Bolu türküsü olduğunu diyor .

Yaşlar yanaklarımda süzülmeye devam ediyor.

Isparta uçağındaki 57 kişiyi düşünüyorum. Son anlarını, neler hissetiklerini ölüme giderken. Bir saat sonra neler yapmayı planladıklarını. Bir daha asla eşlik edemiyecekleri türküleri...Babasının ilk kez görüp bağrına basacağı Ceren bebeği. Acıbademde Eczacı Sibeli düşünüyorum. Belki de geride bıraktığı sevgilisini. Onu alanda bekleyen anne- babasını. İstanbuldan yolcularını uğurlayanları. Daha evlerine varamadan acı acı çalan telefon sesini...

Ve nükleer enerji konusunda çalışmalar yapan altı bilim insanını. Bu seviyeye gelmek için nasıl çalıştıklarını, gecelerini gündüzlerine katıp. Neler ıskaladıklarını hayata dair...Yarım kalan projelerini.

Her şeyin bittiği o anı düşünüyorum...

Türkü bitiyor.

Dışarıda yağmur başlıyor...
 
Toplam blog
: 171
: 2319
Kayıt tarihi
: 15.02.07
 
 

Düşünen, üreten, kendine, insana, çağına sorumlu, tavırlı, taraflı , çağdaş ve yüzü aydınlığa dön..