Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ağustos '13

 
Kategori
Şiir
 

Bugün de ölmedim anne...

Bugün de ölmedim anne...
 

....


http://www.youtube.com/watch?v=o02UBfGVv3E

(Dardayım, yalanım yok...)

 

Onunla, Ahmet Kaya’nın o yürek titreten şarkısı “Dardayım”da, yine Ahmet Kaya’nın seslendirdiği o nefis şiiriyle tanışmıştım:

 

“BUGÜN DE ÖLMEDİM ANNE

 

Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım

Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum

Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum

Bu gün de ölmedim anne.

 

Kapalıydı kapılar, perdeler örtük

Silah sesleri uzakta boğuk boğuk

Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük

Bu gün de ölmedim anne.

 

Üstüme bir silah doğruldu sandım

Rüzgâr, beline dolandığında bir dalın

Korktum, güldüm, kendime kızdım

Bu gün de ölmedim anne.

 

Bana böylesi garip duygular

Bilmem niye gelir, nereye gider?

Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar

Bu gün de ölmedim anne.

 

Ahmet ERHAN”

 

Ahh.. usta ah… Nasıl yaktı milyonlarcamızın içini, yüreğinden süzdüğün dizeler yıllar yılı bir bilseydin keşke.  Umutsuzluğa dair tek kelime bile yazmak istemem genelde. Ama oturunca klavyenin başına; gelir işte bana da böylesi duygular… İnsanız be usta, en basit hallerimizle, tüm acziyetimiz ve zaaflarımızla insanız… Sen ki ne güzel anlattın yıllarca bu hallerimizi dizelerinde…

 

Lise ikinci sınıfta, ilk kez bir şeyler yazıp bir kâğıda, şiir niyetine okuduğumda çok sevdiğim ve beni de sevdiğinden emin olduğum bir büyüğüme; yüzüme bakıp bana tedirginlikle:  “Şairler çok acı çeker evlat; ya veremden ya kanserden ölürler; yazma bir daha böyle şeyler” dediğini hatırlıyorum. O zaman anlamadığım bu sözleri; büyüdükçe(!), yıllar içinde kalbime batan çiviler sayesinde çok iyi anladım.

 

Şair, ozan, sanatçı Ahmet Erhan ellibeş yaşında hayatını kaybetti. Kanserden. O, Türkiye’nin, Türkçe’nin, ülkemizin en iyi şairlerinden biriydi.

 

“Sevda epeydir sevgiyi söylemektir zannediliyor” diyen kocaman bir yüreğin sahibiydi. Bu sözleriyle; çok yalın ve çarpıcı bir şekilde eleştirdiği; popüler kültür denen zırvalığın gereksiz kalabalığında çok göze çarpmıyor gibi dursa da; bilenin iyi bildiği; “Alacakaranlıktaki Ülke (1981) - Behçet Necatigil Şiir Ödülü, Deniz, Unutma Adını! (1992) - Yunus Nadi Armağanı, Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi (1997) - Cemal Süreya Şiir Ödülü, Halil Kocagöz Şiir Ödülü, Şehirde Bir Yılkı Atı (2005) - Behçet Aysan Şiir Ödülü, Sahibinden Satılık (2008) - Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü” gibi; ülkenin en prestijli şiir ödüllerinin hemen hemen hepsini almış; şiirleri Ahmet Kaya, Yeni Türkü, Selda Bağcan, Teoman… gibi birçok sanatçı tarafından bestelenmiş ya da seslendirilmiş olan bir ozandı o…

 

Çağına, çağının sıkıntılarına, insana, insanın hikâyesine, insanın acılarına, trajedilerine, yıkımlarına duyarlı, kalbini ülkesine ve halkına vermiş; kendini şiire adamış bir ozandı. Bir ozan olmanın tüm sorumluluklarını alnının akıyla taşıyan, ozan olmanın hakkını sonuna kadar veren gerçek bir sanatçıydı o. 

 

Şimdi susmak zamanı usta; senin o güzel hatırana saygıyla şiirler okumak zamanı… Senin; kalbinden süzdüğün şiirleri, senin; yıldızlardan toplayıp dizdiğin şiirleri okumak zamanı…

Şimdi, kelimelerin acının içinde birer tüy gibi uçup gittiği; bizi terk ettiği; susmak zamanı…

 

OĞUL

 

http://www.youtube.com/watch?v=GHMqesSXqWU

 

Anne ben geldim, üstüm başım

Uzak yolların tozlarıyla perişan

Çoktan paralandı ördüğün kazak

Üzerinde yeşil nakışlar olan

 

Anne ben geldim, yoruldum artık

Her yolağzında kendime rastlamaktan

Hep acılı, sarhoş ve sarsak

Şiirler çırpıştıran bi adam

 

Kurumuş kuyunun suyu, incirin

Sütü çoktan çekilmiş

Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi

Ayrık otları, dikenler bürümüş

 

Kapıdaki çıngırak kararmış nemden

Atnalı ve sarımsak duruyor ama

Oğlum, mektup yaz diyen

Sesin hala kulaklarımda

 

Anne ben geldim, ağdaki balık

Bardaktaki su kadar umarsızım

Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?

Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın…

 

Ahmet ERHAN

 

 

KALIRSA BİR SORU

 

http://www.youtube.com/watch?v=yqJKxY6NDaA

 

Kalırsa bir soru kalır benden

Yanıtı var mıdır bilmem

Denizine, göğüne, toprağına

Uçanına, kaçanına bu dünyanın

Kalırsa bir soru kalır benden

Ölüm gelir, gün akşama kavuşurken

 

Kalırsa bir soru kalır benden

Yanıtı var mıdır bilmem

Yazar elim upuzun bir şiir

Söyler dilim içli bir türkü

Kalırsa bir soru kalır benden

Gökte yıldızdır o, toprakta gömü

 

Kalırsa bir soru kalır benden

Bir de üç beş şiir, iyi kötü…

 

Ahmet ERHAN

 

 

GÜLŞİİR

 

Gece yarısı, karanlık bir bozkırda

Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım

İçinde onca insan, içinde dünya...

Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkûm

Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,

Haklı olan kim bu kargaşada?

Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir

Ucu bucağı olmayan bu çığlığın

Ortasında nasıl barışılabilir?

Anlamak isterim, hangi yasa

Bir beşikle bir darağacını

Aynı ağaçtan, ne adına var edebilir?

 

Sorular sormak için geldim şu dünyaya

Yasım acıların yasıdır

Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da

Yollara düştüğümde, başımda denizköpüklerinden

Ya da sabah yellerinden bir taçla

Yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım

Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım

Bu söylencenin bir yerinde durakladım

Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.

 

Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını

Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver

Yitirdim çünkü onları da…

İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık

Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler

Ne de geleceğime dair bir tasa.

Gelirken çan çalmıyor yalnızlık

Bir adam, bir sokak, bir ev

Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca

 

Soruların vardı senin, ne çok soruların

Gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna

Bir fısıltı gibi başladı sevgim

Çığlık oldu, kâğıtlarda çiçek açtı sonra

Sonrası... Mutlu bile olduk bazı

Artık sen yadsısan da ne kadar

Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir

Anlatsın yollar, yollar, yollar...

 

Şimdi gece, soluğumu verdim içime

Az önce kâğıtlara gül kuruları serptim

Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım

Öylece serptim, seni yazacağım diye

Sen ki, deniz görmemiş bir denizkızısın

Aklımın almadığı bir yerde, öylesin

Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık

Bize artık yeter de artar bile...

 

Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın

En yakın dostlarımın birer birer

Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların

Ölümünü gördüm, ama kimse

İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!

Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan

Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkça

Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır

Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.

 

Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen

Yüreğimi bir gün yollara atarsam

Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım

Suyumun çoğu senden yana akacak

Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim

Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap

Gülaşk, Gülşiir, Gülahmet, Gülerhan

Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!

 

Gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün

Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü

Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm

Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına

Kokundu, bedenimi saran o ince buğu

Esintisinde usul usul yürüdüğüm

Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..

 

Sanki bir kız yürürdü yollarda

Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi

Kapımı açardı gümüş bir anahtarla

Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk

Tozlu kitapların yığıldığı odalarda

Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini

Yatağımda bedeninden bir oyuk.

 

Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından

Saçlarına saçlarına doğru titrerdi

Şimdi kâğıtların üstünde gidip gelen ellerim

Titremiyor artık, yolunu biliyor şimdi

Gece yarılarını çoktan geçti

Bu şiir bitmeyince var olmayacak ellerim

Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız

Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.

 

Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden

Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık

Bir Akdeniz kentinde limon koklayan

Ve hep ufkun ardına bakan çocuk

Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden

Çaldı yüzünü bir yaşamlık

Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından

Şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.

 

Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben

Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan

Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip

Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat

Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak

Ama haykıracağım laflarını tuzla kesip

Yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.

 

Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular

Neresinde yanıldık biz bu yaşamın?

Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı

Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?

Kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar

Ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye

Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye

Hep direnen bir yanım kalacak

Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.

 

Şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle

Üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte

Yorgun değilim, umarsızım yalnızca

Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta

Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim

Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim

Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..

 

Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim

Kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak

Titreyen bir ışık karanlıklarda

Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?

Sonunda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak

Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.

 

Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende

Yaşamımın bir dilimini özetleyen

Unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor

Donuyor bir gülüş tek bir dizede

Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem

Çivileniyor beynimin bir yerlerine

Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor

Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.

 

Nefret ediyorum ve seviyorum seni

Girdiğin bütün kapıları açık bırak

Birazdan git diyebilirim çünkü..

Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini

Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını

Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak

Uzayan, akan bir irin yolu gibi.

 

Sözcükleri güden çobanları var kalbimin

Beynimin yaşamı saran kıskaçları

Bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum

Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan

Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri

Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki

Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.

 

Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme

Yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur

Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke

Kalbimdir ona tek sınır

Susmayı bunun için severim bir çığlık gibi

Donup kalır sesim kendi göğünde

Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.

 

Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada

Kendi içimde ya da uzak yollarda

Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar

Bir mozaiğe biçim veriyorlar sessizce..

Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor

Irmakların birleştiği o nokta benim

İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda

Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.

 

Bir gün anlarsın beni neden suskunum

Dünya içimde konuşurken böyle

Bedenimi aşıyor yorgunluğum

Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor

Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride

Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.

 

Adını çoktan unuttun yüzün aklımda

Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum

Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur

Bunun için ben “Gül” dedim sana…

Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa

Kökleri toprağı saramaz olur

Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan

 

Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa

Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına

Her çırpınışta gökyüzüne dağılır

Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.

 

Kâğıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor

Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler

 

Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni

Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler

Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca

Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü

Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber

Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.

 

Sana artık bir sığınak olsun bu şiir

Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır

Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken

Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi

Öyle acemilikler yaptım ki ben

Hiç kalır bu şiir onların yanında ve

Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.

 

Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın

Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak

Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum

Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak

Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle

Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir

Bir yeniyetmenin altını çizeceği dizeler benden

Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...

 

Ahmet ERHAN

 

 

Mekânın cennet olsun usta, şiirlerle karşılasın seni melekler…

 

Sen erkenden gittin ama; daha yüz yüze oturacaktık seninle; daha sana; “Sevdadan ölünür mü be usta; ben ölüyorum da galiba…?” diye soracaktım…   

 
Toplam blog
: 160
: 2717
Kayıt tarihi
: 16.04.09
 
 

Öykü Şiir Deneme ..