Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mart '11

 
Kategori
Anılar
 

Bursa'nın ufak tefek taşları...

Annem Bursa-İvazpaşa’daki evde dünyaya gelmiş. Dayım ise Bulgaristan’da doğmuş. Anlattıklarına göre dayım Bulgaristan’dan göç sırasında daha 4 yaşındaymış. Bir sepetin içinde gelmiş Türkiye’ye. Geldiklerinde Türkiye’de yokluk günleri yaşanıyormuş. Türkiye ikinci dünya savaşına girmemiş ama ekonomik olarak ciddi zorluklar yaşamıştı. Ekmeğin karneye bağlandığı günlerdi o günler. Herkese çeyrek ekmek düşermiş. Dayım çok ağlarmış “nerde benim çeyreğim” diye. Dedem çoğu kez kendi çeyreğini verirmiş ona. 

Dedem sert bir adamdı derler ama bize hiç öyle davranmadı. Bursa’ya has yuvarlak bir pide türü vardır, (Tatar sofrasından) Cantık…Dedem bize hep cantık alır getirirdi. Üstelik kasayla Uludağ gazoz alırdı biz ordayken. Bize verildiğinde içtiğimiz dışında, biz de gizliden içerdik gazozları. İki katlı bu evin ahşap merdivenleri vardı. En büyük zevklerimizden biriydi bu merdivenlerden kaymak. Çoğu zaman yukarıdaki yatak odasından aldığımız yastıkları altımıza koyar ve takır takır merdivenlerden aşağı kayardık. Çıkan gürültüyü siz düşünün artık. Ama Ali Dayı hiç sesini çıkarmazdı bize. Evin yan tarafında bir çıkmaz sokak vardı. Osman çıkmazı….Hayatın önüme çıkardığı çıkmazlar geldi aklıma Osman Çıkmazı’nı görünce….Hayatın çıkmazları gibi Osman Çıkmazı…Çocukluğumda girmişim bu çıkmaza…Ama çıkmışım…Hep çıktım bir şekilde…En önemlisi çıkılabileceğine hep inandım ve halen güçlüdür bende bu inanç….İnanmayana ve çıkmazları büyütenlere kızarım bu nedenle….Çıkmazın doğası çıkış vermemek ama insanın doğası çıkış bulmak çünkü…İnsanı doğadan ayıran da bu oldu sanırım…Yaşamak için çıkış buldu, mutlu olmak için buldu ve hep aramaya devam etti…Bu çıkmazda, arkadaşımız Taki’nin evi vardı. Taki, Rum’du galiba. Dedem Taki diyemez, Takke aşağıya-Takke yukarıya derdi. 

Hayatımda bir kez bayıldığımı hatırlarım, bu da Osman çıkmazında olmuştur. Birbirimizi bayıltmaya çalışmıştık orada. Çocukluk merakı işte. Önce kimde deneyelim denince kimse cesaret edemedi, bende deneyin demiştim. Bende denedi arkadaşlarım ve başarıyla sonuçlandı deney. Ben bir ağaç gibi bayılıp yere yıkıldım. Burnum kanamıştı yere düşünce. Sonra da hayatım boyunca yaşadığım onca zorluğa rağmen bayıldığımı hatırlamıyorum. Nenemin evine Osman çıkmazından geçilirdi. Nenem, terasta ortancalar yetiştirirdi. Öyle güzel çiçek verirmiş ki bunlar, çevredeki kahveler nenemden çiçek alır kahvelerine koyarlarmış. 

Değişik bir kadındı nenem. Gezmeyi çok severdi. Annem anlatır, o zamanlarda o yaşıyla canı sıkıldığında otobüse atlar İstanbul’a gezmeye gidermiş. Öyle sadece hava değişikliği yapmak da değilmiş gayesi, iyice gezermiş, keyif alacağı şeyler yaparmış İstanbul’da. Mesela o zaman da varmış Eminönü’nde balık-ekmek yeme keyfi. Nenem, gezmek kadar, keyifli şeyler yapmayı da severmiş. Canı sıkıldı mı alıp başını giden nenem nedeniyle, benim de alıp başımı gitmelerim hep neneme benzetilir bu nedenle. 

Dizimde kocaman bir yanık izi vardır. İvazpaşa’da oldu bu iz. Mahallede oynarken bir çocuk yaktığı naylonu sallamış, naylondan kopan bir alev parçası uçup dizime yapışmıştı. Bu çocuğu dövmek için kovalamış ama evine kaçmış, ben de kapılarını tekmelemiştim. Çocukluk merakıyla mahalleden geçen çöp kamyonunun lastiği altına ayağımı koymaya çalıştığımı hatırlarım. Bana göre lastiğin içinde hava olduğundan ayağımı ezmeyecekti. O zamanlar, lastiğe binen yükü hesaplayamıyordum. Neyse ki küçük ayağımı fark eden belediye çöpçüsü kamyonun kornasına bir basmıştı ki, ben o korkuyla Osman Çıkmazı’na kaçmış ve saklanmıştım. 

O zamanlar Teksas-Tommiks kitaplarına para atma oyunu vardı. Çocukların oynadığı bir kumar diyebiliriz. Kitap yere konulur. Tabi üstü iyice cilalanmıştır. Hatta hile yaparlar, kağıt düz durmasın diye kimi altına kibrit çöpü yapıştırır, kimi karton koyar. Amaç beş adım uzaktan atılan madeni parayı kitabın üstüne kondurmak. Öyle kolay iş değildir bu. Kitabın kapağı öyle kaygandır ki, para değer-değmez kayar geçer. Hep de 25 kuruş atılırdı. Bazıları ihtisasını yapmıştı bu işin.Parayı havaya diker cuk diye oturturdu ve kitap sahibinin 25 kuruşunu cebe atardı. Üç kere kondurursa kitabı da alırdı. Aklımda öyle kalmış oyunun kuralı. Bir de kader-kısmet çekilirdi. Delikli bir düz kartonun altına başka karton konur, delik hizasına rakamlar yazılır, araya da barak(jelatin) yerleştirilirdi. 10 kuruşa kazıtırdık barakları. Her barağın altında bir rakam, her rakama karşılık düşen bir hediye bulunurdu. O zamanlar en büyük hediye Ülker çikolatalı gofretti. Küçük hediyeler sakız yada alelade gofretlerdi. Bunun da hilesi vardı tabi. Çikolatalı gofret bulunurdu birisince. Ama çocuklar büyük hediye bulunduysa kader-kısmet oynamak istemeyeceği için, o deliği kapatırlar, sanki halen kartonda o hediye varmış gibi yaparlardı. 

Bir de Pınarbaşı’na giderdik. Orada panayır kurulurdu. O zamanlar lunaparklar sabit ve devamlı değildi; seyyardı. Pınarbaşı’na gelirdi lunapark.Oraya gider eğlenirdik. Tüfek atardık. Motosiklet kiralardık. Bursa’ya yıllardır gitmemiştim. Geçen yaz, gittim ve gördüm çocukluğumun anılarını taşıyan o yerleri .Aklıma bunlar geldi yıllar sonra… 

24.03.2011 

 
Toplam blog
: 5
: 698
Kayıt tarihi
: 24.03.11
 
 

Hukuk fakültesi mezunuyum. Özel bir şirkette insan kaynakları departmanında çalışıyorum. Hayata d..