Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '15

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Çalışan Annenin vicdan azabı

Dünya da en eşsiz duygunun evlat sahibi olduğunu bilemedim, “anne” olana kadar.

İlk günden itibaren sonsuz bir şefkat, ucu bucağı olmayan bir sevgi ve aşkla bağlanırsın evladına. Onun tırnağına bir şey olsa, senin kolun kırılır, o minicik dudakları ve bıcır bıcır sesiyle gülse, sen mutluluk treninde son hızla yol aldığını hissedersin. Öylesine kutlu, öylesine muhteşem, ifade etmek için hiçbir kelimenin yeterli olmayacağı bir duygudur annelik.

Çalışan bir anne isen eğer, bu yaşadığın duygulara öncelikle izninin bitip de işe dönme vakti geleceği korkusu eklenir. Yavrunu çok güvendiğin bir yakınına bırakıp, çalışma hayatına geri dönüyor olsan bile o isteksizce beklenen geri dönüş günü geldiğinde kolun kanadın kırılır. Evet, sen anne olmak dışında çalışan, üreten, toplum içerisinde “annelik” vasfı dışında da bir sıfatla var olan bir kadınsın ve aslında bu duyguyu yeniden hissetmeye o kadar ihtiyacın var ki, bunun bile farkına varamıyorsun çocuğundan birkaç saatliğine de olsa ayrılma korkusu yüzünden. Ve vakit gelir, izin biter, başlarsın yeniden temposu yüksek günlere.

 Bir süre sonra daha fazla bu duyguyla savaşamaz ve “kabullenme” aşamasına geçersin. Hem zaten yavrum emin ellerde, çalışıyorsam yine onun için, bebeğime güzel bir gelecek hazırlayabilmek için, ayrıca benim de bir iş hayatım, iş arkadaşlarım, içerisinde olmaktan gurur duyduğum bir takımım var” dersin, dersin de o içinde ki  “yetememe, hep biraz eksik olma” hissi her zaman olmasa da bazı anlarda seni öyle bir kıskacına alır ki, değil kaçmaya çalışmak, çırpınmaya bile takatinin olmadığını düşünür, teslim olursun bu duyguya. Küçük kuzunun her anında yanında olmak yerine, dışarıda bir yerlerde çalışıyor olman, yavrunu görebildiğin zamanların akşam eve gidip de o uyuyana kadar en fazla 1 saat olması berbat bir duygudur. Gece uyurken seyredersin, melekler gibi huzurla uyurken, uyandırmadan nasıl öperimin hesapları içerisinde düşünür durursun. Şöyle yana dönse de gıdığından çaktırmadan bir koklasam diye kendini paralarsın. O minicik, tombik ellerinin her bir yumuğu, dünyanın en tatlı şekerinden bile daha şekerli, şerbetlidir senin için, öpmeye koklamaya doyamazsın.

Çalışan anne isen eğer; hafta sonu çok zor gelir, bir çırpıda, harala gürele biter, anlamazsın hiçbir şey. Oysaki bütün hafta içi, kuzucuğunla yapacaklarının hayali ile dolaşır, notlar alır, araştırır, oyunlar öğrenirsin ve belki de hiçbirini hayata geçiremeden, ateşiydi, diş patlatma ataklarıydı, pişiğiydi derdine düşüp o altın değerinde ki iki gününü, küçüğünle ama onun canı acıdıkça, senin ki kanarken bitirirsin.

 Ve her pazartesi tatlı yuvandan, yavrunun yanından kalkıp işe gitmek sana yapılabilecek işkencelerin en ağırıdır. Kendini berbat hisseder, lanetler eder, ağlaya zırlaya servise yetişme kaygısıyla çıkarsın evden. Aslında evden çıkana kadar yaptığın akrobatik hareketlerle sabah sporunu da yapmış olursun bir bakıma (biraz da iyi tarafından bakalım) ,miniğin uyanmadan çıkabilmek için balerin edasıyla parmak uçlarında süzülerek banyoya girersin. Evin içinde hayalet gibi dolaşır,  bir hışımla hazırlanır, eğer uyanıksa, görünmemek için kimi zaman odasının önünden sürüngenler gibi sürünerek geçersin.

Bu sabah bir Pazartesi klasiği yaşadık Nil ile o uyandı ben hazırlanırken, gideceğimi anlayıp yatağında “anneee, anneee” diye bağırmasına dayanamayıp koştum aldım kollarıma, az sonra çıkacağımdan o kadar emin ki sımsıkı sarılıp, hıçkıra hıçkıra ağlayarak “anneee diitmmeeee” demeye başladı ve benim sımsıkı bir yumak haline getirdiğim gözyaşlarım, söküle söküle dökülmeye başladı yerlere. İşyerine benden bir saat daha geç giden babası, zar zor aldı kucağımdan ve ağlaya zırlaya çıktım evden. Tüm günüm –ofis arkadaşlarımın beni sakinleştirmelerine rağmen- berbat geçti. Tek isteğim bir an önce gidip, sımsıkı sarılmak ona, tıpkı sabah ki gibi ama bu kez sabaha kadar yanında kalarak.

Çalışan anne olmanın en zor tarafı bu olsa gerek, sabah ayrılıkları.

Eğer çalışmıyor olsaydım, o zaman da sadece çocuğumla olmak bana yetmeyecek ve ben yine mutsuz olacaktım, bunun da farkındayım. Çünkü salt anne olmak demek; bebeğini yedirme, içirme, altını değiştirme vs. gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak dışında, kendine güvenen, ayakları güvenle yere basan, ekonomik bağımsızlığını elde etmiş, çocuğunun geleceği için yatırım yapabilen, sadece kendisi ve ailesi için değil, yaşadığı çevre, içinde bulunduğu toplum için de faydalı olabilen, üreten, yazan, çizen, okuyan, araştıran kadın olabilmektir ve dünyanın -yaşadığımız her türlü sıkıntıya rağmen- hayatın her evresinde savaşan kadınlara ihtiyacı vardır.

 
Toplam blog
: 6
: 274
Kayıt tarihi
: 03.04.15
 
 

Nil Melek isminde kızım, Burak isminde hayat arkadaşım, Jülyet isminde kedim, Pamuk gibi beyaz al..