- Kategori
- Blog yazarları tartışıyor!
Bülent Ülkü;12 Eylül sonrasının bir basın şehidi

Hani bazen nerdeyse umutlanacağım, galiba bu sefer olacak diye… Bu sefer bu cinayet çözülecek, aydınlatılacak diye… Ayhan Çarkın’ın konuşmalarından sonra yine içimde kıpırtılar oluştu… Ancak hepsi o kadar, sonrası yine derin bir sessizlik… İçimde derin bir sızı var benim yıllardır, kendimi ucundan kıyısından sorumlu hissettiğim; 12 Eylül öncesinde ve döneminde çok ağır bir bedel ödedi bizim kuşak… Ölenler, yaralananlar, içerde yatanlar, işkencede sakat kalanlar, kafayı sıyıranlar, okullardan atılanlar sıradan şeylerdi bizim için… Fakat beni en çok 12 Eylül sonrası işlenen bir cinayet acıtmıştır…
Adı K. Bülent Ülkü… Onunla Kadırga öğrenci yurdunda tanıştık… Çok sessiz, sakin ve efendi insandı. Ben yaş olarak ondan büyüktüm. Yurtta sanırım 3.senemdi o geldiğinde… Önceki senelerden tanıdıklarım vardı kaldığımız odada… Onlarla tartışırdık bazı konuları; Var oluşçuluk, nihilizm vs vs noktasına sürüklenmiştik kendi isteğimizle… Erich Fromm, Nietzsche vb yazarların kitaplarını okuyorduk… Bakın altını çiziyorum, kendi isteğimizle oldu bunlar. Sonra konuşuruz bunları…
Bülent ilk zamanlar odada konuşulanları dinlemekle yetiniyordu. Siyasi geçmişi yoktu. Liseyi bile 12 Eylül sonrası başlamış ve bitirmiş biriydi… Zamanla kendisi iletişim kurdu benimle… Aramızda harika bir arkadaşlık oluştu… Beraber gezer tozar, eğlenir, aynı kitapları okur olduk… Öğrenme isteği olağan üstüydü. Sürekli tartışmak istiyordu. Fakat zamanla sol düşünceye merak saldı. ‘’Her şey güzelde yanlışa müdahale etmek gerekir’’ dedi en sonunda… Fakat bizlerde o dönemde devrimciliği yaşamış, yenilmiş, ruh olarak dağılmıştık… Çünkü 16-20 yaş arasında ‘’çocukların işi/sorumluluğu’’ değildi bütün bunlar. Tüm bu olumsuzlukları kaldırabilecek örgütlenmeyi bırak, kırk parçaya bölünmüşlüğün bir bezginliği yorgunluğu vardı üzerimizde… 12 Eylül geldi, ohhh bu devrimcilik oyunundan kurtulduk diyen binler vardı bu çocukların içinde…
Ben yurttan ayrıldım, Bülent’te tüm yalvarmalarıma karşın okulu bıraktı… Gemlik/ Karacaali’ye yerleşti… ‘’Körfeze Bakış’’ adlı bir gazete/dergi çıkarmaya başladı. Ben o sıra evlenmiş hatta baba olmuştum. İstanbul’a geldiğinde mutlaka bana uğrardı… Balık rakıyı çok severdi… Salata ve yemeğin süslenmesini ben ondan öğrendim… Salatayı mutlaka o yapardı… ‘’Halkımızın parasını ben rakıya balığa vermem… Fakat seninkini seve seve veririm.’’ derdi… İşte bu kadar ilkeli bir sosyalistti… Sanırım o bölgede bazı fabrikalarda sendikal örgütlenmeler içine de girdi. Ancak hiçbir zaman silahla işi olmadı… Gazeteciydi o… Ama çok mutluydu son gördüğümde… Hiç pişmanlık yoktu sözlerinde, seçtiği yaşam şeklinden dolayı.
Hakkında epey dava açıldı bu arada... Hatta Cumhurbaşkanına (Evren) hakaret davası bile oldu hakkında. En sonunda ‘’bilinmeyenler kişilerce’’ kaçırıldı… Bursa Uludağ yolunda cesedi bulundu… Faili meçhul sayılıp, kimsesizler mezarlığına alelacele gömülmek istendi… Oysa kafasına çok yakından kurşun sıkılmış ve öldürülmeden önce korkunç işkenceler görmüştü…
1992 yılından beri her rakı içtiğimde hatırlarım Bülent’i. Her hatırladığımda onu özlediğimi hissederim iliklerime kadar… Sevdiği bir insanın avuçlarından su gibi kayıp gitmesidir Bülent benim için… Bir ona küfrederim bir kendime; ‘’Niye gittin’’ derim ona… ‘’Niye gitmedin onla’’ derim kendime… Kaç kereler katılmak istedim Cumartesi Anneleri içine…
İşte bu cinayet çözülürse devleti affedeceğim ben kendi adıma…