Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '08

 
Kategori
Ramazan
 

Bu kadar fesat olduğumu bilmiyordum

Bu kadar fesat olduğumu bilmiyordum
 

Eskiden İstanbul’da belediye otobüslerinde biletçiler vardı… Otobüse arka kapıdan binilir, ön kapıdan inilirdi. Hani bilmeyenler için söylüyorum, nostalji falan yapmak için değil… Biletçileri kaldırdılar… Herkes gişelerden bilet alıp kutuya atmaya başladı…

Sonra sahte biletler çoğalınca yeni çözümler arandı, derken kağıt bilet yerine Akıllı biletler (Ak-Bil) çıktı. Eğer kırk yılda bir seyahat ediyorsanız, ya da İstanbul’a misafir geldiyseniz ne olacak? Demokrasilerde çareler tükenmez, Şoförler, birer Akbil edinip müşterilere -pardon yolculara- hizmet sunmaya başladılar.

E, bizim vatandaşlar nasıl olsa otobüste şoförün Akbil’i var diye tedariksiz-teklifsiz otobüse binmeye başlayınca, şoförler yolculara Akbil basmaktan, bu arada daha da beteri, inadına yapar gibi bir bilet için 20 lira, 50 lira verenlere para üstü temin etmekten otobüsü kullanamaz hale geldiler.

Belediye bunu yasakladı. Ama başka çözüm de yoktu. Şimdi yasak masak uygulama devam ediyor.

Şu anda bir bilet 135 kuruş. Akbil bastığınızda 130 kuruş kesiyor. Şoförler 150 kuruş alıp bu arada hafiften yollarını da buluyorlar…

*****

Geçenlerde bir otobüse bindim, Akbil’im dıdıdıııd dıdıdıııd, içinde yeterli kredi yok sesi verdi. Akbilciler bu sesi iyi bilirler. Elimi cebime attım, 140 kuruş bozuk para çıktı. Utana sıkıla “140 kuruş var ama…” dedim. Şoför gayet pişkin “bir buçuk lira alıyoruz abi” dedi.

Çaresiz 20 lira verip bozdurdum.

Evvelki gün yine ana duraktan bir otobüse bindim. Otobüs boştu, ön tarafa oturdum. Bu şoför daha pratik zekalı. Akbil’i tam kutunun altına bir iple bağlamış. Gelen parayı veriyor Akbil’i bastırıyor. Yolcuların yarıdan fazlası şoförün Akbil’ini kullandı.

Bir ara kucaklarında birer çocuk taşıyan bir çift bindi otobüse... Paraları ellerinde hazırmış, şoföre verdiler. Otobüs hareket edince tutunmaları gerekti. Kucaklarında çocuk da olduğu için zorlandılar. Bu şartlarda Akbil basmaları zordu.

Şoför de yardımcı olmak için, “siz geçin efendim, ben basarım” dedi. Öteki durağa geldik, şoförün Akbil’i bastığı falan yok. İkinci durağa geldik, durum aynı. Üç, dört… bu saatten sonra artık kim basar Akbil’i…

İçimden neler söylüyorum, ne senaryolar yazıyorum bilseniz... Kızıyorum, adamı tersliyorum, bağırıyorum, kavga çıkıyor, yolcuların kimi benden tarafa, kimi şoförden yana, iş uzuyor, büyüyor, karakolluk oluyoruz filan…

Ben de çok sevdiğim bir arkadaşımın 40 mevlidine gidiyorum…

Bütün bunlar gözümde büyüyünce de, “boşver yaa bana ne, ne olacak adamla başımı belaya sokucam da, hem işim var gücüm var. Zamanında yetişmem gerek” filan diye kendime nutuk atıyorum.

Bu arada ne kadar yol aldık bilmiyorum. Şoför bir kenara çekti otobüsü, “benden bu kadar” dedi, Akbilini çözdü ve iki kere basıp “hadi eyvallah” deyip gitti.

Onun yerine başka biri binip direksiyona geçti. Meğer şoför değişmiş…

*****

Benim halimi düşünebiliyor musunuz? Kendi kendimden utanıyorum. “Ne kadar da fesadım, sonuna kadar beklemeden şoförü kütü niyetli ilan ettim, onu sahtekâr yaptım, iki bilet parasını cebine indirdiğini düşündüm” diye kahroluyorum.

Siz de biliyorsunuz ki, çocuklarımızı yetiştirirken kimseye güvenmemelerini öğütlüyoruz, herkesin kötü niyetli olduğunu anlatıyoruz, ortalık sahtekâr dolu, herkes üçkâğıtçı diyoruz. Fesadlık bizim ruhumuza işlemiş. Ya da toplum öyle bozulmuş ki, korunmanın tek çaresi bu olmuş.

Yalnız burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta var.

Bütün olaylarda haklı olduğumuzu düşünüyoruz ve sadece kendimizi dürüst görüyoruz. Bizden başka herkes yalancı, herkes bizi kandırmaya, kazıklamaya çalışan potansiyel dolandırıcı…

*****

Tek uyanık, açıkgöz biziz. Hem iyiyiz, dürüstüz, hem de tedbirli ve uyanık….

Böyle bir savunmaya geçtiğimiz zaman, hepimiz tek tek kendi dışımızdakilere karşı bir savaş açmış olmuyor muyuz? Böyle garip bir savaştan zaferle çıkmamız mümkün mü? Yani tek başımıza bütün dünyaya karşı mı duracağız?

Eğer bizim dışımızdaki herkes bizim kötülüğümüzü istiyorsa, bunu engelleyebilir miyiz? Engelleyebiliyor muyuz, yoksa öyle mi zannediyoruz?

Rahat ve mutlu yaşamanın sırrı, güvenli bir ortamda yaşamaktır. Birbirimize güvenmeyi öğreneceğiz. Birbirimiz hakkında kötü şeyler düşünmeyeceğiz. Kalbimizde fesatlık barındırmayacağız.

Fesatlık toplumu için için kemiren bir kurt gibidir. Bizi yiyip bitirir. İçimiz boşalır, koflaşır da hâlâ hiçbir şeyin farkında olmayız. Tıpkı bugün olduğu gibi… O yüzden Allah fesatlığı sevmez. (Bakara 205).

Fesatlığın sonu bozgundur, bozgunculuktur.

*****

Toplum tek tek insanlardan oluşan bir bütündür. Onu bu hale biz getirdiğimize göre, istersek düzgün hale de getirebiliriz. Hemen en yakın çevremizden başlayarak birbirimize güven duymaya ve birbirimiz hakkında olumlu şeyler düşünmeye başlayalım. Tedbiri de elden bırakmayalım tabii, aldanmayalım, ama kimseyi de aldatmayalım.

Bir zamanlar ankesörlü telefonların sürekli tahrip edildiğini bilirsiniz. Dahası var İstanbul’daki modern durakların camları bile ilk zamanlar ikide bir kırılırdı.

İnsanlar zarar veriyor diye hizmetten vazgeçilseydi ne olurdu? Bu konforu, bu kolaylığı, bu güzelliği yaşayamazdık. İnatla ve ısrarla iyi şeylerin yerleşmesi için uğraş vermemiz lazım. En az kötüler kadar iyiler de kendi özelliklerini topluma yansıtmak için mücadele etmek zorundadır.

Önce kendime söylüyorum, artık fesatlık yok, tamam mı?

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..