Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '17

 
Kategori
Aile
 

Bugün günlerden babam…

Bugün günlerden babam…
 

“Tam on yedi yıl önce bugün babamı sonsuzluğa uğurlamıştık. Özlemle anıyoruz.”
Sert bakışlı iri kocaman yeşil gözleri vardı. Kusursuz yüz kemikleri, çok nadir görünse de içten gülüşleri vardı. Hissettiği ile yaşadığı, yaşattıkları aynı olmasa da bize kattıkları, kazandırdıkları vardı.
 
Uzun parmakları yıllarca matbaadaki o dev büyüklükteki makinenin klavyesinin üzerinde harikalar yaratırdı. Saatlerce tepemde dikilir, daktilo sesleri ve düzeltmelerle uzun geceler geçirirdik. Ödül alacağı zaman mutlaka beni yanında götürür, ödülün ona sunulacağı tepsiyi hep bana tutturur, usule uygun olmasa da ödül anı fotoğraflarında mutlaka yanında olmamı sağlardı.
 
Kendi elleri ile dizdiği binlerce kitabın içerisinden her ay dört ya da beş kitap seçer getirip odamdaki komodinin üzerine bırakırdı. “Bu ayın kitapları bunlar. Hepsi bitecek sonra birlikte hakkında konuşacağız” derdi. Her ayın ilk günü aynı cümle ile uyanırdım.
 
O zamanlar ceza gibi gelen dünya klasikleri, dünya tarihi, Türk Tarihi, polisiye ve aşk romanları, psikoloji, felsefe, dinler tarihi, tüm kutsal kitaplar ve neler neler. En son Obsesion’u okurken isyan ettiğimi hatırlıyorum. 14 yaşındaydım ve Obsesion okumak istemiyordum. “Sana kazandırmak istediğim bilgileri reddetme ne kadar yaşarım bilinmez. Hatta bir kaç sene sonra okuduğun konular değişecek. Kendi tercihlerine yöneleceksin. Bu bilgilerden mahrum kalacaksın. İlgini çekmezse bir daha yüzüne bakmayacaksın. Yarın bir gün nereye geleceğin belli değil. Nasıl bir çevrede yaşayacağın da. Her konuda az da olsa bilgi sahibi ol diye yapıyorum bunu.” dediğinde ikna olup hem Obsesion’u hem de benzerlerini okumayı kabul etmiştim.
 
Dayatma ile okuduğum bir çok kitabı hatırlamadığım doğrudur ama o hatırlamadığım kitaplar sayesinde geliştiğim de bir gerçek. Yazmayı da okumayı da ondan öğrendim ben.
 
En önemlisi güçlü olmayı. Stres yönetimini, olaylar karşısında sabırlı ve soğukkanlı davranabilmeyi de. Birlikte çok başarılı olmayan ilişkimiz, ayrılınca bana güç olarak geri döndü. Söylerdi zaten ara ara. “Ben sana kötü olmayı gösterip iyiliğin değerini öğreteceğim. İyi olmak için kötü nedir bilmen gerekir” derdi.
 
Hayatıma olumlu ya da olumsuz dokunuşları beni şekillendirdi. Sayesinde pırıl pırıl üç kardeşim oldu. Hayat içerisinde imkansızlıklar ile nasıl ayakta dimdik durulur, nasıl kanaat edilir, kabullenilir, mevcut şartları iyileştirmek için neler yapılabilir çabasını kazandım.
 
Bağırdığında, esip gürlediğinde, kırıp geçtiğinde bizden aldıkları yerine bize tecrübeler hediye etti babam. Varlığı ile hayat zor geçmiş olsa da yokluğu ile acı ve özlem verdi.
 
Öyle çok öpüp koklamayı, sarıp sarmalamayı, elinden tutup gezdirmeyi, saçlarımızı okşamayı, sevmezdi. Keyfi yerindeyse birlikte şarkılar söylerdik. İzmir de bir radyonun çocuk korosu seçmelerine hazırlamıştı beni. İlk öğrendiğim şarkı Hümeyra’nın Kördüğüm şarkısıdır. “Ya herşeyim, ya hiçim. Sorma dünya ne biçim. Bir kördüğüm ki içim. Çözdükçe dolaşıyor.” diyordu “Hümeyra” şarkısında. Bu sözler bile babamı anlamaya yeterli aslında.
 
Bir de nadiren annemle dans ettiğini gördüğüm tek bir şarkı kaldı aklımda, o da sevgili Barış Manço’ nun Kol Düğmeleri şarkısıydı. Mesafe ile yönetirdi aradaki bağı. Kurallar içinde, disiplinli bir şekilde yaşardık o varken. Konuşmasına gerek kalmadan bakışlarıyla anlatırdı olması ve yapılması gerekenleri. Kurallar açık, şartlar belliydi hep.
 
On ay süren hastalık sürecindeki mücadelenin ardından bir gün tırnaklarını kesmemi rica etti benden. Soğuk hasta parmak uçlarını avucumun içerisine aldım. Canını acıtacağım korkusuyla ellerimin titrediğini düşünmüştüm o an da. Oysa o güne kadar biz babamla bu kadar yakınlaşmamıştık. İlk kez bana gerçekten ihtiyacı vardı. Üstelik bu daha önceleri bana hazırlattığı kahvaltılara, pastırmalı yumurtalara, sütlü irmik tatlısına, orta şekerli kahvesine ve çayına attığım şekeri karıştırmama benzemiyordu.
 
Tıpkı uzun yıllardır varlığını unuttuğu annesinden tırnaklarını kesmesini ister gibi şefkat açlığını hissettim. Çocuk gibi elleri avuçlarımın üzerindeyken özenle tek tek tırnaklarını kestim. Bittiğinde bana teşekkür etmek yerine özür dilemeyi tercih etti. Neden özür dilediğini sorduğumda ise “Bana sunduğun şefkat ve anlayışı bugüne kadar sana hissettiremediğim için özür dilerim.” dedi.
 
Canım babam, sunamadıklarınla kazandırdığın karakterimin mücevherleri ile dolu hayatım. Kaybettim, örselendim, hırpalandım, yoruldum ama hala dimdik ayaktayım. Bunu sana borçluyum. Senden öğrendiklerim şimdiki hayatımın sebebi. Yine dünyaya gelsem yeniden kızın olmak isterdim. Tek fark benden önceki hayatının daha iyi anılarla geçmiş olmasını dilerdim.
 
Sen yüreğindeki sevgiyi hapis edip kendi içinde mahkum bir adamdın. Ödün patlardı sevdiğini göstermekten. Bağlanmaktan. İnsanların sana bağlanmasından da korkardın sen. Bağın olduğu insanlara kızardın. Sana hayatı kendi içinde yarattığın hapishanede yaşatanların ayıbı bu.
 
Sen kocaman, savunmasız kökleri zedelenmiş, dalları kırılmış, fırtınalarda yıpranmış bir çınar, damsız bir ev, bilgisi okyanus olmuş, zeki, yakışıklı, zorluğuyla özlenen benim babamsın.
 
Seni seviyorum babacığım.
 
Toplam blog
: 158
: 253
Kayıt tarihi
: 22.08.15
 
 

Karşı kıyıdan kendi topraklarına geri dönmüş bir ailenin İstanbul'daki bolca edebiyat kokan evinde ..