Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '12

 
Kategori
Yurtiçi Tatil
 

Çeşme-Urla izlenimlerim

Çeşme-Urla izlenimlerim
 

                                                                          

 Urla’dayım

 

Gezmek, görmek

Dostluğu perçinlemek,

Elbette İnsanı rahatlatır,

Fırsatını bulup dinlenmek.

Yeşille mavinin birleşkesinde,

Şipşirin Urla’dayım, diyebilmek…

MD

           Önceden konuşmamız oldu. Akay Tatil Köyü’nden ayrılmadan önce Urla’dan Sn Ali Türkhaz, aracıyla ziyaretimize geldi. Konuşmuştuk, ne ki uzun yıllar oldu görüşmemiştik. Ne zamandan bu yana mı? 1975 yılında benim ilk sürgüne gittiğim günden beri… Her ne kadar onaylamaz görünsek de acımasız yıllar kimi değişikliklere damgasını vurdu. 

           Konuşup tanışma, yöreyi kısaca gezme ve söyleşme ortamı sonrasında oradan hareketle ve güzel görüntüleri izleyerek Çeşme’ye geldik. 1981 yılında gördüğüm Çeşme’yi tanımada zorlandım. Marine yapılmış ve gözümüze yansıyan değişik yapılar gördük. Araçla ve yaya olarak bir süre turladık. Dikili’ye gitmeleri amaçlı Otogar’da Sebahat ve Alara’yı İzmir’e uğurladık. Gülşah, Durucan, ben; Türkhaz’ın aracıyla o güzelim otobandan Urla’ya yol alamaya başladık.

          Ege’nin doğası, tarihi ve kültürünü korumuş olan şirin ilçesi Urla; tertemiz havasıyla “Ege’nin akciğeri” deyimiyle taçlandırılmaktadır. Gür mü gür çam ormanları ve asırlık zeytin ağaçlarının yeşilliği, Ege’nin masmavi suları, bol oksijenli havası, köklü geçmişi, sessiz sakin sokaklarıyla karşıladı Urla bizi…

         Urla dendi mi  belleğimden; Yenidemokrat Urla Gazetesi ve Ali Türkhhaz, Bademler köyü, Necati Cumalı, Tanju Okan, Yorgo Seferis, Neyzen Tevfik veŞadi Çalık geçer.

         Urla’ya ulaşınca görme amaçlı kent içinde turladık.Adliye karşısındaki avukatlık bürosunda kısa süre kaldık.Güvendik Tepesi’ndeki Panorama Restaurant’ta bir süre dinlendik açlığımızı ve susuzluğumuzu bastırdık. Hazırlatılan balıklarımızı ve meyvelerimizi Tepebahçe’de yedik. Sonrasında bir eşi Eğirdir’de olan eski Kemik Hastanesi’ni ya da günümüzün Urla Devlet Hastanesi işlevindeki Karantina Adası’ndaki Hastanenin önünden dönerek girip çıktık.Sahil Cafe’de çayınızı yudumlayarak deniz esintisini doya doya içimize çekerek rahatladık!

          Türkhaz’ın rehberliğinde ve konukseverliğinde saat 21.00’e dek günümüzü değerlendirdik. Çeşme’den gelen otobüsümüzle Urla Otogar’ından İstanbul’a uğurlandık. Tan atışında İstanbul’da olduk.

          Dostluğumuzun olanca sıcaklığıyla Sn. Ali Türkhaz’a  teşekkür ederim. 

***

                       Gazeteci Yazar Ali Türkhaz’dan dinlediklerim ve başkaca edindiklerim

Ege’nin doğası, tarihi ve kültürünü korumuş olan şirin ilçesi Urla; tertemiz havasıyla “Ege’nin akciğeri” deyimiyle taçlandırılmaktadır. Gür mü gür çam ormanları ve asırlık zeytin ağaçlarının yeşilliği, Ege’nin masmavi suları, bol oksijenli havası, köklü geçmişi, sessiz sakin sokaklarıyla karşıladı Urla bizi…

Ege’nin incisi İzmir’in batısında yer alan, tam on iki adayı kucaklayan Urla, kentin denize bulanmış kokusunun en keskin duyulabildiği ilçelerden biri… Denize kadar inen asırlık zeytin ağaçlarının gölgesinde deniz ile toprağın o eşsiz birlikteliğine şahitlik eden herkesin içinde ikilemsiz aynı duygu uyanmaktadır: “Yaşamak ne güzel şey…” Evet, Nazım’ın dediği gibi… Günün her saatinde deniz başka bir renge bezeniyor. Urla’da, sabahın lacivert denizi, öğlen zeytin yapraklarının yeşiline dönüşür. Urla, son yıllarda büyük şehirlerin kargaşasından kaçanlara bir sığınak konumunda Ege’nin akciğeri Urla…

Tertemiz bir havaya sahip olduğu için “Ege’nin akciğeri” olarak bilinen Urla’da yıllık hava sıcaklığı ortalaması 16,8 derece, nispi nemlilik ise yüzde 61 oranında. Yılın 195–200 gününün açık ve güneşli, 30–39 gününün kapalı, 120 gününün ise parçalı bulutlu geçtiği Urla’da etkili olan rüzgârlar ise poyraz ve lodos...

Bitek ve bereketli topraklarında her türlü meyve ve sebzenin yetiştiği Urla’da her cuma kurulan pazarı, ne ararsanız bulabileceğiniz bir yer.  Urla’ya bağlı köylerden pazara gelen üreticiler, halıdan kilime, tarladan yeni toplanmış taze sebze ve meyveden çiçek fidesine kadar her şeyi satıyor. Pazara, Urla’nın o ünlü bamyasını, tereyağını, saf zeytinyağını, turp otu ve radikasını tadabilmek için, İzmir ve çevre ilçelerden sürekli gelenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok…

Şirin Urla’nın en yüksek noktasını 650 metrelik rakımıyla Teke Dağları oluşturuyor. Doğa ile tarihin kucaklaştığı Urla, 40 kilometre uzunluğunda bir kıyı şeridine, plaj ve koylara sahip. İzmir Körfezi’nde bulunan toplam on iki ada, Urla’yı diğer ilçelerden ayıran en önemli özelliğidir. Bu adalardan dördü iskâna açık; diğerler adalarsa günübirlik turizmde önemli bir yere sahip. Bunların adları; Hastane Adası (Karantina Adası), Taş Ada, Pınarlı Ada, Yassıca Ada (Alman Adası),  Pita Adası, Eşek Adası, Adacık, Güvercin Adası, Hekim Adası, Uzunada  (Kösten), Menteş Adası (Kel Ada) ve Yılanlı Ada (Özbek Adası).

İlçenin kuzeyinde İzmir Körfezi, güneyinde Düden Körfezi ve Seferihisar, batısında Çeşme, doğusunda ise Güzelbahçe’nin yer aldığı Urla’nın nüfusu 50 bin civarında. Nüfusunun büyük bölümünü Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya, Yunanistan ve Arnavutluk göçmenleri oluşturuyor.

 Urla ilçesinin  pek  bilinmeyen yönü ise tarihi... Bugün Urla’da iki bilimsel kazı yürütülüyor: Limantepe ve Klazomenai kazıları... İskele Mahallesi’nde yer alan bu iki antik yerleşimde yapılan arkeolojik kazılar, Urla’nın, Ege’nin en eski yerleşim merkezlerinden biri olduğunu ortaya koyuyor. Limantepe Höyüğü’ndeki kazılarda MÖ 4. bin Orta Kalkolitik döneme ulaşılırken, daha da eski dönemlere ulaşılması bekleniliyor. Tarihin izinde sıcacık Urla, denebilir.

Antik dönemin en önemli tarihçilerinden Herodot tarafından bildirilen on iki İon kentinden biri olan Klazomenai kentinin kalıntıları bugün İskele Mahallesi'nde, denize komşu tarlalarda ve kıyıya yakın Karantina Adası üzerinde bulunuyor. Matematik, astronomi bilgini ve MÖ 5. yüzyıl doğa düşünürlerinin en ünlüsü Anaksagoras’ın da doğum yeri olan Klazomenai’deki kazılarda bulunan büyük fırınlar ve atölye, buradaki MÖ 7-6. yüzyıllarda seramik sanayinin büyüklüğünü gösteriyor. Gerçekten de o dönemde Karadeniz, Güney İtalya ve Akdeniz kıyılarındaki kolonilere ihraç edilen, savaş sahneleri ve hayvan figürleriyle bezenmiş Klazomenai vazoları ve lahitleri bugün bile dünya müzelerinde önemli yer tutuyor.

Dünyanın bilinen en eski zeytinyağı tesisi Urla’da.  Klazomenai ayrıca zeytinyağı ticaretinde isim yapmış bir antik kent. Kalıntıları arasında yer alan ve MÖ 6. yüzyıla tarihlenen zeytinyağı işliği, tanımlanabilen en eski zeytinyağı üretim tesisi… Bu tesisin Ege Üniversitesi koordinasyonunda yeniden inşa edildi, belirtilmektedir. Sit alanında aynı tarihlerden kalma ve zeytinyağı işliğiyle bağlantılı bir de demirci işliği bulunuyor. 2007’de deniz yatağının altında MS.7.yüzyıl sonuna tarihlenen çıpa ve diğer buluntuların ortaya çıkarıldığı söyleniyor.

Bu çıpa da keşfedilen en eski gemi çıpası olarak nitelendiriliyor. Bu parlak dönemin ardından MÖ 5. yüzyıl ortalarında Klazomenai, Pers saldırısına uğrar ve bu antik kentte yaşayanlar tam karşıdaki Karantina Adası’na göç eder. 1865’te ise buraya Fransızlar tarafından bir tahaffuzhane, yani etüv merkezi yapılmış. Ada da böylece Karantina Adası olmuş. Urla’da Klazomenai’den başka Airai ve Hipekeranos antik kentleri bulunuyor. Airai, Urla’nın güney kıyılarında ve bir ada üzerinde kurulmuş. Şehrin yapı temelleri, sütunları ve lahitler halen görülüyor.

Urla’nın Türk egemenliğine girmesi ise 14. yüzyılın ilk yarısına rastlıyor. 1320’li yıllarda Türklerin Urla yarımadasına hâkim olmalarıyla birlikte bugünkü Urla’nın bir Türk yerleşim merkezi olarak kurulduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemden kalma Fatih İbrahim Bey Camisi ve Hamamı şimdilerde hizmet veriyor. Bu eserlerin dışında 15. yüzyıla ait Çarşı Camii, 14–15. yüzyıla ait Kapan ya da Hacı Turan Camii ve Mektebi ile Kütük Minare Camii, 16. yüzyıla ait Hersekzade Ahmet Paşa Hamamı, 15. yüzyıla ait mektep, türbe, hamam ve çeşmeden oluşan Kamanlı Külliyesi, Türk geleneğine ait diğer önemli tarihi yapılar olarak dikkat çekmektedir.

15. yüzyıl sonu 16. yüzyılın başında yaşayan Piri Reis, “Kitab-ı Bahriye”de Urla’nın girintili çıkıntılı kıyılarını, adalarını dile getirirken, nerelerin “yufka sulu demir yeri”, nerelerin büyük gemilerin yatabileceği kadar derin olduğunu, rüzgârın hangi mevsim nereden estiğini saymış bir bir… Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”sinde de Urla hakkında bilgilere rastlanmaktadır. Çelebi’ye göre; Urla’da kireç badanalı ev hiç yoktu. Hemen hepsi, baştanbaşa beyaz mermer gibi taşlardan yapılmıştı. Urla çevresindeki dağlar, yamaçlar, uzak ve yakın bütün çevre, bağ ve bahçelikti. Bunlar arasında birçok zeytin ağacı adeta bir orman görünümündeydi.

Urla adının nereden geldiğine dair çeşitli söylenceler bulunuyor. Örneğin, halk dilindeki bir rivayete göre ilçenin adı Latince ve Rumcada bataklık manasına gelen “vurla” kelimesinden türemiş. Bir diğer söylenceye göre ise kelimenin kökeni, Osmanlı Padişahı Mehmet Çelebi’nin, komutanlarından İbrahim Bey’e sefere çıkarken dediği “uğurola”dan kaynaklanmaktadır. Evliya Çelebi’ye göre ise burası Kıdefa Kralı’nın kızı Ulice tarafından kurulmuş ve kralın kızı ilçeye kendi adını vermiştir. Adının nereden geldiğine dair farklı söylenceler olsa da Urla’nın Büyük İskender’den bu yana görkemli bir tarihe sahne olduğu gerçek kabul edilmektedir. İon tarihçisi ve filozofu Anaksagoras, doğal güzellikleriyle görülmeye değer bir belde olan Urla’nın en önemli tarihi kişiliklerinden biri. Anaksagoras, gelmiş geçmiş en büyük filozoflardan biri olan Sokrates’in de hocasıydı.

Urla’da gelenekselleşen Ege eğlenceleri ve adetlerine hâlâ rastlanmaktadır.. İlçede bulunan küçük el sanatları üretim yerlerinde Halk Eğitimi Merkezi ve Pratik Kız Sanat Okulu’nun da desteğiyle Urlalı genç kızlar ekonomiye katkı sağlıyorlar. Urla’da yazı daha çekici kılan geleneksel etkinliklerden birisi yarımadada düzenlenen oyunlar…

Urla, Çeşme, Seferihisar, Karaburun, Güzelbahçe ilçeleri ile Alaçatı, Mordoğan ve Ürkmez beldelerinin katılımıyla 1992’den beri gerçekleştirilen “Yarımada Oyunları” her geçen yıl artan bir ilgiyle izleniyor. Sportif ve kültürel etkinliklerle yörenin sosyoekonomik kalkınmasına katkı sağlayan oyunlar, bölge insanının birlik ve beraberliğini de pekiştiriyor. Bağbozumu Şenlikleri ise ilçenin en eski geleneklerinden biri. 2600 yıl öncesine dayanan şenliklerin başlangıç günü 14 Ağustos. Oysa bu tarih bana erken geldi. Bu tarih, “üzüme balın, zeytine yağın düştüğü gün.” olarak kabul edilmektedir.  İlçe için bir başka önemli gün ise 12 Eylül Kurtuluş Şenlikleri…

Çağdaş Yunan şiirinin en büyük ustaları arasında olan Yorgo Seferis’in evi de pek çok Urlalı ve turistin ilgi gösterdiği mekânlar arasında yer almaktadır.. 29 Şubat 1900’de Urla’da doğan Seferis’in annesi Rum asıllı bir Urlalı… On dört yaşına kadar Urla’da yaşayan Seferis, şair ve yazarlığının yanı sıra Türkiye’de dâhil olmak üzere birçok ülkede diplomatik görevlerde bulundu. Seferis, 1963’te “Üç Kırmızı Güvercin” adlı şiir kitabıyla Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. 2000 yılında, Yorgo Seferis’in 100. doğum yılı olması nedeniyle Urla’daki doğduğu ev restore edilerek, otel olarak hizmete sokuldu.

Urla’da her sene anılan iki ünlü isim daha bulunuyor: Necati Cumalı ve Tanju Okan… Ünlü edebiyatçımız Necati Cumalı’nın kendi adını taşıyan sokaktaki evi, “Necati Cumalı Anı ve Kültür Evi” adıyla ziyaretçilerini ağırlıyor. Ne ki yazılarında eleştiri yaptığından Urlalı Cumalı’yı pek sevmiyor.

Müzisyen Tanju Okan ise 1973’te memleketi Urla’ya dönerek İskele Mahallesi’ne yerleşti. Hayatının geri kalan kısmını aynı zamanda açık deniz ve yat kaptanı olarak sürdüren Okan, tam bir Urla aşığıydı. 23 Mayıs 1996 tarihinde çok sevdiği memleketi Urla’da hayata gözlerini yuman Okan’ı, Urlalılar hiç unutmadı ve 2000 yılında adının verildiği parka heykeli dikildi. Ayrıca her yıl Necati Cumalı ve Tanju Okan’ın ölüm yıldönümlerinde anma törenleri yapılıyor.

Ayrıca, Neyzen Tevfik’in de on üç yaşındayken ailesiyle Urla’ya geldiği, Urla çarşısının önünden geçerken, bir berber dükkânından gelen ney sesinin yaşamına yön veren neyzenliğe doğru adım atmasını sağladığı ve Türk heykel sanatının öncülerinden Şadi Çalık’ın da 1923’te mübadeleyle Urla’ya geldiği, çocukluğunu ve gençliğini Urla’da geçirdiği biliniyor.

Urla pazarındaki Lale Katmercisi’ni Ege’de tanımayan yoktur. Urla’ya has bir yiyecek olan katmer, özel olarak açılan yufka içine peynir, maydanoz, kıyma ve yumurta konularak yapılıyor

Büyük İskender zamanında ince bir yolla karaya bağlanmış olan Karantina Adası’nda   şu anda  Fransızların yapmış olduğu “Tahaffuzhane” denilen etüv merkezleri ile tam teşekküllü bir devlet hastanesi, bir otel, bir mağara ve antik Klazomenai Antik Kenti’nin kalıntıları bulunuyor. Tahaffuzhanenin geçmişi bir hayli ilginç! O yıllarda Hac’dan gemilerle dönenler ada açıklarında demirler, yolcular da küçük teknelerle taşınarak iki bölüm halinde tahaffuzhaneye alınırmış. İlkinde ilaçlı sularla duş yaptırılan yolcuların tüm eşyaları ve çamaşırları, aradaki 360 derece dönebilen dolaplarla ikinci bölüme yani, tahaffuzhaneye gönderilir, buradaki üç büyük kazanda, 110 derecelik buharla mikroplarından arındırılırmış. Hasta yolcu varsa, gemi karantinaya alınır, bir süre bırakılmaz; herhangi bir salgın hastalıkla karşılaşılmazsa, bir atlı haberci İzmir Valisine müjdeyi götürür, Vali de gelen ulağı bir kese akçeyle ödüllendirirmiş. Bu sistem, Osmanlı tarafından 150 yıl önce uygulanıyordu.

Tekne bağlamak için 45 metre uzunluğunda iskele inşa edilen Yassıca Adası, ise günübirlik turizme açık ve muhteşem bir plaja sahip. Yaz aylarında hafta sonları Karşıyaka, Konak, Urla İskelesi ve Yassıca Ada arasında gemi seferleri düzenleniyor. Mide hastalıklarına iyi gelen içme sularıyla ünlü Malgaca İçmeleri’nin ayrıca kilometrelerce uzunluğunda doğal plajı bulunuyor. Çeşmealtı üstündeki Güvendik Tepesi’nden açık havada on iki adayı ve İzmir Körfezi'ni kesintisiz görmek olanaklı. Burada bir süre dinlendik ve içeceklerimizi yudumladık.  Güneşin doğuşu ve mehtaplı gecelerde sunduğu inanılmaz görüntüleriyle ünlü olan tepe, çam ormanlarıyla çevrili...

Balıkçılık ve tarımla geçinen Özbek Köyü’nün camisinin bahçesinde asırlık ağaçlar bulunuyor. Köyün otantik havası ve yarımadanın batı kıyılarındaki yat limanı, balıkçı barınağı ve ılık suyuyla görülmeye değer. Türkiye’de tiyatrosu olan ilk köy de Urla’da bulunuyor. 1930’lu yıllarda köyde öğretmenlik yapan Mustafa Anarat’ın sayesinde tiyatroyla tanışana Yıllar önce gördüğüm Bademler Köyü… Köylüler, tiyatroyu o kadar çok sevmişler ki 1969’da olanaklarıyla bir tiyatro binası bile inşa etmişler. Bademler Köyü Tiyatrosu’nun oyuncuları tarımla uğraşan köylülerden oluşuyor. Bademler Köyü kütüphanesi, Özel Çocuk Oyuncakları Müzesi ve çiçek seralarıyla da ünlüdür.. Necati Cumalı’nın aynı adlı hikâyesinden uyarlanan ve 1964 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülü kazanan “Susuz Yaz” filminin de Bademler Köyü’nde çekildiği belertilmektedir.

Yorgo Seferis’in, Necati Cumalı’nın, Neyzen Tevfik’in, Tanju Okan’ın Urlası, hâlâ küçük meydanları, asma altı kahveleri, köyleri, balık mezarları, on altı köyden gelen üreticinin kurduğu ünlü pazarı, çağdaş insanları, köklü geçmişinin izlerini yansıtan sokakları ve yemekleriyle Ege’nin ruhunu yaşatıyor.

 

“Diyelim oturmuş yazıyorum

Birden duruyor kalem

Bir görüntü ak kâğıtlarda

Ev ev sokak sokak

Yine Urla oluyor konum

  

Bir ağız mızıkam var

Üflüyorum

Re mi fa sol la

Bir es mi giriyor araya

Ya Urla?” 

Yazınımızın usta kalemi Necati Cumalı, “Urla’da Zaman” adlı şiirinde böyle anlatıyor çok sevdiği Urla’sını… Türkiye ile Yunanistan arasında 1923’te yapılan nüfus değişimiyle ailesi Urla’ya yerleştirildiğinde Cumalı, henüz iki yaşındadır. Çocukluğu, gençliği Urla’da geçen yazarın ilk şiiri de 1939’da Urla Halkevi Dergisi’nde yayınlanır. Bugün Cumalı’nın Urla’da yaşadığı ev, pazartesi hariç haftanın her günü sevenlerini ağırlıyor.

Necati Cumalı henüz Urla’nın sokaklarında oyun oynamazken, gelecekte dünya edebiyatında önemli bir yer edinecek başka bir isim, o sokaklarda oyun oynamaktır: Yorgo Seferis… Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Yunan yazarı Seferis, ailesiyle birlikte Urla’dan Yunanistan’a göç ettiğinde on dört yaşındadır. Ege’nin karşı yakasından Urla’yı izleyen Seferis, otuz yıl sonra yeniden Urla’ya gelir ve Urla’ya dair şu dizeleri yazar: 

 

Nasıl ki

kalkar, doğup büyüdüğün şehre

gidersin bir gece

ve bakarsın temelinde yıkılıp yeniden kurulmuş o şehir

ve yakalamaya çalışırsın geçen yılları

onları yeniden bulmanın umudu içinde…”

Yorgo Seferis’in Urla İskele’de adını taşıyan sokakta bulunan doğup, büyüdüğü ev ise bugün butik otel olarak hizmet veriyor. Seferis’in, Cumalı’nın, Neyzen Tevfik’in, Tanju Okan’ın Urlası ise; hâlâ küçük meydanları, asma altı kahveleri, köyleri, balık mezatları, on altı köyden gelen üreticinin kurduğu ünlü pazarı, çağdaş insanları, köklü geçmişinin izlerini yansıtan sokakları ve yemekleriyle Ege’nin ruhunu yaşatıyor.

Deniz ile ormanın iç içe geçtiği, havası temiz, toprağı kirlenmemiş, insani değerlerini yitirmemiş bir yer Urla... Bir zamanlar Türklerin, Yahudilerin ve Rumların iç içe yaşadığı Ege’nin bu şirin ilçesi, bugün ağırlık olarak Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya, Yunanistan ve Arnavutluk göçmenlerini ağırlamakla birlikte son yıllarda huzurlu, dingin ve güvenli atmosferinin çekimine kapılan anakent insanlarına da ev sahipliği yapıyor.

Yeni bir başlangıç yapmak ve hayallerindeki hayatı yaşamak için Urla’nın yolunu tutanların sayısı azımsanmayacak kadar fazla… Büyük şehirlerin kargaşasından, stresinden yorulup, daha doğal bir hayat yaşamak ya da her geçen gün yiten insani değerleri yeniden bulmak isteyenlerin buluşma noktalarından biri konumunda artık Urla… İstanbul’dan, İzmir’den,  Ankara’dan hatta yurt dışından seçenekli bir yaşam sürmek için Urla’yı yeğleyenlere her geçen gün yeni bir ad eklenmektedir. Ünlü ressam Cuma Ocaklı da bunlardan biri… Emekli olduktan sonra Urla’ya yerleşen sanatçı, resim çalışmalarına burada devam ediyor.

Her hayaliyle Urla’da yaşamaya gelen, bu sıcacık Ege ilçesine ayrı bir güzellik katıyor. Kimi 1900’lü yılların başına kadar Avrupa’nın en ünlü üzümlerini yetiştiren bağlara yeniden can vermek, kimi Rumlardan ya da Yahudilerden kalan tarihi yapıları geleceğe taşımak, kimi kirlenmemiş toprağında organik tarım yapmak, kimi de zengin mutfağını yeni kuşaklarla buluşturmak için uğraşıyor. Bunları yaparken de gözleri gibi koruyorlar Urla’nın doğasını, yeşilini, temiz havasını, denizini ve henüz betonlaşmaya teslim olmamış dokusunu… Yani doğaya, çevreye, tarihe, kültüre saygılı, bilinçli bir gelişim yaşanıyor Urla’da…

Urla’nın yöresel yemeklerini yaşatmak isteyenler Slow Food çatısı altında bir araya gelmiş bile… Slow Food gönüllüleri, geçen aylarda iki ilginç etkinliğe imza atmış. İlk önce Urla’nın geleneksel yemeklerinden ıspanak balığını pişirerek, Urlalılara ikram eden gönüllüler, isteyenlere bu yemeği nasıl yapabileceklerini anlatmış. Daha sonra da Urla’nın otlarını gençlere öğretmek için ormana bir gezi düzenleyen gönüllüler, katılımcılara hangi otun ne amaçla kullanıldığını, hangi ottan yemek yapabileceklerinin bilgisini vermiş. Urla’nın sualtı tarih zenginliğini meraklılarıyla buluşturmak isteyen Çeşmealtı Güzelleştirme, Kalkındırma ve Koruma Derneği ise İzmir Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle “Sualtında Tarih Yolculuğu” adında ilginç bir projeye imza atmış. Bu yaz hayata geçmesi amaçlanan projeyle başta engelli dalgıçlar olmak üzere isteyen herkes Limantepe sualtı kazı bölgesinde yürütülen çalışmaları daha yakından görebileceği söylenmektedir.

Bir yandan Limantepe kazılarını yürüten bir yandan sualtı arkeolojik kazıların Kültür Bakanlığı bünyesinde bir bilim dalı haline getirmeye çalışan Prof. Dr. Erkanal, bir yandan da antik çağlara ait teknelerin yeniden inşa edilmesi için çaba harcamaktadır.. Üç yıl önce Bodrum Arkeoloji Müzesi’nde kalıntıları bulunan 3 bin 500 yıllık Uluburun Teknesini, ardından MÖ 600’lü yıllara ait Kybele Teknesini inşa ettiklerini vurgulayan Prof. Dr. Erkanal, bu yıl da Ege’nin bilinen en eski teknesinden üç tane yapacaklarını söylüyor. 4 bin 200 yıl öncesine tarihlenen bu teknelerin, sadece kürekle hareket edebildiğini belirten Prof. Dr. Erkanal, eylülde bu teknelerle Urla’dan yola çıkarak Yunan adalarını ziyaret edeceklerini kaydediyor.

Urla’da bir “Arkeopark” oluşturmayı da planladıklarını ifade eden Prof. Dr. Erkanal,“İnşa ettiğimiz antik tekneleri, sualtından çıkardığımız eserleri ‘Arkeopark’ta sergileyeceğiz. Yine bu parkta kazılarda bulduğumuz atölyeleri, evleri birebir inşa edecek, o çağlara ait üretim şekillerini örneğin; 4 bin yıl önce dokumanın nasıl yapıldığını, ekmeğin nasıl pişirildiğini göstereceğiz. Bunların yanı sıra antik bir tekne yaparak, halkı o dönemin koşullarında seyahat ettirmeyi planlıyoruz. Bunların hepsi Türkiye için ilk olacak” diyor.

Türkiye’de ilk, dünyada ise sadece  iki yerde yapılan bir çalışmayı Limantepe’de yaptıklarını belirten Erkanal şöyle konuşuyor: “Biz burada suyun altını kazıyoruz, bu çok zor bir iş. Eskiden burada yapılan kazıların birkaç nesil süreceğini söylerdim, şimdi yedi-sekiz nesil sürer diyorum.”

Prof. Dr. Erkanal Urla’da hayata dair ise şu görüşleri dile getiriyor: “Urla’da yaşayanlar daha çok doğaya aşk insanlar. Çünkü Urla’nın en temel özelliği doğal ve tarihi yapısını hâlâ koruyor olması. Urla’nın içine girdiğinizde de antik evleri görebilirsiniz. Bir de çok güzel havası var. Deniz ve hemen gerisinde çam ormanları başlıyor. Doğayı sevenler için Urla en ideal yaşam alanlarından biridir.”

Urla’ya beş kilometre mesafede, antik bir liman olan Urla İskelesi var. Antikçağın en önemli filozoflarından, akılcı ve özgür düşüncenin babası ve Sokrates’in hocası Anaksagoras, burada Klazomenai’de doğduğu daha sonra Atina’ya yerleşerek, doğa felsefesini öğreten ilk hoca olduğu biliniyor. Urla İskelesi yakınındaki bir tarlada, Ege Üniversitesi’nden Arkeolog Prof. Dr. Güven Bakır’ın başkanlığında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan, 2 bin 600 yıl öncesine ait zeytinyağı işliği, Anadolu’da ele geçen en eski ve tek zeytinyağı fabrikası olma özelliğini taşımaktadır. Yeryüzünün de bilinen en eski zeytinyağı fabrikalarından biri olan ve aslına uygun olarak yeniden inşa edilen işlikte 2 bin 600 yıl öncesinin tekniğiyle zeytinyağı üretme çalışmaları sürmektedir.

Kırk kilometrelik bir sahil şeridine, el değmemiş koylara ve on iki küçük adaya sahip olan Urla Yarımadası’nın özellikle güneyinde, yedi kilometre mesafedeki Demircili Köyü yakınındaki koylar, Yağcılar, Zeytineli kıyıları ve Altınköy temiz denizi ve bakir ormanlarıyla başta İzmirlileri olmak üzere çok sayıda turisti ağırlıyor.

1900’lü yılların başına kadar Almanya, İngiltere ve Hollanda’ya deniz yoluyla kuru üzüm satan ve bağlarında yetişen üzümlerin kalitesiyle tanınan Urla, bağlarına yeniden kavuşuyor.  Butik ve organik şarapçılık yapmak için Urla’ya yerleşenlerin çabalarının meyveleri toplanmaya başladı bile…. Urla’nın Kuşçular Köyü’nde üretim yapan Urla Şarapçılık’ın “Masters of Wine İstanbul 2010”da üç ayrı kategoride aldığı birincilik ve ikincilikler, Urlice şaraplarını aynı başarıyı geçen sene yakalaması Urla’nın Kaliforniya’daki ünlü Napa Valley gibi geleceğin butik şarap merkezi olması yönünde çaba sarf edenleri umutlandırıyor.

Yassıca (Alman)  Adası: Turistik amaçlı kullanılmak üzere hazırlanan adaya tekne bağlamak için 45 metre uzunluğunda iskele yapılmış ve günübirlik turizme açılmıştır. Plajı çok ünlü... Yaz aylarında hafta sonları Karşıyaka, Konak, Urla İskelesi ve Yassıca Ada arası gemi seferleri yapılmaktadır.

Malgaca İçmeler: Mide hastalıklarına iyi gelen içme sularıyla ünlüdür. Ayrıca, kilometrelerce uzunluğunda doğal plajı vardır. Çeşme – Kuşadası arasındaki eski kervan yolunun kalıntısı olan iki köprü bu kıyılarda denizin içinde kalmıştır.

Güvendik Tepesi: Çeşmealtı üstündeki bu tepeden açık havada on iki adayı ve İzmir Körfezi’ni kesintisiz görmek mümkün. Güneşin doğuşu ve mehtaplı gecelerde sunduğu inanılmaz görüntüleriyle ünlüdür. Çevre, çam ormanlarıyla kaplıdır.

Ovacık Köyü: Buradan tüm Urla’nın panoramik görüntüsünü izlemek mümkündür.

Özbek Köyü: Balıkçılık ve tarımla geçinen köyün camisinin bahçesindeki asırlık zeytin ağaçları, balık mezatı ve yarımadanın batı kıyılarındaki yat limanı, balıkçı barınağı ve ılık su görülmeye değerdir.

Bademler Köyü: Tiyatrosu olan ilk köy. Oyuncular da ziraatla uğraşan köylülerden oluşuyor. Kütüphanesi, Türkiye arkeolojisini en önemli isimlerinden Musa Baran’ın çabalarıyla evinde açtığı Özel Çocuk Oyuncakları Müzesi ve çiçek seraları ile ünlüdür. 1963 Berlin Altın Ayı Ödülü’nü kazanan “Susuz Yaz” filminin konusu Bademlerde geçmiş ve film bu köyde çekilmiştir. Bir dönem Tekel ve Gümrük Bakanlığı yapmış Mahmut Türkmenoğlu da Bademler Köyü’ndendir.

 

Bunları yapmadan Urla’dan ayrılmayınız!

 

* Urla’nın ünlenen katmerinden tadınız.

*  Malgaca içmelerinin suyundan içiniz.

*  Güvendik Tepesi’nden güneşin doğuşunu ve batışını izleyiniz.

*  Dar yoldan da olsa Şehitlik’e çıkınız. Sahile kuşbakışı bakınız.

*  Karantina Adasındaki antik Klazomenai kentinin kalıntılarını görmek için dalınız.

Sahil Cafe’de çayınızı yudumlayarak deniz esintisini içinize çekiniz.

*  Özbek Köyü’nde bin yıllık zeytin ağaçlarını ziyaret ediniz.

*  Bademler Köy Tiyatrosu’nda bir oyun izleyin ve Ali Usta’nın köftesinden tadınız.

* 14 Ağustos Bağbozumu Şenliği’ne katılınız.

*  Klazomenai’deki dünyanın en eski zeytinyağı işliğini geziniz.

*  3 bin 500 yıllık Uluburun Teknesinin birebir modellendiği tekneyi görünüz.

* Çeşmealtı ya da Özbek Köyü’nde bir mezata katılınız.

* Akşamları kurulan ünlü Çeşmealtı pazarında alışveriş yapınız

* Urlice Şarapevi’nde bağların içinde bir kadeh şarap yudumlayınız.

* Zafer Caddesi’nde eski yapılar arasında geçmişe uzanınız…

                                                       *

 

 
Toplam blog
: 782
: 1295
Kayıt tarihi
: 18.08.08
 
 

Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'nu, İzmir Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü, İstanbul Çapa M..