Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '10

 
Kategori
Blog
 

Bunları, bıliyor muydunuz? (17)

Bunları, bıliyor muydunuz? (17)
 

& Facebook’ un kapısını araladığımızda, tanıdık simaların eksiksiz kadro halinde orada bulunduklarını, şen şakrak olduklarını,

& Oradakilerin, mahalle değiştirmekten dolayı feraha erdiklerini, en çok da kendi yazılarının editörleri olmaktan dolayı sevinçli olduklarının gözlemlendiğini,

& Eski blogcuların, geldikleri yerden hala küs olup, yeni yerlerinde küslük müslük çekmediklerinin hikmetini bilemediğimizi, bilse bilse ahşapçızade Ballı Ahmet’in bilebileceğini,

& Bir zamanlar karga diye bir blogcumuz vardı. Aynı yerde de kargaliçe vardı dediğimizi, ikisinin de işi bırakıp yazmadıklarını, Kargalar kraliçesinin” “ bekâret ve namus” bloğunun çok akademik olduğunu ve tavsiye ettiğimizi,

& Milliyet Internetinde blogculara disiplin getirildiğini, pırt zırt EGE sayfasına, İzmir çıkışlı haberlerin artık alınmayıp, başka kategorilerde yayımlandığını. İzmir için, Ankaralardan, İstanbullardan, Konya’lardan yazı yazanların şapkasını önüne koyup düşündüklerini,

& Bu seçiciliğe de bizim, buradan şapka çıkardığımızı,

& Başka kategorilerde blogların hepsi ya resimli veya resimsiz konsaydı dediğimizi, resimsiz blogların orada benzetmekte ayıp olmasın ama “odun yığını gibi” durduğunu,

& Temel çivisi ile MB’ğa çakılan çakma isimliler, asıllarından fazla hit aldıklarını,

& Kuru imzalara karşın, blog’da “yaş” imzaların çoğaldığını, bu sonuncuların halâ yaşa yatarak, ne elde ettiklerinin de sorgulandığını, bir kimsenin ayrı isimlerle aynı bloğu yazdıklarının bilindiğini,

& Erkek blogcuların ise neden “nal” topladıklarının “sır” olmaktan çıktığını, cinsiyetin baş faktör olduğunu,

& İçimizde çok müşkülpesentler bulunduğunu, elini sıcak sudan, soğuk suya sokmadıklarını, ne edebiyat ne de felsefi değerleri olmayan yazılarına rağmen, herkesleri hit almakta geçtiklerini,

& Bu işler, neden böyle oluyor diye, dönüp arkamıza baktığımızda, önce bayan olmak gerektiğini, sonra da arkanız ekrana yarı dönük bir gizemli resminizi koyacaksınız dediğimizi, (Resim sizin olmayabilir de. Dert mi?),

& Sonra da “yapsam yapsam ne yapsam” deyip, “evrake, evrake” diye fırlayarak işe koyulup, klavye başı yaptığında döktüreceksiniz. ”Bu gün çok canım sıkılıyor. (Sıkılır a!) Saçımı kessem mi ucundan? Dur sen, bir blog yazayım da moralim düzelsin erkenden (ne blogmuş be!) Yazsam yazsam ne yazsam? Dur bizim haspaya sorsam. O çocuğa gıcık oluyorum zaten. Şimdi de, takmış burnuma. Ben sadece burnumu düzelttirmedim. Tutmuş eğri burun diyor bana. Kendisine baksa ya. Onun her yeri takma!”

& İşte size blok. Yeme de yanında yat. Gelsin tıklar, gitsin tıklar; sokuşturulsun kılçıklar, atılsın başlıklar, kırılsın başlar, duyulsun ahlar! Yorumlar da, yorumlar, birbirini tırmalar, yenen herzeler, nerde o naneler.. Ay hepsi de mi takmaymış. Ay inanmıyorum kız!” Yorum sayfaları biter, çevir kaz yanmasın der. Lingo lingo şişeler, ellerin dert görmesin emi? Yesin onu nenesi, komşudan gelir sesi “ Ölümü gör, kimseye söylemem. Ah başımı alıp nerelere gidem. Sormaz mı üstelik memnun musun taktırdığın yerden? Ah, ah ah. Önümüz yaz. Elinde mayosu, ah deniz banyosu.. Ah Asiyemin güğümleri aynalı,

& Aramızda Orhan Tez ve Irmak Denizsu isimli “çakma” oldukları iddia edilen bu iki blogcunun, sahtekâr olup olmadığına, kendilerinin karar vereceğini, bile bile lâdes misali, herkesin gözü içine baka baka bloglarını döktürdüklerini, mahkemelik olsalar, hakimin kimin yakasına yapışacağını bilemeyeceğini, ifadelerinde " Bunları ben de tanumayrum" diyebileceklerini,

& Esas derdimizin bu çakma, kakma, takma hallere bürünmesinin esas sebebini de anlayabilmiş olmadığımızı, demek ki günlerden bir gün MB’dan sepetlenseler, onlara acıyanların çıkıp çıkmayacağını bilemeyeceğimizi,

& Bu ikilinin mevcudiyetlerinin temelini, hocanın, tavşan suyu çorbasının suyunun ve de suyunun suyu’nu teşkil eylediklerini

& Sevda şairi bilirdik amma, bloğundaki memleketine, bu kadar âşık olana az rastlanır dediğimizi, yazdığı “Gel desem” şiiri ile Fethiye’ye ilânı aşk eden Fethiye isimli şairi, resmini de görünce, bir yerlerden gözümüzün ısırdığını,

& “Seviyorum dedim ama nerdesin? / Okyanus kadar berrak değilsin” derken de, bu haksızlığa, doğrusu gücendiğimizi

& Ayrıca da o sahillerin, boydan boya, maviliklerden de öte “berrak” olduğunu bildiğimizi, her sevene ve sevilmeyene “tu kaka!” demenin şairliğe yakışmadığını, ancak kafiye zorunluluğundan aksamanın kaynaklanmış olabileceğini sanmakla teselli olduğumuzu,

& A be kaynana olcak kemçık / Açtırma kutuyu / Sületme kötüyü / Zurla kuca mı edecen bana / Kapçık aazlı uulun Feti’yi / Bi şişe kiloluk rakı olur mu başlık parası / Serhuş edip / Düve düve razı etmiştir ulun babamı / Daa kapanmamıştır bööründeki sumsuk yarası / Bir uulun ulacak cüceye bakasın bir de bana / Una içirmemiş midirsin sütünden kana kana / Gelinim dimen yitmez midir / Sevinesin, yakasın kıçcağızına kına…” & Bu şiiri sayfasında yayınlayan uzun skeç tarzındaki yazısıyle

& Yüksel Önaçan’ın bir bayan arkadaşı, Romanlarla “üj – bej” ay birlikte yaşayabilmek için kuruluşlarla kontak aradığını bildirdiğini, kendisinin de, “Roman” ağzıyle roman yazacağını,

B İ L İ Y O R

M U Y D U N U Z ?

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..