Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çarşı-pazar

Çarşı-pazar
 

Seviyorum çarşı pazar dolaşmayı. İçine içine bakarak yürüdüğünde karşına ne çıkacağını asla kestiremiyorsun. Bazen bir cümle, bazen bir tabela, bazen bir kız, bazen de bir çocuk sana bir gülümseme armağan ediyor. Seviyorum çarşı pazar dolaşıp insanlarla karşılaşmayı...

Biri bana yenge dedi
Üniversite yıllarında evimin tam yanında pazar kuruluyordu. Henüz 90'lı yıllardaydık ve ben 20'li yaşlarımın keyfini çıkarıyordum. Dünya pek umurumda değildi gelecek de öyle. Tüm bu umursamazlığa karşın ev işlerini asla ihmal etmiyordum. (Ne tuhafmışım o zamanlar. Her neyse...) Bir cumartesi günü Ankara'nın o tatlı bahar günlerinden birinde pazara gittim. Sebzeler, meyvelerle elim kolum dolu dolaşmaya başladım pazarın içinde. O gürültülü patırtılı kalabalığı her zaman çok sevmişimdir. Çok garip, çok renkli ve her an sizi şaşırtmaya gebe bir dünya vardır orada. Alacaklarımı aldım tam dönüyordum ki birden patates almayı unuttuğumu farkedip geri döndüm. (alış-verişe çıktığımda hep böyle yaparım. Pazarın ya da marketin kapısından durup 30 saniye düşünürüm. Kesinlikle unuttuğum birşey vardır çünkü. Bana liste yapmamı söylerler. Listeleri sevmem. Listelerle yaşanan müthiş düzenli bir hayatı da...) Döndüm ve patates satan birini buldum, ne kadar istediğimi söyledim. Adam tarttı patatesleri ve bana uzatırken "Buyur Yenge" dedi. Bir an kare dondu. Patatesçinin "Yenge" lafı milyonlarca kez yankılandı. "Ne? Yenge mi? Ben mi? Bana mı yenge diyorsun? Tanrım, daha 22 yaşındayım. Bana neden yenge diyorsun? Üzerinde dizleri yırtık kot pantolon, saçma sapan siyah bir tişört bulunan ve az önce bir rock müzik konserinden gelmiş de evde yiyecek birşey bulamadığı için alıverişe çıkmış gibi görünen bir tipe neden yenge denir ki?" iç sesim dır dır dır konuştu da konuştu. Patates satan adam hiç birini duymadı tabi. Toparlanıp patatesleri aldım. Parayı uzattım "Buyur kardeş" dedim (Bunu ben mi söyledim? Eh etki tepki meselesi. "Buyur Yenge" dersen "Buyur kardeş" demem gerekir. Nokta.) İnsan bozulduktan sonra nedense bunu toparlamak için kendi kendine gülüyor. Şimdi o patates satan adamla karşılaşmak istemem doğrusu. Ben 22 yaşındayken bana yenge diyen adam 34 yaşındaki halime ne der acaba?

Az laf çok iş
Dolmuştayım. Trafik sıkıştı. Bekliyoruz. Yan tarafta bol ışıklı bir mekan. Ön cephe tamamen cam. (Sanki sergilenecek birşey varmış gibi.) Bir kahvehane. İçeride beş on adam öylece oturmuş çay içiyorlar. Birbirleriyle bile konuşmuyorlar. O öylece oturmuş adamların tam arkalarındaki duvarda kırmızı bir tabela ve üzerinde beyaz büyük harflerle şu yazıyor: "Az laf çok iş" Kendi kendime gülüyorum. Adamlar az laf bölümünü uygulamışlarda çok iş bölümünde takılmışlar galiba. Üstelik burası genelde işi olmayanların vakit öldürdüğü bir yer olarak bilinen bir mekan. "Belki de kahvenahe sahibi mizah anlayışı kuvvetli olan biridir" diyorum kendi kendime. Belki de çalışanlarına göz dağı veriyordur. "Kapayın çenenizi de çayları dağıtın, kültablalarını boşaltın. Sen ufaklık, Hüseyin Abin tost istedi duymadın mı? Ordan iki kaşarlı kap gel bakayım. Hadi canım hadi az laf çok iş. Çalışın..." Bu gerçekten çok hoş...

Sakız çiğnemesen...
Beyaz angora bir kazak istiyordum. Beyazı severim. Akşamüstü iş dönüşü bir mağazanın vitrinine bakıyorum. Canım eve gitmek istemiyor caddelerde mağazalarda oyalanıyorum. Hem angora kazak gibi bir bahanem de var. (Ne olmuş yani. Bahane işte adı üstünde.) O koca mağazanın içinde kimse yok. Ne tuhaf şey. Askılarda elbiseler, pantolonlar, ceketler ruhu gökyüzüne uçmuş cesetler gibi duruyorlar. Çıt yok içeride. Tam bir Stephan King öyküsü içinde gibiyim. (Dünya yok olmak üzere. Alarm alarm... Cesetler şimdiden binleri aştı. Şehir bazı insanlarca yağmalanmaya başlandı.) Ben bunlarla haşır neşirken birden nereden çıkıp geldiğini anlayamadığım bir kız beliriyor. "Buyrun neye bakmıştınız?" Cakkıt cakkıt cakkıt... Gördüğüm en korkunç sakız çiğneme biçimi. Dehşetle bakıyorum. Bu kadar hoş bir kızın bu şekilde sakız çiğnemesi gerçekten çok tuhaf. "Angora bir kazak istiyorum. Beyaz." diyorum. Kız yüzüme sanki ona "Uzayda hayat var mı? Sizin bu konuda uzman olduğunuzu söylediler de." demişim gibi tuhaf tuhaf bakıyor. Sonra başını yan tarafa çevirip "Esra Ablaaaaaa bi baksanaa yaaaa" diye bağırıyor. Esra Abla görünmez bir yerden çıkıp geliyor "Ne oldu?" diyor. Sakız çiğneyen kız "Angora soruyoo? Angora neeey?" diyor. Esra Abla bu işte daha tecrübeli belli. Kıza ters ters bakarak beni başka bir tarafa yönlendiriyor: "Hanımefendi buyrun kazaklarımız bu tarafta." Sonuç olarak angora beyaz bir kazak bulamıyoruz. Ben gülümsememi alıp çıkıyorum mağazadan. Bu kenti seviyorum...

Sana diyorum "kaç lira bu?"
Bakkallar hala var. İyi ki de varlar. Marketlerin o soğuk havasından eser yok onlarda. Tıpkı bu bakkalda olduğu gibi biraz mahmur, biraz bilge, biraz umursamaz, biraz da "yaşayıp gidiyoruz işte birader" havası var tüm bakkallarda. İçeriye giriyorum. Elimde iki ekmek. Oradan bir poşet alıyorum. Ekmekleri koyuyorum içine. Alacağım diğer şeyleri sayarken arka taraftan ince ama çok bilmiş bir ses yükseliyor "Kaç lira bu?" Arkama dönüp bakıyorum. En fazla 5 ya da 6 yaşlarında bir erkek çocuk. Elinde oyuncak bir tabanca. Büyümüş de küçülmüş sanki. Kaşlarını çatmış tabancayı inceliyor. Öyle ciddi bir havası var ki sanki o ufaklık kocaman bir adam tabanca da gerçek tabanca. Bakkal benim siparişlerimi oradan buradan birşeyler alarak bir poşete dolduruyor çocuğa cevap vermiyor. Çocuk kaşlarını çatıp tekrar soruyor. "Şşşşşşt bakkal sana diyoruuum. Kaç lira bu?" Bakkal sanki o orada yokmuş gibi devam ediyor işine. Çocuk öfkeyle bakıyor. Tabancayı kutunun içine atıyor ve "Almıyorum işte" diyor. Kapıyı çarpıp çıkıyor. Tutamıyorum kendimi gülüyorum. "Çok sinirlendi galiba" diyorum. Bakkal başını iki yana sallıyor. "Bıktım bacım ben bu çocuktan." diyor. "Her gün gelip her gün aynı şeyi yapıyor. Aklı sıra beni canımdan bezdirip tabancayı ona vermemi sağlayacak. Tövbeee tövbeee..." Adama tabanca parasını vermeyi teklif ediyorum. "Yooook" diyor "Ben de bilirim ona o tabancayı vermesini de işin keyfi kaçar o zaman." Bakkal gülüyor. Anlıyorum ki aralarında böyle tatlı bir iletişim var. Aslında kimse birbirine gerçekten kızmıyor... Bakkallar iyi ki var...

Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/1863825/

 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..