Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Aralık '11

 
Kategori
Öykü
 

Cafer Bey'in mumları

Cafer Bey, İstanbul’daki büyük bir fabrikalardan birinin sahibiydi. Diğer birçok fabrika gibi, özellikle yurtdışına gönderilmek üzere soğutucular üretiyordu. Arap ülkeleri en büyük müşterileriydi. Nasılsa Araplarda hem para hem de sıcak hava bol olduğuna göre, Cafer Beyin fabrikasının pazarlama sorunu hiç olmayacak gibi görünüyordu. Çoğu zaman malı üretmeden, hem siparişi hem de ücretini önceden alabiliyordu. Kısacası işler tıkırındaydı.


Öğle yemeğinden sonra odasına çekilmiş televizyondaki haberleri izlemeye dalmasının üstünden bir-iki saat geçmeden elektriklerin kesilmesiyle oluşan büyük sessizliğin ektisiyle sanki kafasına balyoz yemiş gibi sıçrayarak yerinden kalktı. Tüm fabrika bir anda sessizliğe bürünmüştü. Fabrikada tek duyulan ses, sistemlerin tekrar çalışması için sağa sola koşuşturan teknisyenlerin ve onları yöneten mühendislerin bağrışmalarıydı. Öğlen yediği yemeğin ağırlığı da üstüne çökünce koltuğunda oturup kalan Cafer Bey göz kapaklarının kapanmasına engel olamıyordu.


Akşam fabrikasındaki ofisinde uyuyakaldığı masasından, bir karacayı tek başına yedikten sonra güneş altında uyuşmuş aslan gibi gerneşerek uyanan Cafer Bey, şoförüne aracı hazırlamasını söylerken bir yandan da yavaş yavaş çantasını topluyordu.


Yarım saat sonra evindeydi Cafer Bey. Evdeki yardımcı hanım (Artık evdeki hizmetçilere yardımcı deniliyordu) akşam sofrasını çoktan kurmuştu bile. Cafer Bey bir iki şey atıştırdıktan sonra doğru yatağına gitti çünkü sabah tam 0815’de Japonya’daki iş ortağı ve onun önerdiği başka bir firma ile telekonferans randevusu vardı. “Bu gavurlar da neden hep böyle münasebetsiz zamana randevu verirler anlamadım gitti.” diye homurdana homurdana yatağına giderken aklına İstanbul ile Tokyo arasındaki zaman farkı gelince homurtuyu keserek yarın yapacağı konferans sonucunda Japonya’ya yapılacak olan ilk ihracatının, toplam ihracatını ne kadar daha arttıracağını hayal ederek derin bir uykuya daldı. Öyle ya, Japonya gibi Dünya teknoloji merkezi olan bir ülkeye teknoloji ürünü mallarını satabilecekti.


Geceden alarmını ayarladığı cep telefonunun ilk çığlığı ile şimşek gibi yatağından fırlayan Cafer Bey, her zamanki alışkanlığı ile doğrudan banyoya gittiğinde elektriklerin kesik olduğunu fark edince banyonun her bir köşesine konulmuş mumlardan bir kaçını yakarak duşunu aldı.


Yardımcı hanım sabahki randevudan önceden haberdar edildiği için, Cafer Bey kalmadan çok önce uyanmış, kahvaltıyı hazırlamıştı bile. Cafer Bey çayından bir yudum alıp bol kaşarlı karışık tostunu ısırdığında canı sıkılmıştı. Hemen yardımcı hanımı çağırıp bir güzel haşladı. Zavallı kadın, elektrikler kesik olduğundan dolayı tostu mum ışığında hazırladığı için biraz sert olduğunu anlatmaya çabalarken Cafer Bey malikânesinden çıkmıştı bile.


Günün bu ilk aksiliğini kafaya takmamak için yol boyunca gazetelerin ekonomi başlıklarına baktığından İstanbul trafiğinin sıkışıklığı pek dikkatini çekmemişti. Fabrikadaki ofisine geldiğinde telekonferansın başlamasına daha 20 dakika olduğunu görünce rahatlamıştı ki, fabrikadaki farklılık dikkatini çekti. Tüm fabrikada her köşede mumlar yakılmış, işçiler mum ışığında sessizce ama harıl harıl çalışıyor, mal üretiyordular. İçinden muzipçe gülümseyerek "Ulan elektriğin kesilmesi iyi mi olmuş ne? Baksana bizim işçiler ne kadar da romantik ortamda çalışıyorlar.” diye düşünmeden kendini alamadı.


Saat sekizi birkaç dakika geçe telekonferansın, aslında teletoplantı demek daha doğrusuydu ama nedense bilgi işlem müdürü hep telekonferans diyordu, tüm hazırlıkları yapılmış, bilgisayarlar ve kameralar ayarlanmış, ışığın bol olması için konferans odasının her köşesine kocaman kocaman mumlar yerleştirilmiş ve hepsi de yakılmıştı.


Saat tam 0810 olduğunda bağlantı tekrar kontrol edildi. Karşı taraf ışığın biraz az olduğunu belirttiğinde fabrikada elektriklerin kesik olduğu için telekonferansın mum ışığında yapılmak zorunda kalındığı için özür dilendi. Japon teknisyen aval aval bakarken, toplantıya katılacak müşteri firmanın CEO’su ve yardımcılarının yerlerini aldığı kameradan net olarak görülebiliyordu.


Planlandığı gibi tam 0815 de teletoplantı başladı. İlk olarak söz fabrika müdürü üretim çeşitleri ve kapasiteleri hakkında birkaç açıklama yaptıktan sonra sözü finans müdürüne devretti. Finans müdürü karşısındaki Japonları onların usulü ile selamladığında Japonların dikkatinin bir anda zirve yaptığını fark eden Cafer Bey, Hasan Beyi finans müdür yaptığı için ne kadar isabetli bir seçim yaptığını düşünmeye başladığında Hasan Bey Japonlara bir takım sayıları okumaktaydı.


Türk tarafının romantik havası kameraların karşındaki Japonları da etkilemiş olmalıydıki, teletoplantı planlanandan daha kısa sürmüş ve Japonlar yaklaşık 3 milyar dolarlık bir sipariş vermeyi düşündüklerini, bunun detaylarını görüşmek ve sözleşmelerini yapmak için aynı gün bir heyetin İstanbul’a gönderileceğini bildirdiklerinde Cafer Bey için için elektrik kesintisini sevdiğini fark etmişti.


Ertesi gün Japon heyeti söz verdikleri saatte fabrikadaydı. Hemen görüşmelere başlanıldı. Japonlar ne alacaklarını çok iyi biliyordular. Hemen bir sözleşme yapıldı ve fabrikanın üretim planları da bu siparişe göre değiştirildi.


Elektrikler hala kesikti ama fabrikada üretim aynı hızla, hatta daha hızlı devam ediyordu. Ofisinin penceresinden üretim bandını seyreden Cafer Bey, üretim bandında robotlar gibi çalışan işçilerin, gerçek robotlarla rekabet edercesine düzenli ve ritmik olarak çalıştıklarını görebiliyordu.


Telefonu kaldırarak başmühendisi odasına göndermelerini söylediğinden üç dakika sonra başmühendis karşısına dikilmişti bile. İşçilerin robot gibi hızlı ve düzenli ama yüzlerinde büyük bir mutluluk ile çalışmalarını gösterdiği başmühendise bunun sebebini sordu ilk önce.


Başmühendis Ali Bey de şaşkındı bu işe. “Sanırım elektrik kesildiği için her köşeye koyduğumuz mumlar işçileri romantik bir havaya soktu, onun için bu kadar mutlu olduklarını düşünüyorum.” diye açıklama yapmaya çalışıyordu. Başmühendis Ali Beyin bu açıklaması Cafer Beyin de aklına yatmıyor değildi doğrusu.


Başmühendis Ali Bey, tüm şehirde elektriklerin kesik olduğunu söyleyince, Cafer Beyin yıllardır aklına takılan “Elektrik olmasaydı ne yapardık?” sorusuna en iyi cevabı bulabileceği gelivermişti. Öyle ya fabrikada hiçbir şey değişmemişti. Tek değişen elektrikli ışıklandırmalar durmuş, yerine konulan mumlar ise işçilerin daha hızlı ve daha verimli çalışmasını sağlamamış mıydı?


Elektriksizliğin etkisini daha yakından görmek için Cafer Beyin aklına müthiş bir fikir geldi. Şoförüne kendisini en yakın metro istasyonuna bırakmasını söylediğinde şoför İhsan efendi dikiz aynasından melül melül bakakalmıştı.


Bilet alıp metroya bindiğinde her şey tahmin ettiği gibiydi. Elektrik olmadığı için metro vagonların çeşitli yerlerine konulmuş yanar mumların ışığında seyahat eden yolcular birbirlerini eski günlere göre daha romantik bakışlarla süzüyordular.


Son durakta metrodan inen Cafer Bey bir taksi çevirerek malikanesinin adresini söyledikten hemen sonra yorucu geçen metro yolculuğundan sonra arka koltukta uyuklamaya başlamıştı bile.


Malikanesine geldiğinde her zaman yaptığı gibi doğrudan malikanenin giriş katında yer alan ısıtmalı havuza giderek kendini havuzun ılık sularına bıraktı. Birkaç kulaçtan sonra yorulduğunu fark edip sırt üstü yüzmeye geçince, havuzun kenarına dizilmiş yanar mumları fark etti. Kendi kendine “Mum ışığında yüzmek daha mı romantik yahu?” söylenmekte olduğunu ve suyun yüzünde daha kolay kaldığını fark etmişti.


Havuzdan çıkıp, kurulandıktan sonra mutfağa yöneldi. Burnuna gelen nefis ızgara kokularından menüyü tahmin etmeye çalışarak masaya çöktü. Mutfak denilen yer çoğunun sandığı gibi, oniki metre karelik bir mekan değil, aksine tam tamına 105 metrekare alan kaplayan kocaman bir mekandı. Mekan büyük olduğu için de doğal olarak aydınlatabilmek için en azından birkaç düzine mum yakılmıştı. Mumların romantik ışığı ve hafif yanık mum kokusu altında yemeğini bitiren Cafer Bey, çalışma odasına geçip müzik dolabını çalıştırdığında, peşinden gelen yardımcı kadın odadaki bütün mumları yakma işini yeni bitirmişti.


Hemen bilgisayarının başına geçen Cafer Bey, ekranı daha iyi görebilmek için sadece mumlardan birini daha yakına almak gereksinimini duymuştu. Açılan ekrandan doğrudan fabrikasının içini veya istediği herhangi bir bölümü görebilmekteydi. Üretim bölümüne göz attığında işçilerin hala huşu içinde çalıştıklarını görünce içi rahatladı. Başmühendisin odasına baktığında mum ışılarının altında hesaplara dalmış olan başmühendisin yüzündeki mutluluğu görünce daha da rahatlayan Cafer Bey, odasının kapısının kapalı olduğunu iyice kontrol ettikten sonra kamerasını yeni sevgilisi Aysu’nun yatak odasına çevirdi.


Aysu da odasında birçok mum yakmış, Cafer Beyin bağlanmasını beklediği bilgisayarının başında kendini beklerken buldu. Sevgili Aysu’su sağ yanında daha parlak yanan mumum ışığında daha da romantik ve sevimli görünüyordu. Birkaç hal hatır sözcüğünden sonra sanal aleme dalmışlardı çünkü Aysu birkaç aylığına Amerika’ya gitmişti. Mecburen şimdilik sadece sanal takılabileceklerdi.


Yaklaşık birkaç saat süren sohbetten sonra rahatlamış olarak yatak odasına yönelen Cafer Beyin gözüne, yirmi yıllık karısı Şükufe, yatak odasında yanan onca muma rağmen nedense hiç de romantik gelmemişti. Söylene söylene ve “İnşallah Şükufe uyumuştur da, benden bir şey beklemez” diyerek sessizce yatağına süzüldü.


Derin uykuya dalmadan önce fabrikanın elektrik mühendisi Emrah Beyle olan tartışması aklına takılmıştı. Emrah Bey ısrarla “Elektrik kesilmelerine karşılık yedek üniteler kurmaktan, yedek enerji ünitesi kurulmaması halinde elektrik kesildiğinde işlerin sarpa saracağından” bahsedip dururdu hep. Bütün gün gördüklerinin etkisiyle mutlu şekilde yatağına uzanmış Cafer Bey içinden “Ulan deyyus Emrah, demek yedek ünite kuracağım diye benden para sızdıracaktın ha. Al işte elektrik kesildi de ne oldu? Her şey yine tıkırında hatta daha iyi yolunda gidiyor.” diye mırıldanmaktan kendini alamamıştı.


Büyük bir sızlama ile uyandığında ne kadar uyuya kaldığını kestiremedi. Başının altına yastık yaptığı kolu uyuşmuş, sanki kolu yok olmuş gibiydi. Kolunu kıpırdatmak istediğinde kolunun kendini dinlemediğini görünce paniğe kapılan Cafer Bey, sol eli ile sağ kolunu yukarı kaldırıp bıraktığında sağ kolunun tekrar yanına düşüşünü, tekneden denize düşen bir adamın köpekbalığıyla yüzyüze geldiği andaki şaşkınlığı ile eşdeğer bir şaşkınlıkla ve korkuyla izlemek zorunda kalmıştı. “Aman Allah’ım felç oldum sanırım.” diye düşünürken, felçli biri olarak artık neleri yapamayacağını aklından geçiriyordu.


Birkaç dakika sonra sağ kolunun hafif hafif de olsa canlanmaya başladığını hisseden Cafer Bey, telefona uzanarak fabrika doktorunu çağırdı. Birkaç dakika sonra gelen doktor Davut Bey, birkaç kontrolden sonra sadece koluna giden kan damarının katlanmaktan dolayı sıkışması sonucunda koluna kan gitmediği için sızı yaptığını söylediğinde artık sağ kolunu eskisi gibi oynatmaya başlayabilen Cafer Bey, doktora teşekkür ederek gönderdikten sonra fabrika müdürünü çağırdı.


Fabrika müdürü Mahmut Bey odasına geldiğinde hala suratı asıktı. Fabrikadaki son durumu sorduğunda, Cafer Bey mahcup gözlerle bakarak “Efendim, öğleden beri elektriklerimiz hala kesik. İlgili kurumları aradık. Teknik bir arızadan dolayı üç gün daha elektrik vermeyeceklerini söylediler. Bu durumda yedek jeneratörlerimiz de olmadığı için dört gün daha üretim yapamayacağız demektir. Aksi gibi Arapların siparişi olan yüz bin soğutucuyu yetiştirmemiz mümkün değil. Adamları arayıp süre istedim. Yamyam herifler ek süre vermek bir yana, eğer üç gün içinde en azından elli bin soğutucuyu yollayamazsak siparişi iptal edeceklerini söyleyip telefonu yüzüme kapadılar. Depolar baktım sadece yirmi bin soğutucumuz var. Elektrik olsaydı kalan üç günde otuz bin siparişi yapabilir, sözleşmeyi uzatabilirdik ama artık mümkün değil”


Fabrika müdürü sözünü bitirdiğinde, “Ne ruyaydı be…” demekten kendini alamayan Cafer Beyin aklından çocukluğundan kalma bir tekerleme geçmeye başlamıştı. “Saldı Cefer, bez getir- tırlatmadan tez getir.”

NOT: Eğer bu deyimin orijinalini biliyorsanız "saldı" kelimesi yerine orijinalini koyabilirsiniz.

 
Toplam blog
: 65
: 1039
Kayıt tarihi
: 26.11.11
 
 

Yüksek nükleer fizikçi ( İ.T.Ü.) En son Ankarada bir devlet üniversitesinde BİLGİSAYAR dersin..