Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Tembel kedi ya da patates çuvalı...

Tembel kedi ya da patates çuvalı...
 

Çöplük...
Bazen inançlarını yitiriyor insan. Bazen de umutlarını... Ve sanıyorsun ki dünya üzerinde yapmaya değer hiç birşey yok. Herşey tükenmişte sen bir çöp yığınına bakıyorsun. Dedim ya; tüm bunları sanıyorsun sadece. Çünkü ayın karanlık yüzüne bakıyor bakıyor da göremiyorsun. Böyle bir zamanın içinden geçiyordum. Çöp yığını önümde öylece oturuyordum. Ve erteliyordum herşeyi. Ben ve yapılması gerekenler... Asla bir araya gelemeyecek ikili. Birbirimizi itip duruyoruz...Yapılması gerekenler... İte kalka belki... Ya da tembel bacaklara "Hadi bakalım. Biraz harekete geçme vakti. Gülümse." diyerek...Kendini kandırarak yani (Buna şimdilerde pozitif düşünce deniyor.) Ama zor. Dedim ya çöp yığınına bakıyordum ve ben asla çöpleri karıştırmam.

Gün...
Öğle sonrasıydı. Odamdaydım ve sıkıcı bir gün olduğunu düşünüyordum.( Ne sersemlik) Eski yaşanmışlıklarla haşır neşir öylece oturuyordum. Kitap okuyabilirdim, birini arayabilirdim, odamı toplayabilirdim (ki buna şiddetle ihtiyacı vardı), dışarı çıkabilirdim. Ama hiç birini yapmadım. Öylece oturup o günün ne kadar sıkıcı olduğunu düşünmekle geçirdim vakti. (Ne sersemlik demiş miydim?) Bu yüzden mi bazen patates çuvalı görünce içimde bir yakınlık hissediyorum acaba? İkimiz de hiç birşey yapmadan öylece duruyoruz. Ama ben her zaman değil... Aslında bu hallerimi daha çok tembel kediye benzetirim. Ama bugün daha çok patates çuvalına benziyorum. Patates çuvalı hiç kıpırdamadan bıraktığın köşede öylece durur değil mi?

Hatırlamak...
"Bana en sevdiğin çiçek ne?" diye sormuştu. Ben de kasımpatı dedim (O zamanlar öyleydi.) Bir kaç gün sonra elinde, adını ikimizin de bilmediği bir çiçekle kapımda belirdi. Gülümseyerek "Bak her renginden aldım kasımpatıların. Çünkü hangi rengi seversin bilemedim." Gülümsedim. "Ama bunlar kasımpatı değil ki" dedim ve devam ettim "Olsun çok güzeller. Hem de çok güzel kokuyorlar." Yüzünde daha önce hiç görmediğim çocuksu bir ifade belirdi. Hani dudak büken ve gözlerine bulutlar yerleşen üzgün çocuklarınkinden... O an, bu adam sırf şu ifade için bile sevilmeye değer dedim.

Uyku...
Uyuyordum. Minicik bir el yüzüme değdi ve beni uyandırdı. 3 yaşında küçük bir el. "Pillaaaa" diyerek yanağımdan öptü. Onun kendine ait bir dili vardı, henüz bozulmamış, saf haliyle konuştuğu kelimeleri... Yataktan kalkıp onu öptüm. O an, sırf böyle neşeyle uyandırabildiği için bir çocuk sahibi olmalı insan diye düşündüm. Beni uyandırdı hem uykudan hem de daha derin uykudan... Uyandırdı o minicik el. Hayat bazen ne garip işaretler yolluyor insana. Ve ne tuhaf yollarla...

Yenilenmek...
Nasıl olduğunu anlamadan bir ruh halinden diğerine zıplayıveriyoruz. Şimdi ben bile kendimi anlayamazken yani o halden bu hale nasıl geçtiğimi kavrayamazken bir de utanmadan beni anlamalarını mı bekleyeceğim yani? Ne budalalık... Anlamak tam olarak anlamış olmak diye birşey yoktur aslında. Ancak kıyısına yanaşırsın anlamanın. O kıyı da bütün bir ada anlamına gelmez. Ama kıyısına varmak bile birşeydir. Aslında bakarsan her adım ve her çaba birşeydir. Ve benim birşeyler yapmam gerek. Şimdi... Elveda patates çuvalı ve tembel kedi... Bakarsın bir ara yine görüşürüz. Yaşamaktan yorulur ve biraz durup nefes almak istersem. Bakarsın... Belli mi olur?

Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/1386414/
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..