Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '15

 
Kategori
Deneme
 

Çatlak profesör

Çatlak profesör
 

Ya ben anlamıyorum! Ortada dolaşan, insanlarımızın doğru diye kabul ettiği yüzlerce düşünce var. Ya vatandaş allasen söyle boyun kırıp he he dediğin, sonra da ayvayı yediğin bu düşüncelerin doğru olduğunu nereden biliyorsun? “Kafama uyuyor.” Kafan kopsun emi! Kafana yağlı İsmail’in yağlı şapkası da uyar. Onu da tak.

Allah, yallah diye başlayan bir sözün devamına bakmadan he diyorsun, doğru mu? Vatan, millet diye başlayan nutukları sonunda vatan satılsa bile ellerin yarılıncaya kadar alkışlıyorsun, doğru mu? Atatürk’ün adının geçtiği bir cümleyi okumadan tasdikliyorsun, doğru mu? Seni yönetenlerin akıllı olmalarına gerek yok ki. İki Allah Muhammet, biraz vatan biraz devlet, az da Atatürk kattın mı kilosu on liraya domates satan adam aslında beş kişiyi bile getiremeyeceği Gündoğdu meydanına tam beş yüz bin kişi topluyor. Sabah kahvaltısında Allah Muhammet, öğlene vatan millet salatası, akşama da Atatürk çorbası, doyar gidersin.

Söyleyene bakıyorsun, söylenene bakman lazım; yapana bakıyorsun, yapılana bakman lazım. Söyleyen müdür; haklıdır, doğru söylemiştir. Söyleyen çöpçü; aklı olsaydı çöpçü olmazdı. Senin aklın var mı? Hani yani müdür olmadığına göre… Türkiye’de sorun bir sürü yanlış fikrin ortada dolaşıyor olması değil, insanlarımızın sorgulamadan, yargılamadan her söylenene inanmaları, her yapılanı kabul etmeleridir. Ülkeyi yönetecek adam çıktı dedi ki:” Türkiye’yi seviyorum” Sen de dedin ki ülkesini sevdiğine göre ona hizmet eder; çalışır, çabalar, gayret gösterir. Ve kalktın oyunu verdin. Hâlbuki Türkiye’yi seviyorum diyen birinin başa geldiğinde ülkesi için çalışacağı garanti değildir. Vatanını satan adam bile ülkesini sevebilir.

Düşüncelerin doğru ya da yanlış olduğunun tespiti hayati önem taşır. Çünkü her şeyimizi buna göre yapıyoruz. Hayatımıza fikirlerimiz yön veriyor. “Bana uyar” Sana uyması o düşüncenin doğru olduğunu göstermez. İşine geliyordur belki. Çalışanları kırk yaşında emekli edelim. Güzel, değil mi? Peki, doğru mu?

Düşüncelerin akla, mantığa, vicdana hatta cüzdana uyması gerekir. Herkes işine geleni yapıyor. Sizlerin ağzına da bir parmak bal, oh ne ala. Küçük menfaatler için yanlışı destekleyerek ülkenin geleceğini tehlikeye atıyorsunuz. Hiç kusura bakmayın; vatanınızı en başta siz satıyorsunuz!

Bilimsel veriler ve sonuçlar zaten doğrudur. Ölçülmüş, biçilmiş, laboratuarda analiz edilmiş, gerçek hayatta defalarca denenmiştir. Bunun dışında bir düşüncenin doğru olduğunu nasıl anlarsınız? Cevap, anlayamazsınız. Ben haklıyım diyenler zaman içinde haksız çıkmışlardır. Ama bireysel olarak kendi yaşamımızda ve devlet olarak ülke yönetiminde hareket ve uygulamalarımızın doğru olması gerekir. Kişi kendi durumunu en iyi kendisi bilir. O nedenle hayatına uygulayacağı düşünceler öncelikle kendi kafasından çıkmalı. Değilse bile mantık süzgecinden geçirmeli.

İşte ülkemiz insanlarının sorunu buradan başlıyor. “Ben cahilim, aklım ermez” Böyle diyerek meydanı aslında akıllı değil ama uyanık olanlara bırakıyor. Güya sorumluluktan kaçıyor. Yük altına girmek istemiyor. Okumamış ya, bizler de mazur görüyoruz. Hakikati görmek için okumak gerekmez. Yunus Emre üniversiteyi mi bitirdi? Halkımızın bu bananeci tavrı korkaklıktan baka bir şey değildir. At suratlı şeytanın çocuklarını konuşturduğunuz zaman sorunlarınız çözülüyor mu? Aranızdan bir temsilci seçin. Sizin adınıza konuşsun. Aramanıza da gerek yok. Ben buradayım. Hepsinin boynuna heybeyi takarım evelallah! Meydanı uyanıklara bıraktığınızda sizi uyutuyor malı götürüyorlar.

Kişi bireysel olarak hayatına yön verirken istediği fikri uygulamakta serbesttir. Kimse ona hesap soramaz. Çoğunlukla kendimizden emin olmadığımız için başkasına göre hareket ederiz. Gerçekten bilmediğimiz konularda bu doğrudur ama bizler bildiğimiz konularda da başkasından akıl alırız. Aslında biz ne yapacağımızı biliyoruzdur ama sanki düşüncemizi teyit etmemiz gerekiyordur. İçimizde hep ”ya yanlışsa, ya hatalıysam” korkusu vardır. Oysa kendimizden emin olmak için adımızın Emin olması gerekmez. Ortalama bir vatandaşsak kendimize güvenebiliriz. Örneğin buna en iyi örnek kendimi verebilirim. Hayatım boyunca başkalarına danışarak yaptığım bütün işlerde hüsrana uğradım. Aksilik bu ya kendine güvensizlik bende bir hastalıktı. Ara sıra aklıma göre yaptığım işlerde müthiş başarılı oluyordum. Sonunda anladım ki ben bugüne kadar karşıma çıkan bütün insanlardan daha akıllıydım. Ama elli yıl boyunca benden daha akılsız insanların aklıyla yaşamıştım.

Halkımızda bulunan bu düşünme ve düşüncesini kullanabilme sorunları bir yana, doğru düşüncenin analizinin de yapılması gerekir. Bizde düşüncenin teyidi konunun temsilcisi olan kişilerin yazılı kaynaklarına dayanılarak yapılır. Bu kişilerin referans gösterilen kaynakları o zamanlar araştırma ve inceleme imkânları pek gelişmemiş olduğundan ham düşüncedir. Yani Korkut’un yazdıklarından farkı yoktur. Ama o kişilerin tarihe mal olmuş bir adları vardır. Referans alınan, kaynak değil işte bu isimlerdir. Hukukta Lex Caecilia Didia, iktisatta Adam Smith, felsefenin babası Sokrates vs. Yazdıkları dünya hayatına yön veren bu binlerce bilim artığı zatın tırlar dolusu kitaplarına rağmen bugün dünyada her gün 100 bin kişi ölmektedir. Bu büyük büyük adamlar neyi, kimi kurtarmışlardır? Dünya bunlara göre yönetiliyor. Ortada bir yanlışlık yok mu? Ama insanlarımızda bir kompleks var. Sanki referans aldıkları yer bile bunları karizmatik yapıyor. “Ben Sokrates’ten esinlendim.” Sokrates sana… diyemiyorsun. Kerim Korkut’tan esinlen biraz da. Biraz da o yellesin seni. Üç bin yıllık dinozor Mikenleri okuya okuya kabız olmuşsun kabız!

İnsan beyni gelişen bir organdır. Sürekli onun bunun kitabını okursanız beyniniz gelişmez. Biraz da kendinizi okumalısınız. Okuma konusunu bu kadar abartmayın. Doğru düşünceyi konuşuyorduk. Ciddi konularda düşünceler laf olsun diye ortaya atılmaz. Ayrıca uzun yıllar boyunca yaptığım gözlemlere göre ülkemizde düşünceler başta basın-medya olmak üzere, okullar, miting meydanları ve kahvehanelerde yazı, konuşma, tartışma şeklinde aktarılmaya çalışılıyor. Akademik bilimsel toplantılar bile sağlıklı değil. Çünkü hepsinde bir yönlendirme var. Köşe yazarı alıp kalemi eline yazmıyor. Onu okuyor, buna bakıyor, inceliyor, araştırıyor. Sanki üniversite tezi hazırlıyor. Bir konunun gerçek halini bilmeden yazamazsınız elbette. Ama “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz” sözünü çok abartıyorlar.

Patatesi yazacaksan gidersin tarlaya. Kucaklar çıkartırsın topraktan dalını, yaprağını, yumrularını. Yok ama köşe yazarı patatesi ansiklopediden ya da patates kafalı bir uzmandan yazıyor. Bizde mutfağa herkes girer. O zaman patates olur domates. Kendi görüşlerini aksettirmese olmaz bu patates kafalılar. Yani bir köşe yazısı okursunuz çok azı imza sahibine aittir. Onun kaleminden çıkması bir şey ifade etmez. Kafasına başka yerden girmiştir. Köşe yazısında bilgi olmaz. Ansiklopedi değil orası. Aslında bir yazıda ne kadar çok bilgi veriliyorsa yazı o kadar kötüdür. Aksilik bu ya halkımız “aa bu adam ne kadar çok şey biliyor” diye böyle yazıları daha fazla okurlar. Sonra da beyinleri bir sürü gereksiz bilgiyle dolar, düşünemez olurlar.

Keza aynı durum tartışmada vardır. Ben hiçbir doğru düşüncenin tartışma sonucunda ortaya çıktığına inanmıyorum. Kişi yanlış bile olsa kendi fikrine inanır ve onu savunmak için ordadır. Buna rağmen tartışma programları ilgi çeker. Bunun nedeni seyircinin tartışanlardan birinin yerine kendini koymasıdır. Savunulan bazı fikirlerin kendi düşüncesiyle örtüşmesi seyirciye ruhsal bir tatmin verir. Aslında tartışma bizi doğrudan uzaklaştırır. Çünkü tartışmada kişiler sadece aklını değil sesini, bakışlarını, gücünü hatta ellerini kollarını bile kullanır. Etkilenmenin olduğu yerde doğrular asla ortaya çıkmaz. Tartışmada ise amaç etkilemektir zaten. Miting meydanları ise siyasetçilerin halkı kandırdığı alanlardır.

Ben bu konuda en doğru yolun düşünce sahiplerinin her konuda fikirlerini anlaşılır bir şekilde yazarak yararlanmak isteyenlere aktarılmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Düşüncelerin insanları etkileyerek aktarılması son derece yanlıştır. İnsanlar bazı psikolojik durumlarda sağlıklı düşünemezler ve yanlış düşünceyi kabul ederler. Daha da kötüsü uygulamaya kalkarlar. Düşünce alımında kişi bütün etkilerden uzak ve yalnız olmalıdır. Kişiler okumamış ve cahil olabilirler ancak insan beyni genellikle yanlışı doğrudan ayırabilecek kapasitede yaratılmıştır. Öyle olmasaydı yazının bile bulunmadığı karanlık çağlarda insanların onca tehlike karşısında yok olmaları gerekirdi.

Bireysel düşünce alımı ve yararlanılması anlattığımız gibi olmalıdır ama “fikir şeytanları” sırf bizler gerçekleri öğrenmeyelim diye şaklaban usulü düşünce dağıtımı yapıyorlar. Aslında dağıttıkları da düşünce değil. Nasılsa onlara göre bu ülkenin insanları sığır çobanı, hooo hooo demeyi bilsinler yeter!

Bilgi ve haber vermede doğruluğu ölçebiliriz. Ama hangi fikrin doğru olduğunu yani kimin doğru söylediğini tespit etmemiz zor. Uygulayıp görelim, sonucu iyi çıkarsa doğrudur demek de olmaz. Bu durumda kişilerin akıllarına güvenmek zorundayız. İki beyinden çıkmayan fikir doğru olamaz. Bu nedenle bir konuda bir fikrin doğruluğunu test etmemiz gerektiğinde ilgili kişilerin bu fikri kendilerinin de düşünebileceği bir ortam yaratmalıyız. Böyle sağlıklı bir süreç sonunda 10 kişiden 8’inin, 100 kişiden 76’sının kabul ettiği bir düşünce tartışmasız doğrudur. Çok önemli konularda bu sayının altındaki uzlaşma kabul edilemez.

 

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..