Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '12

 
Kategori
Siyaset
 

Cemaat bu kez muhafazakarları ikna edemiyor...

Cemaat bu kez muhafazakarları ikna edemiyor...
 

 

Bu akşam KCK operasyonunda yer alan 9 polisin görev yerleri değiştirildi ve Savcı-MİT krizinde hükümet henüz sorunun küllendirmediğinin işaretini verdi. Oysa iki gündür, Gülen Cemaatine yakın gazeteler, savcı Sarıkaya’nın görevden alınmasını yarım ağız eleştirip duruyordu.

 

Yarım ağız eleştiriyorlardı çünkü bir yanıyla da hükümete zeytin dalı uzatmaya çalışıyorlardı. Cemaatin yayın organlarından Zaman Gazetesinin simge ismi Ali Bulaç bu nedenle “ Hepimize büyük sorumluluklar düşüyor. "Fitne katilden beterdir". Kardeşçe, adaletle, paylaşarak ve fedakârlık yaparak yolumuza devam etmekten başka seçeneğimiz yok.” diyordu.

 

Ali Bulaç’ın yukarıdaki pasajda geçen en ilginç nokta ise “paylaşma” ifadesi. Bu ifade ilginç çünkü sayın Bulaç yazının girişinde de bu noktayı özellikle vurgulama gereği hissetmiş;

 

“Akıllı tüccar, kazanan ve kazandıran tüccardır. "Rabbenâ hep bana" diyen tüccar bir-iki defa kazanır, ama eninde sonunda kaybeder. Siyasette de sürekli kazanmanın yolu, katılımı sağlamak, kaynaklar üzerinde tekel kurmaktan, temellükten kaçınmaktır.”

 

İfade çok fazla yorum yapmaya imkân vermiyor. Ali Bulaç açık açık, hükümete, “kaynakları, mevkileri ve makamları bize de aç, iktidarı paylaşalım” diyor. Daha doğrusu, “bu güne kadar olduğu gibi ve daha fazlası ile kaynakları bizimle paylaşmaya devam et” demeye getiriyor.

 

Hemen hemen diğer tüm cemaate yakın yazarlarda da benzer ifadeler var. Cemaatin ve AKP’nin omuz omuza yola devam etmesinin akla en yatkın olan yol olduğunu tekrarlıyorlar.

 

Ancak bu kez durumda bir farklılık var. Gülen Cemaatine yakın olan bu isimler ve içlerinde yer aldıkları gazeteler, muhafazakâr toplumu ikna etmekte oldukça zorlanıyorlar. Örneğin Zaman ve Bugün gazetelerine karşı ciddi bir güç olarak, Yeni Şafak, Star ve Sabah gazeteleri dikilmiş durumda ve bu gazetelerde yer alan yazarlar tartışmada daha ikna edici pozisyonda yer alıyorlar.

 

Aslında Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklandığı süreçte de bu gazeteler ve yazarları arasında kısmi bir kırılma yaşanmıştı. Ama Gülen Cemaatine yakın ekip, tutuklamaların, Gülen cemaatine yönelik eleştiriden kaynaklanmadığı, Ergenekonla mücadelenin bir parçası olduğuna dair, “cemaate uzak, hükümete yakın” ekibi ikna edebilmişti.

 

MİT’in eski ve yeni müsteşarının savcı tarafından “şüpheli” olarak ifadeye çağrılması sürecinin, “derin devletle” mücadelenin bir parçası olduğuna dair, cemaat çevresi tarafından dile getirilen iddia ise bu kez yeterince ikna edici olmadı. Daha çok hissedilen, cemaatin operasyon gücü (emniyet ve yargıdaki etkinliği) ile süreci domine etmeye çalıştığı ve süreci domine ettikçe devlet içinde mevzii kazanmaya devam ettiği yönünde oldu.

 

Ancak bu süreçte güçlenen sadece cemaat değil. Siyasi bir kurum olarak AKP’de fazlası ile güç kazandı. Kendisine dışarıdan destek veren odaklar dışında, artık başka hiçbir kimliğe gerek duymadan sadece AKP’li olarak tanımlanabilecek bir geniş çevrede oluşmuş durumda. Özellikle de medya içinde. Ayrıca, ortalıkta ciddi ittifak kurmayı gerektiren rakiplerde giderek azalıyor.

 

Üstüne üstlük, Gülen cemaatine yönelik tek eleştiri muhafazakâr toplum dışında kalan kesimlerden gelmiyor. Muhafazakâr toplum içinde geniş bir kesimde, Gülenci cemaatin baskın olma arzusundan son derece rahatsızlar. Bu daha çok ülkemizde muhafazakârlığın çok farklı bir içerik barındırmasından kaynaklanıyor.

 

Bu ülkede toplumun ağırlıklı olarak muhafazakâr bir nitelik taşıdığına şüphe yok. Ama bu muhafazakârlığın Ali Bulaç’ın yazılarında dile getirdiği türden bir muhafazakarlık olmadığı da kesin. Ali Bulaç yazısında;

 

 “Türkiye, çok partili hayata geçtiğinden bu yana toplumsal merkezin refleksleri ve bu merkezin ana gövdesini teşkil eden cemaat ve tarikatların katılımıyla yeni bir demokrasi sürecini deniyor.” diyor.

Ve “Objektif gerçek şu ki, Türkiye ve yeni Ortadoğu'nun demokrasi modeli, merkez sağ, merkez sol, liberalizm veya milliyetçilikten beslenerek oluşmayacak; kalıcı modeli İslam'ın entelektüel kaynakları ile dindar kitlelerin katılımı geliştirecektir.” diye ekliyor.

 

Ali Bulaç toplumsal merkezin ana gövdesini cemaat ve tarikatların oluşturduğunu dile getiriyor. Ayrıca siyasetin sol, sağ, liberalizm, milliyetçilik gibi değerlerden sıyrılarak tek kimlikli –dindar- bir noktaya evrilerek yeni bir demokrasi modelini inşa edeceğini iddia ediyor.

 

20. Yüzyılın son diliminden itibaren dinin son derece önemli bir kimliğe ve bu kimliğin de hayatın içindeki tüm kanallarda (siyaset, ticaret, medya vs) dikkate değer güce dönüştüğüne şüphe yok. Ancak bu kimlik tek tip olmadığı gibi, fazlası ile karmaşık nitelik taşıyor.

 

Bir sonraki yazıda bu toplumdaki muhafazakârlığın niteliğine dair bir şeyler karalamak istiyorum. Bu, bu ülkede cemaatlerin neden ticari faaliyetlerden destek almadan sadece manevi değerler üzerinde ayakta kalamadığının da açıklaması olacak bir nebze.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..