Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '13

 
Kategori
Deneme
 

Bugün

Bugün
 

Siz daha iyisini yazana kadar en iyisi bu. Bir Suret035 tribi.


Tarihler sadece paragrafları bağımsız kılmak için kullanılmıştır, herhangi bir sıra ve anlam ifade etmez.

17 Şubat

Deniz kenarında yürüyüş yapmayı sevdiğim bir yol var. O güzergâh üzerinde yola yazılmış yazılar var ilki: “Seni çok seviyorum aşkım” yanında tarih de atılmış. Kırk metre sonra bir başka yazı ve renkle: “Sadece sevdim, şimdi özlemimsin” yazılmış az ötede bu kez bir kayanın düz yüzeyine: “Unutamam seni tekilim” ve yolun en sonundaki bankın üstüne “İnci öper!” yazılmış (tam olarak öper değil ama şimdi kim uğraşacak editörle). Anlıyoruz ki bunları yazanlar hep adamlar. Hep birilerini seviyorlar, hep özlem çekiyorlar, hep aşk ateşiyle yanıyorlar. Memleket filan da umurlarında değil, sadece aşkı arıyorlar bazen de kendi sözlüklerini tanıtıyorlar. Biraz arabesk olmakla birlikte ilginç doğrusu, onlarla ortak yönlerimiz yok değil netice de yola da, taşa da, kayaya da, oduna da olsa “yazmak” edimi söz konusu. Kendileriyle tanışmak, kaynaşmak ister miyim? En azından şimdilik sanmıyorum.

26 Nisan

Gece üçe doğru yeniden ateşlendi. Anlaşılamayan bir kelimeyi kısa aralıklarla ve kısa bir süre sayıkladı. Boğuk bir öksürükten sonra sol yanına dönmeye çalıştı, sırtını yorganla destekleyip yeniden sırt üstü devrilmesini engelleyecek mecali bulamadı kendinde. Su içmek için bir anda doğruldu. İçtiği birkaç yudum midesinde tortulanmış alkolü tekrar kanına karıştırmaya başladı. Küçük bir ekranı eline alıp baktı, saat ve hücre bilgi görüntüsünden başka bir zarf yoktu, aradığı şeyi onda bulamadı. Tekrar sızdı çok derin bir uykuya süratle daldı. Henüz yirmi dakika geçmişti ki tekrar uyandı, ama bu süre içinde müthiş dinlendiğini, dinçleştiğini gördü. “Gün de ışımak bilmedi” diye düşündü. Sonra da “Gün ışımak ne ucuz klişe bunlar; düşüneceksem, hava aydınlanmak bilmedi, diye dümdüz düşüneyim işte, havam kime acaba!” diye düşündü. Hiç bu kadar dünyasına sıkışmamıştı, sonra güzel gönüllü kadının sözünü sesli olarak içine doğru tekrar etti: “Boş ver hocam, ne vicdanı!”

21 Şubat

Beyninizin akil hücrelerini bir araya getirip, kendi iç barışınızı yapmak adına, çözüme odaklandığınızda içmeden de yazabileceğinizi fark ediyorsunuz. Temiz havada, güneşe doğru yürüyüp ilhamınızı soluyabiliyorsunuz. Panik halde yazı cihazınıza koşturmanıza da gerek yok, unutmuyorsunuz çünkü sabah benexol içtiniz. An itibariyle demli bir çay gibisi var mı?

18 Şubat

En tuhafı da, yaprak sarmasıyla sevdiğinin adının baş harfini tabağa yazan adam gördüm. Annesi öldüğünde defnedilirken mezarından küçük bir taş alıp, onu 3 yıldır arabasının torpido gözünde gezdiren adamla aynı kişi muhtemelen. Belki de, sevdiği kızla vedalaşırken kızın: “hadi yerden bir taş bulalım hatıra olarak saklayalım” önerisini ciddiye alıp yerlere bakınan bu esnada hatunun aslında sadece aptal bir şaka yaptığını fark eden adamın da akrabası bu arkadaş. Siz tabi bunları mübalağalı şekiller olarak değerlendirebilirsiniz. Gösteri peygamberliği, diyebilirsiniz. Lüzumsuz, çocukça ve anlamsız bulabilirsiniz. Ne de olsa sizin için hayatta daha elitist şeyler var; parfüm ismi ezberlemek gibi.

11 Mart

Özgüvenini alkolle ya da sakızla sağlayan insana şunu sormak lazım: acaba kibirli görünmemek adına kendini değersizleştirmenin de kendi içinde gizli bir kibir barındırdığını anlamıyor musun? Aslında pekala ne olduğunu biliyorsun, belki de sırf bunu diğerini daha üst bir seviyede konumlandırmak için yapıyorsun. Bir şekilde onu yüceltecek kelimelerini tükettiğini sandığında kendini aşağı çekiyorsun ki hep O zirvede kalsın istiyorsun. Yapma bunu kendine de haksızlık ediyorsun, ne kadarsan o kadarsın işte, daha azı gibi görünmeye çalışmak da neyin nesi! Kimse de bunun için minnet duymaz.

Bir ay önce

Aslında hiçbir şey bir anlam ifade etmez. Hepimiz nihilizme bulaşmış tipik orta yolcularız işte. Farklıyız sanıyoruz, hiçliğimizi kabul ettik diye olduk farz ediyoruz, oysa aynı b...u yemeye devam ediyoruz. Kutsanmış düzenlere aykırı gelemiyor, yalanları yaşamayı sürdürüyoruz hele bide bunu kendimizce mantığa bürüyüp, zeki olduğumuzu sanıyoruz. Aynı yolun yolcusuyuz hemşerim, sadece sen pencere kenarını kapmışsın, bana arka beşlinin ortası kalmış. Kandırmayalım bizi, bir yalanı bile yaşayamıyoruz.

Bir süre daha önce

Ben hayatımda bu kadar gözleriyle sözleri uyumsuz bir insan görmedim. Sözleri: serin, şımarık, ukala, kaygısız olabiliyorken; gözleri her daim hüzünlü güleç. Ben hayatımda bu kadar kaşlarıyla kirpikleri tutarsız bir insan daha görmedim. Kaşları: hırçın, hırslı, hadsiz olabiliyorken; kirpikleri her daim huzurlu, uysal, mülayim. Ben hayatımda bu kadar elleriyle ayakları dengesiz hiç bir insan görmedim. Ayakları: kendini beğenmiş, egolu, çok bilmiş olabiliyorken; elleri mütemadiyen tedirgin, titrek uzlaşmacı. Ne biçimsin sen arkadaşım? Ne ayaksın güzelim?

İlk Önce

“Sevişmek gerginliği alır, sendeki eşeklik baki kalır” dedi. Karşılık veremedim, sakız da yoktu. Sustum yüzüm kızardı. Yüzüm kızardığı için de yüzüm kızarır benim; utangaçken, mahcupken, patavatsızlığa maruz kalmışken de.

İlk önceden bir süre sonra

Zamana yaymalı elbet, zaman içinde yavaş yavaş hatırladıkça anlatmalı. Yoksa doğru dürüst dinlemeden paylaşılan şarkılar gibi olur anılar. Onların olgunlaşmalarına izin verilmeli, her bir nüansın ayrı ayrı değerlenmesine sabredilmeli. Zaman aşımı bile göze alınmalı, gerekiyorsa ancak yıllanmış şarap kıvamını aldıklarında lezzetinden bahsedilmeli anıların. Hiçbir şey henüz çiğken yeterince lezzetli değildir.

Bir süre pozisyonunu koruduktan sonra

Hani size “beni boğma sıkma” diyen tipler (prototip sevgililer) oluyor ya, onlara deyin ki: Sen benim en olgun çağıma denk geldin tatlım. Bundan 3-5 gerideki vatandaş olaydın da göreydin, yanında olamadığım saatlerini dakikası dakikasına nasıl planlıyordum: Şu saatte yemek yesen, şu saatte şu filmi izlesen, şu saatte şuradan şuraya kadar şu kitabı okusan, şu saatte zı...k olsa, sonrasında 15 dk duş-15 dakika nemlendirici sürüp saçını kurutmak olur, hadi bu saatte de 20 dk serbest zaman, en geç şu saatte yatak, sabah 8’i 1 geçe de mesaj ve faaliyet raporu verilmeli. Sen beni çok açık düşürdün tatlım, sen zihnimi yalın ve bilge yakaladın güzelim, gerçi ben kendi kendime de gelmiş olabilirim taklaya. Bilemedim şimdi.

O gün

Belli yaşanmışlıkların, heba olmuş varoluşların ardından huzurevi sakinleri gibi bir aşk özlüyor insan. Buruşmuş tenlerin dışarıdan bakıldığında mırıltılı, kulak verildiğinde huzurlu sohbetlerini arıyor. Bir salkım söğüt altındaki bankta yan yana ve el ele oturup: öğle yemeğinden, havaların da bir öyle bir böyle olduğundan, ağrıyan-sızlayan diz eklemlerinden, hükümetin eleştirisinden, dünkü gazetenin iğneli köşe yazısından, üniversite anılarından söz etmek istiyor insan. İhtiras yok, hırs yok, nümayiş yok, patavatsızlık hiç yok. Dozunda bir yaşam tutkusuyla, sonsuz bir dinginlik bakınıyor insan. Yok. Bulamıyor.

O günden bir süre önce

- Seni ağlatacak, ağladığına emin olacak, kendinden başkasıyla konuşamaz hale getirecek, yıllar önce yaptığı gibi yapacak. Sana sorular soracak, sana tuzaklar kuracak, bir süre çıktıktan sonra tiksindiğin insanlar olacak, senden hesabını soracak, inanmadı inanmayacak, güvenmez güvenmeyecek. Sende izlerini bırakacak, sırf bunun için gerekirse varoluşunu adayacak. Kaç ondan kurtul şimdi ya da hemen ağlama taklidi yap, kıyamaz ağlayana, düşsün yakandan. Aksi halde seni altüst edecek, soyunup hazırlan buna. -Bunu niye yapıyorsun Olric? Lütfen bencil olma Olric!

Zamanının gerisinde

Ağrıları vardı, kısıyordu gözlerini sızıdan. Yalvarmaya hazırdı bile bile hoşlanılmadığından. “Gel yada kal” demenin/dedirtmenin yollarını arıyordu, kimselerin gururundan taviz vermeden. İçmeyi bırakmaya da söz vermişti kendi kendine, kendinden habersiz. Hepsi şairi dinlemediğinden olsa gerekti; basit yaşamayı becerse bile aşkta basit kalmayı beceremiyordu. Çok basitti oysa: “seversin, kavuşamazsın, aşk olur” demişti Aşık, evvelce bunu da duyurmuşlar mıydı acaba? (Bak hâlâ…)

En eskiden

Acıdan besleniyordum, mutsuzluktan. Mutlu olmayı kendime yakıştıramadığımdan değil oysa, tabiatım gereği böyleydim. Hüzün hoşlanmaysa, acı aşktı benim için. Oysa birçoğu için acı ayrılıktır, nihai bitiş. Olağan seyrinde giden bir ilişkiyi bile, kısa zamanda kendim için acı çeşnili bir aşka dönüştürebiliyordum, ne yetenekti ama. Bu emsalsiz yeteneğim sayesinde sırf normal görünüp normal davranabilmek adına ne büyük enerji sarf ediyordum. Bu noktada manik depresif ruh hali, bipolar bozukluk, şizofrenik sancı, paranoya eğilimleri vb gibi budalaca bulduğum psikiyatrik terimlerle kendimi teşhis-teşhir edecek değilim. Budalaca bulduğum psikiyatrik terimler değil de, bunlarla kendini teşhis-teşhir etme ve bundan manasız bir gizeme sığınıp rant sağlama çabası. (Çok iyi anlattım kendimi ayakta alkışlıyorum.:)

Henüz mevsim değişmeden, belki de henüz ay bile bitmeden, aranızdan biri canımı yakacak. Mutlaka son akşam yemeğinden sonra. (Yazar burada İsa’ya gönderme yapmaktadır, tövbe haşadır.) Bunun sizi en çok sevdiğini söyleyenden gelmesi ne acıdır. Son bir mektup göndermek istersiniz aslında, terk edilmişin mektubu. Ama o andan itibaren neyi değiştirir ki bu mektup. Neyi hedefler örneğin. Geri döndürmeyi mi? Geri döndürse bile artık eskisi gibi olmaz, artık yeterince irtifa kaybetmişsinizdir, yeniden yükselemezsiniz. Bilirsiniz işte. Kaldı ki o andan sonra o mektup layıkıyla okunmaz, o mektubun okunma ambiyansı asla sizin kafanızda tahayyül ettiğiniz gibi olmaz. Misal: muhatabın derin ve koyu bir zamanda bir başına, ilgili melodiler arasında, sigarasından derin bir soluk alıp, içkisinden sağlam bir yudum gömüp, tekrar tekrar hüzünle okuyacağını düşünürsünüz. Yanılgıdır. Muhtemelen hızla üstünkörü okunur ve aceleyle yok edilir, zira artık başka bir boyuta geçilmiş, başkaca öncelikler belirlenmiştir. Örneğin yeni tanışın tek kelimelik “özledim” mesajını okumak ve yanıtlamak daha mühimdir artık. Oysa terk edilmişin mektubu bu gelişigüzelliği hak etmemiştir, bu sıradanlığa layık değildir. Bu nedenledir ki terk edilmişlerin mektupları evrene yollanır, birbirleriyle uzay boşluğunda selamlaşırlar, taşıdıkları hüznün ağırlığına aldırmadan salınır dururlar. Tabii siz henüz ortasındayken her şeyin, yollamadıysanız o mektubu (var bunu yapan denyolar).

Bi de şu var tabii, o mektupta ne yazacak? “Şu şöyleydi, bu böyleydi, sen şunu dedin, ben aslında o türlü bakmamıştım, şimdiki aklım olsa…” gibi şeyler yazılacağını düşünüyorsan tenekenin ta kendisisin! sen şimdi 2-3 gün eve kapan, başını ellerinin arasına al ve bunu bi düşün tatlım.

Dedim ya bu mektupların amacı yok, hedefi yok, acı verme-hüznü emme gücü yok, en fazla amatör sokak edebiyatını besleyen metinler olabilirler. (Çok iyi anladınız sizi ayakta alkışlıyorum.:)

Dünden sonra yarından önce

Günaydın. Bugün henüz kimseyle konuşmadım, kahvaltı da yapmadım. Sanırım birazdan Urla’ya gidip geleceğim. Kimseyle konuşmadığım ve kahvaltı yapmadığım zamanlar hep Urla’ya gidip gelirim. Urla henüz kimseyle konuşmamış ve kahvaltı da yapmamış insanları sever, bağrına basar. Yeter ki doğru hızla ve doğru melodiyle seyredin. Urla sizi asla yanıltmaz, asla yarı yolda bırakmaz, “Bi yarım saatliğine kahve içmeye Çeşme’ye gittiydim” demez, hep yerindedir, bekler sizi, “içeri gir” diye ısrar da etmez. Dilerseniz hırsınızı, öfkenizi, kırgınlığınızı, tutkunuzu, günahlarınızı hemen kapısına bırakıp, arınarak dönebilirsiniz. Urla size gönül koymaz.

Eroir

(Tadilat nedeniyle kapalı olduğundan eroir’e ara verilmiştir.)

Özlü Laf: "İnsanlar hayatlarının kurtulmasını istemiyorlar. Hiç kimse sorunlarının çözülmesini istemiyor. Dramlarının. Önemsiz meselelerinin. Hikâyelerinin çözümlenmesini, pisliklerinin temizlenmesini istemiyorlar. Çünkü geriye ne kalacağını biliyorlar. Büyük ve korkunç bir bilinmeyen. Demek ki neymiş: tanıdık bildik bokun içinde yuvarlanmak, bilinmez boşluk ve hijyen denizine yelken açmaya yeğmiş...

Fight Club’ın da yazarı olan Chuck Palahniuk abimiz Gösteri Peygamberi’ni yazarken bulmuş.

- Peki bi ara verelim mi, hazır fırsatın varken diğerlerine de zaman ayır, blog. (Geçtu bizden sevdaluk, al cebumdan çoraplari. Yıldım memleket güzelinden, blog.)

 

 

 
Toplam blog
: 41
: 815
Kayıt tarihi
: 27.01.10
 
 

En güzel hikayesini henüz yazmamış olan, Smyrna'da yaşayan, henüz yolun yarısında bulunan, kamu g..