Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '09

 
Kategori
Deneme
 

Çek, kardeşim

Çek, kardeşim
 

BAŞA GELEN ÇEKİLİR

- Çek şöyle boğaza doğru !

Müşteri her daim haklıdır ve nereye isterse oraya çekilir. Biz de çekeceğiz bu vatandaşı, şöyle boğaza doğru. Valla müşteri gideceği yeri şöyle kabaca tarif etti de ben onu çekeceğim yerin boğazın tam neresine düştüğü konusunda biraz karanlıktayım.

- Beyefendi, afedersiniz boğazın neresi olsun?

- Ya kardeşim, boğazın deniz gören bir kıyısı olsun yeter.

Bu günlerde sıkça yaşlanıyorum. Bak bir yaşıma daha girdim. Şurada pasta mum falan olsa da kutlasak. Ulan, boğaz olur da yanında su olmaz mı? Neyse çekeceğiz artık. Başa gelen çekilir. Yahu, şu taksi şöförlüğü de çok tuhaf bir meslek. Bazen boğaza çek diyen müşterilere, bazen de boğazınıza bıçak çeken müşterilere denk gelebilirsiniz. Artık şansınıza. Benim ikincisine karşı alerjim var. Duyduğuma göre Amerika’nın New York denilen şehrinde taksilerin, müşterilerle şöförleri arasında camdan bir bölme varmış. Bizde de böyle olsa nasıl olurdu acaba? Ama böyle bölmeler bizim taksi kültürümüze aykırı. Müşteri şöförle sıkı fıkı olmazsa olmaz. Ama bu arada arabayı kullanırken, gözümüz hep dikiz aynasına takılıyor. Müşterinin arka koltukta ne haltlar yediğini merak ediyorsam benzinsiz kalayım. Bana bir zararı olmasın da.

- Usta, çakmağın var mı?

- Beyefendi biliyorsunuz ki, taksilerde sigara içmek yasak.

- Ya kardeşim, kim görecek. Zaten yasaklarla dolu bir ülke olduk son zamanlarda. Sen hatırlamazsın ama biz, eskiden otobüslerde bile sigara içerdik. O zaman sigara içmeyeni döverlerdi. Şimdi bindiğin takside bile sigara içemiyon. Üstüne üstlük, evde de karı izin vermiyor. Nerdeeeen nereye?

- Beyefendi, yasaktan ziyade ben dumandan rahatsız oluyorum, gözlerim kızarıyor. Zaten Astımım da var.

- O zaman şurda bir yerde dur da ben biraz tüttüreyim.

Bence, ben sizi bir an önce boğazınıza bırakayım da orada istediğiniz kadar tüttürün demek için taksi şöförlüğünü zevk için yapıyor olmak lazım. Onun için şöyle müsait bir yer bulayım da müşteri tüttürsün.

- Bu arada bilginiz olsun diye söylüyorum, taksimetre hala çalışıyor siz tüttürmekle meşgulken.

- Mööm deel. Anlaşırız.

- Beyefendi anlaşacak birşey yok. Taksimetre’de yazan rakam neyse o olur.

- Sen bilmezsin. Bu taksimetre denen zamazingolar yokken de biz taksilere binerdik. O zamanlar, taksi şöförleriyle müşteriler en azından bir on dakka ücret konusunda tartışırlardı. Şöför “ulan az söyledim” derken, müşteri de “ulan kazık yedik” derdi. Ama sonunda kavga küfür anlaşılırdı. Medeniyet başka şey. Taksimetreler çıkıncı artık şöförü bile tartaklayamaz oldun. Nerdeeeen nereye?

- Beyefendi, bence siz ikinci sigaranızı boğazın kenarında içseniz? Çok geç oldu. Biliyorsunuz, saat gece yarısını geçince çift tarife uygulanır.

- Mööm deel. Anlaşırız.

- Vallah anlaşacak bir şey yok. Taksimetre ne yazarsa o olur.

- Ya kardeşim, Bu taksimetre dediğin Tanrı mı ki her dediği oluyor?

- Haşa efendim ben sadece taksimetrenin fonksiyonundan bahsettim.

- Sen okumuş birine benziyorsun. Taksi şöförlüğü ne iş?

- Beyefendi, Ben Ziraat Mühendisiyim. Ama iş bulamayınca böyle oldu. Buna şükür.

- Eskiden, okuma yazma bilen adamı öğretmen yaparlardı. Şimdi, üniversite mezunu değilsen belediyeye çöpçü bile olamıyorsun. Nerdeeeen nereye?

- Beyefendi, siz gecikmeseniz diyorum. Hazırsanız gidelim. Zaten ikinci sigaranız da bitmek üzere.

- Doğru söylüyon. Zaten hava da iyice serinledi.

- Ben kaloriferleri açtım mı hemen ısınırsınız.

- Şöför kardeşim, ne zaman boğazda oluruz?

- Beyefendi, o, sizi boğazın neresine götürmemi istediğinize bağlı.

- Valla, ben de bilmiyorum. Televizyonda seyrediyoruz. İnsanlar şöyle boğazın kenarında balık yerken bir 35’liği deviriyorlar ya, öyle bir yer işte. Ben zaten İstanbul’a yabancıyım. Sen beni şöyle boğazda güzel bir restoranın önünde bırak.

- Tamam beyefendi. Yalnız bu saatte açık restorant bulmak kolay değildir. Ben sizi en iyisi Tarabya’ya götüreyim. Oradaki restorantlar hep açıktır ama biraz pahalıcadır.

- Mööm Deel. Anlaşırız.

- Beyefendi, o tip restoranlarda pazarlık yapılmaz. Menüdeki fiyatlar ne ise o’dur.

- Ya, şimdi balık yerken, rakıyı da yudumlarken şöyle boğaza doğru, karşında güzel bir hatun yoksa o boğazın tadı çıkar mı hiç?

- Haklısınız beyefendi. Keşke eşinizi de getirseydiniz.

- Evli olduğumu nereden çıkardınız?

- Parmağınızdaki yüzükten.

- Valla, Sen çok yaşa. Parmağında yüzüğü gören hatun, erkeğe cüzzamlı muamelesi yapıyor. İyi ki hatırlattın.

- Ulan, yine kilo almışız be. Bak yüzük parmağa kaynak olmuş bir türlü çıkmıyor. Bu yüzük bu parmaktayken de balıkla rakının tadı çıkmaz ki, Napcaz?

- Beyefendi, gerçekten çok zor bir durum.

- Öyle valla. Şöför kardeşim, senin parmakların bomboş yoksa sen bekar mısın?

- Evet maalesef.

- Valla maalesef deyip de pişman olacağın bir şey yapma. Bekarlık gibisi var mı? Ben bekarken çok çapkındım övünmek gibi olmasın. O zamanlar tığ gibiydim tabii ki. Ne böyle göbek vardı ne de tarama özürlüydüm. Nerdeeeen nereye?

- Beyefendi, zaten bu şartlarda bize kim kız verir ki. Ben kendimi zor geçindiriyorum. İlerde ekonomi biraz düzelirse o zaman ancak. Zaten yaşım da erken evlilik için.

- Sen müşterini dinle de bekar kal. Eğer hiç evlenmezsen, boşanmak zorunda da kalmazsın.

- Önerileriniz için sağolun.

- Rica ederim, bekarlara yardım etmek görevimiz.

Benim bildiğim bekarlara yardım etmek için, evlenmeleri konusunda maddi ve manevi destek yapılır. Ne bileyim, mesela şöyle uygun bir kız bulunur, hani ev alsınlar demiyorum ama bazı ev eşyaları alınır, çeyrek altın, kağıt para türünden hediyeler ve saire. Bu vatandaş da evlenmemem için yardımcı olmaya çalışıyor. Bekara karı boşamak ne kadar kolaysa, evliye de bekar takılmak kolay geliyor anlaşılan.

- Oh be sonunda çıktı. Allah sıkışan kulunun her daim yanındadır.

Bu tür insanların, yapacakları hovardalığa Allah’ın yardım ediyor olduğunu zannetmeleri beni öldürecek arkadaş.

- Beyefendi, yüzük çıktı ama, parmağınızdaki izinden evli olduğunuz hala anlaşılıyor.

- Mööm deel. O kadar olsun artık. Benim karnım da iyice acıktı. Çok var mı daha Tarabya’ya?

- Gelmek üzereyiz.

- Üniverste mezunusun ama şöförlüğünüz fena deel. Hem de İstanbul gibi yerde. Valla ben de kırk küsur yıllık şöförüm ama, öldürsen İstanbul’da araba kullanmam. Onun için paraya acımıycan taksiye bincen.

-Keşke herkes sizin gibi düşünse. Bu yolları siz bir de gündüz görseniz. Her an elinde makbuzuyle bir görevli gelip size park makbuzu kesecekmiş gibi heyecanlanıyorsunuz. Bazı müşteriler yürüyerek daha hızlı gideriz diye taksiden bile iniyorlar. İnsanlar yemiyor, içmiyor, araba almaya çalışıyorlar. Sonra da topluca bu otobanlarda park halinde yaşıyoruz.

- Üniversite mezunusun ama akıllısın. Seni sevdim.

- Sağolun Beyefendi. Bu arada restoranta da geldik.

- Vay anasına be. Çok lüküs bir yere benziyor. Burada rakı istesen adama maganda derler mi acaba? Şampanya da bize ters. Başka bir yere mi gitsek acaba?

- Yok beyefendi. Buranın rakısı meşhurdur zaten.

- İyi o zaman. Borcumuz nedir?

- 37 Lira.

- Hiç birşey deelmiş. Sen al şu 40’lığı. Üstü sende kalsın.

- Teşekkürler. Bereket versin. İyi eğlenceler.

- Sağolasın.

..............

- Şöför kardeşim. Müsait misin?

- Evet beyefendi. Ne tarafa?

- Çek, şöyle Beyoğlu’na doğru.

Yine çekeceğiz. Başa gelen çekilir. İşler böyle giderse de mühendislikten ümidi keseceğiz.
 
Toplam blog
: 7
: 497
Kayıt tarihi
: 27.01.09
 
 

1965 yılında Eskişehir'de doğdum. İlkokuldan üniversiteye dek tüm okul hayatım Eskişehir'de geçti. H..