Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '07

 
Kategori
Güncel
 

Büyük Ortadoğu Projesi ve Özalizm

Büyük Ortadoğu Projesi ve Özalizm
 

Sevgili Dostlar, bu gün sizlerle “Özalizm” ile ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) arasındaki ilişkiler konusundaki görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Özal gelene ve muhteşem felsefesi!!! “Özalizm” Türkiye’ye hakim olmaya başlayana kadar, Türkiye’de karmaşa olsa da, sokak çatışmaları görülse de batı ile felsefi anlamda sıkı ilişkileri olan, daha bilinçli, daha aydın bir insan topluluğu vardı. Ancak onun iktidara gelmesinden sonra, tamamiyle akıldan yoksun, daha duygusal ve bunun sonucu olarak da, batının daha doğrusu ABD’nin çıkarlarına mutlak hizmet ederken, kendi iç sorunlarımızı göremez ve de çözüm üretemez bir yapıya büründük. Yani, modernleşiyoruz, çağ atlıyoruz derken, daha karmaşık bir yapıya büründürdük günlük yaşamı ve bunun sonucunda da ne çağ atladık, ne de insanlarımızı aydınlatabildik. Sürekli tükettiğimizden borcumuz arttı, namus, şeref, onur, gurur türünden kavramlar önemsiz bir hal aldı.


Amerika Birleşik Devletlerinin bu güne kadar sahip olduğu düşünce yapısına göre, elbette çoğunluğu müslüman olan bir ülkede, aydınlık olmamalıydı, felsefe olmamalıydı, olamazdı da aslında. Tüm Müslümanlar nasıl olsa aynıydı, tüm Müslümanlar onların gözünde Endonezya’da bir stadyumda toplanıp Hilafeti geri isteyen 100 bin kişi gibiydi. Aslında bu ABD’nin işine de geliyordu ve Hristiyanlığı daha modern bir çizgide gösterip, müslümanlığı aşağılayarak ya da basit göstererek emperyalist amaçlarına daha kolay ulaşabilirlerdi. Elbetteki bu aşamada, Fethullah Gülen’in dahi kabul ettiği “müslümanlar 1453 yılından bu yana Dünyaya hiç bir katkıda bulunmamışlardır” sözünde saklı olan yaşama şekline bağlı kalmadaki inatıçılığı ile müslümanlar ABD’ye hizmet dahi ediyorlardı.


ABD bu planını aslında I. Dünya Savaşı sırasında yapmış, ancak Mustafa Kemal’in “Manda ve Himaye kabul edilemez” şeklindeki dimdik duruşu karşısında, planlarını değiştirmek zorunda kalmıştı. Aynı dönemlerde, Milli Şef!!! İsmet İnönü, Manda ve Himayenin kabul edilmesinin hayırlı bir iş olacağını söylemişti Mustafa Kemal’e. Zaten Atatürk’ün ölümünden sonra ülkede İsmet İnönü tarafından yapılan icraatlara bakacak olursak, gizli manda ve himayenin onun döneminde başladığını görürüz. ABD aklı sıra Ortadoğu’ya bir modernleşme, bir liberalleşme, bir bireysellik getirerek oraları da kendi yaşam felsefesi doğrultusunda serbest piyasacı yapma amacını güttü yıllar boyunca. O nedenden bölgeye, aydınlanma, akıl ve felsefe kullanımı gibi kavramları hiç bulaştırmaksızın, demokrasi, liberalizm ve bireycilik türünden kavramları ihraç etmeliydi ki Mustafa Kemal daha o zamanlarda bu tür bir ithalatın kişileri beyinleri elinden alınmış maymuna çevireceğini bildiği için şiddetle karşı çıktı. Kendisine öncelikli hedef olarak da aydınlanmayı ve devrimleri koydu. Aslında isteseydi kendisi de, aynen Saddam’ın yaptığı gibi tek güç olur, halkın sorunlarıyla ilgilenmez, devrimleri yapmaz, halkı bilinçlendirmeye çalışmaz ve başı ağrımadan ABD’ye yalakalık yaparak hayatının sonuna kadar sultanlar gibi yaşardı. Ama o halkına güvendi, halkının insan gibi yaşaması için mücadele etti ve de en önemlisi tüm dünyevi zevklerden kendisini geri tutarak, sadece onlar için yaşadı. O zaten gücünü, kökünün dışarıda olmasından değil, vatanından tuttuğu kökleriyle dışarıyı çok iyi tanımasından aldığından, gerçek sorunları algılayabildi ve ABD’nin ihraç etmeyi istediği yapının Türkiye’yi kaosa sürükleyeceğini gördü. Yıllardır Osmanlı’nın altında inim inim inleyen Anadolu Halkının, çaresizliğinden, akıllarının hapsedilmişliğinden kaynaklanan saflığının ancak içlerindeki potansiyelin bilincinde olarak da inançla yolunda yürüdü.


Amerika Birelişk Devletleri, aydınlanma, akıl kullanımı ve felsefe olmadan modernleşme, liberalleşme ve bireysellik türünden kavramların bir topluluğa girmesinin sonuçlarının, ne yazık ki kaos olacağını görmek istemeden bu meseleye bulaştı. Irak’ta son yıllarda yaşanan olayları gördükçe, ABD’li Amerikalıların kapitalist Dünya görüşleri içerisinde bu tür kavramları görmek istemeyişlerinden böylesi sorunları yarattıklarına tam olarak inanmaya başladım. Bu adamlar cahiller, gerçekleri ne yazık ki algılayamıyorlar ve biz de küçük ABD olmayı istediğimizden aynen onlar gibi oluyoruz gün geçtikçe Ancak aramızdaki tek fark, onların aydınlanmayı yaşayarak girdikleri tünele biz aydınlanma yaşamadan, yani, akıllanmadan girdik ve o nedenden bir kasabada açılan tek odalı genelevde çalışan bir kader kurbanı gibi önümüze gelenle yatmak zorunda kalıyoruz, devlet felsefemiz, devlet çizgimiz, etik kurallarımız vs olmadan. Aslında II. Dünya Savaşının sonuna kadar ülkemizde işler oldukça iyi gidiyordu. Taki “gizli manda” kabul edilip, uygulamaya konucaya kadar.


Yukarıda anlattıklarım şunu göstermektedir ki ABD’nin BOP’u 20-25 yıllık değil tam tamına bir asırı aşan bir projedir ve bu projenin hayata geçirilmesindeki en büyük engel ise bölge halkının aydınlanarak, aklını kullanabilir bir hale gelmesidir. Aslında bu BOP denen karın ve de baş ağrısı, Yahudilerin, Filistinlilerin elindeki arazileri para karşılığı almaya başladıkları dönemde “start” almıştır. O dönemlerde işler iyiye giderken, Mustafa Kemal gibi bir aydınlanmış deha ortaya çıkmış ve tüm planları alt-üst ederek Ortadoğu coğrafyasına biraz da olsa nefes alma imkanı sunmuş, olayları perde arkasından, suya sabuna dokunmadan yöneten ABD’nin uşağı olan emperyalistleri yurdumuzdan atarak.


Amerika Birleşik Devletlerinin yüzyılı aşkın süredir rüyasını gördüğü projenin, onlar için rüya ancak bu coğrafyanın insanı için bir kabus olan BOP’nin, önündeki en büyük engel, bilinçlenmiş, yani aydınlanmış insan yığınlarıdır. Eğer BOP’un önünde aydınlanma yönünde giden, akıl kullanabilen bir ülke olarak Türkiye engel uluşturuyorsa ya da diğer ülkelere kötü örnek oluyorsa, bu ülkeyi öncelikli olarak diğerlerinin seviyesine indirmek gerekecekti. İşte bu süreç, yani, akıllar aydınlatılmadan yapılacak bir özgürleşme hareketinin sonucunda yaşanacak süreç, ABD’nin Emperyalist hedeflerine ulaşmasında en büyük yardımı yapacaktı.


Bunu yaparken de, Mustafa Kemal Atatürk’ün savunduğu herşey sabote edilmeli, karşı çıktığı herşey de sisteme sokulmalıydı. Bu çalışmalar sırasında, kendisine Atatürkçü diyen bir çok yapılanma da, kendisini toplumdan soyutlayarak, onlara yukarıdan bakıp, küçümseyerek ve de aşağılayarak, onları aydınlatmanın değil de kendileri ABD’li gibi olmanın peşinde koşarak, O’nun bu hayallerinin gerçekleştirilmesinde O’na destek değil, köstek olmuşlardır. Bazı kesimler, ağızda Atatürkçülük yapmışlar, ancak icraatlarıyla da Atatürkçülüğün tam tersi yönde giderek, O’nun adını kullanıp, O’na en büyük ihaneti yapmışlardır. Artık toplumda herkesin şunu anlama zamanı gelmiştir; ABD bize nikah kıymayacak, ABD bizi sadece canı çektiğinde beraber olduğu, manevi yanımızın güçlü olduğunu bildiğinden bize günü birlik yaklaşarak işini bitirip, komidinin üzerine bir kaç kuruşu bırakıp bir dahaki sefere kadar “hoşçakal” dediği bir kadın olarak görüyor.


Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümüyle yeniden başlayan BOP’u devam ettirmeyi ve sonuçlandırmayı amaçlayan bu süreç, kendisi sadece mühendis olan, akıldan, aydınlanmadan, bilim felsefesinden hiç bir şey anlamadan olaylara sadece sahip olduğu mühendis kafasıyla bakan ve ABD’den kurgulanmış olarak yollanan Özal’ın o müthiş çağ atlatıcı!!!! felsefesi olan “Özalizm” ile gerçekleştirilebilirdi. Özal, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarının tam tersini yapmada, onun ölümünden sonra başa gelen tüm liderler arasında en başarılı olanıydı ki bu da ABD’nin 100 yılı aşkın süredir rüyası olan BOP’u gerçekleştirmesi için bulunmaz bir ortam hazırlıyordu. Memnundu ABD, işler iyi gidiyordu aslında istedikleri kişiler Türkiye’de iktidara geliyor, BOP yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Ancak o gün rüyalar kabus olmaya başladı, o gün gördüklerinin çölde bir serap olduğu anlaşılmaya başlandı. Yani, 1 Mart tezkeresinin red edilmesi, ABD’nin BOP hedefinin tutmadığını/tutmayacağını onlara gösteren en büyük belirteç oldu.


Şimdi müsaade ederseniz bu yazımın son bölümünde biraz da “Özalizm” felsefesinden ve ülkeye verdiği zararlardan bahsedeceğim, yukarıda saydıklarımın ışığı altında ki bunlar da bizi daha Ortadoğulu yapan ana nedenlerdir.


“Nedir Özalizm Felsefesi?” diye soracak olursanız, şöyle cevaplayabilirim kısaca; Bireysellik ön plandadır. Genellikle, bilimden, bilim insanından pek haz alınmaz, Özalizm felsefesinde. Sivil Toplum Örgütleri Özalizm felsefesini savunduğu sürece dikkate alınır. Aslında bu tür örgütlere gerek de yoktur, Tarikatların var olması yeterlidir. Kişinin yeterli olup olmamasına bakılmaksızın, paralı veya mevkili birisinin birinci dereceden akrabası olması, aynı siyasi görüşün yolcusu olması türünden kriterler o kişinin en üst makamlara gelmesi için yeter nedenlerdir. İnsan kavramı ne yazık ki pek değer görmez Özalizm’de. Makamlar genelde şereflendirmek amacıyla değilde, şereflenmek amacıyla işgal edilirler. En büyük liberalleşme taraftarı olmak mutlak şarttır ancak bu kadar borçla, bu kadar aydınlanma eksikliğiyle liberalleşme düzeyini artırdıkça emperyalistlerin elinde oyuncak olunacağı dahi görülmeyecek kadar kararmış bir göza sahip olmaktır.


İşte Özal ile başlayan süreçte toplumun doğrusu haline gelen ve herkesin zaman içerisinde kabullendiği, alıştığı yaşam tarzı budur. Şöyle arkanıza yaslanarak bir düşünün lütfen, bu felsefenin getirileri çağ atlamak olabilir mi? Bu felsefenin, yani, hani şu meşhur II. Cumhuriyetin nesi güzel, nesi insani yaşamı savunyor allah aşkına? Yani, hiç de insani olmayan bir yaşam tarzına bizi götüren bu felsefeyi savunup, daha çağdaş olacağız diye var olan güzellikleri yıkıp yerlerine bunları inşa ettinizde daha mı mutlu oldunuz? Şimdi daha mı insan gibi yaşıyorsunuz? Yıkın artık kafalarınızdaki Özal putunu...


Sanırım bu kısacık yazıyla, Özalizm ve BOP arasındaki bağlantıyı size biraz da olsa anlatabilmeyi başarmışımdır. Umarım insanlarımız, önümüzde mevcut bulunan bu tür tuzakların farkına varırlar ve gerçek anlamda aydınlanmanın, gerçek anlamda insan gibi yaşamanın Özalizm’de değil de, Mustafa Kemal Atatürk’ün doğrularında olduğunu görüp, halka yukarıdan bakmadan, onları küçümsemeden onlara doğruları gösterecek siyasi parti ya da sivil toplum kuruluşlarının önlerini açarlar.

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..