Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '08

 
Kategori
Siyaset
 

Cezayir soykırımı

Türkiye’de en çok tartışılan konulardan biridir Ermeni Soykırımı. Ve bunu destekleyen ülkelerden biri de Fransa’ydı. Ve tabi ülke olarak buna tepki göstermek amacıyla Cezayir soykırımını gündeme getirdik bu tartışmalar esnasında. Peki neydi bu Cezayir soykırımı?

Fransızlar, Cezayir’e geldikleri 1830 yılından 1962 yılına kadar olan süre içinde, Cezayir halkını sosyal, kültürel ve hatta yönetimsel olarak Fransızlaştırmak için kendilerine ilk hedef olarak, Cezayir’de ne kadar Arap, İslam ve Türk kültürü varsa bunun sistemli bir şekilde unutturulmasını seçmişti. Amaç sistemli bir kültürel asimilasyon politikasıyla, bir Fransız-Cezayir’i yaratmaktı. Bu asimilasyon politikası bütün Fransız sömürgelerinde tam egemenlik kurmak için bu toprakların maddi kaynaklarını ve insanlarını sömürgeleştirme ideolojisinden kaynaklanıyordu.

Fransızların sadece asimilasyonla yetinmeyip Cezayir’i egemenlik altına almak istemesinin ilk göstergesi 1870-1871 Fransız-Alman Savaşıdır. Bu savaşta Alsace-Lorraine bölgesinin Almanlara bırakılmasından dolayı, burada yaşayan 750.000 Fransız, Fransız hükümeti tarafından Cezayir’e göçmen olarak yerleştirildi. Bu göç akını daha sonraki yıllarda da devam etti. Göç eden Fransızlara Cezayir’de ekonomik olarak en iyi olanaklar sağlandı. Fakir Cezayir köylüsü bütün olanaklara sahip Fransızlarla baş edemedi. Bunlardan 300.000’i Avrupa’daki Fransız fabrikalarına gönderildi. Böylelikle Fransa Cezayir’in Fransızlaştırılması konusunda başarı sağladı, ayrıca ekonomilerinin gelişimi için ucuz iş gücü kaynağına sahip oldu.

1919 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte Mustafa Kemal Atatürk tarafından emperyalizme karşı başlatılan ulusal bağımsızlık savaşı ve Türklerin uluslaştırılma yani bir ulus devlet yaratma çabaları bağımsızlığını kazanmak isteyen Kuzey Afrika ülkelerine esin kaynağı oldu.Bu ülkelerden biri de Cezayir’di. Modern anlamda ulusalcılık, Cezayir’de ilk olarak, 1931 yılında Cezayir’in önde gelen aydınlanmacı din alimlerinden Şeyh Abdullah Ben Badis ile başladı. Ben Badis ilhamını hem Sünni hem de Şii geleneklerinden alıyordu.Ulusal kimlik anlayışını da şöyle tarif ediyordu: ‘İslam benim dinim, Arapça benim dilim ve Cezayir benim vatanım’. Bu tarif Cezayir’in geniş çevresinde kabul gördü ve bu, ulusal mücadelenin ortak hedefi haline geldi.

Ben Bades Fransızlar tarafından baskıya uğradı, tutuklandı, camilerde vaaz vermesi yasaklandı. İkinci Dünya Savaşının da patlak vermesiyle bu ulusal mücadele hız kesti. İkinci Dünya Savaşının bitmesi ile Cezayir tarihinde çok önemli olacak dönüm noktaları ortaya çıkacaktı. İlki 8 Mayıs 1945 günüydü, insanlık tarihine kara bir leke sürecek bir gündü. Cezayir’in Setif kentinde hem İkinci Dünya Savaşı’nın bitimini kutlayan hem de Almanya’nın yenilmesiyle Avrupa’nın kurtulmasına paralel olarak kendi özgürlükleriyle ilgili beklentileri yükselen halk Cezayir bayraklarıyla sokağa döküldü. Çünkü Cezayirliler 2. Dünya Savaşında Fransa’nın yanında yer alması halinde özgürlüklerine kavuşacakları vaadiyle ikna edilmişlerdi. Fransa ordusu çıkan olayları sindirmek üzere göstericilerin üzerine ateş açtı. Tam rakam belirlenememesine rağmen yaklaşık 45.000 kişi bu saldırıda yaşamını yitirdi. Evet bir günde 45.000 kişi Fransız askerlerinin açtığı ateş sonucu hayatını yitirdi. 20.yüzyılda insanlık tarihi açısından yaşanan en büyük katliamlardan biri bu Setif katliamıydı.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra ve Setif katliamının medya gelmesinden sonra Cezayir’de sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesi yeniden alevlenmeye başladı. 1949-1950 yılları arasında bir grup Cezayirli köylü, esnaf, asker ve aydın Cezayir’i yeniden kendi kimliğine bürümek yani Fransız boyunduruğundan kurtarmak için harekete geçti ve bu hareket ‘Demokratik Özgürlüklerin Zaferi Hareketi’ adını aldı. Cezayir’in bu aydın kesimi Fransa’daki Cezayirli işçiler arasında ve Cezayir’de mitingler düzenledi, konferanslar yaptı ve Fransa’ya karşı ulusal kurtuluş mücadelesini örgütledi.

Bu örgütlenmenin devamını Ahmed Ben Bella, Ali Mahas, Mosatefa Ben Boulaid, Mohamed Boudiaf, Rabah Biat, Hocina Ait Ahmed gibi gençlerin kurduğu ‘Cezayir Kurtuluş Cephesi’ (Front de Liberation Nationale F.L.N) sağladı. Bu gençler sadece siyasi çıkışların bu mücadelede yeterli olmayacağını, Fransız hükümetine karşı askeri mücadeleye gerek duyulduğunu belirterek bu savaşı fiilen askeri alana taşıdılar. 31 Ekim 1954’te Betna ve Aures’te başlatılan ayaklanma yoğun bir tutuklanma kampanyasına yol açtı. Bu sırada Fransa’dan da tepki gecikmedi. Fransa’daki Pierre Mendes hükümeti 12 Kasım 1954’de Millet Meclisinde yayınladığı ‘Cezayir Fransa’nın ayrılmaz bir parçasıdır…. Cezayir Fransız’dır’ deklarasyonuyla Cezayir’deki ulusalcılara karşı harekete geçeceğini gösteriyordu. Ve geçti de.

Ertesi yıl Ayn Abid’de ve El Alia madenlerinde patlak veren isyanla birlikte Fransa harekete geçti.İlk olarak hükümetin valiliğe yolladığı Robert Lacoste şiddetle bu isyanları bastırmaya yöneldi ve bölgeye 500.000 Fransız askeri yollandı.Fas ve Tunus’un arabuluculuk yapmak için Cezayirli liderleri çağırması ve onları tutklaması bardağı taşıran son damla oldu ve şiddet eylemleri genişleyerek hız kazandı. Fransızlar yakaladıkları Cezayirlilere karşı yoğun bir işkence uygulamasına girişti. İşkenceden geçirilenlerin bir çoğu, yapılan özel işkence uygulamaları sırasında öldü veya sakat kaldı. Fransızlar yaptıkları işkencelere kod adı bile vermişti. ‘Rock’n Rool’ elektrik işkencesinin, ‘sunbathing’ ise 65 derece sıcaklıkta suya batırma işkencesinin kod adıydı. Öldürülenler arasında FLN’nin efsane liderlerinden Ben M’hidi de vardı. 1957 yılında Fransızların paraşüt tümenine kumanda eden General Jacques Massu Fransız gazetesi Le Monde verdikleri mülakatta, savaşta kayıp diye nitelendirilen 3000 kişiyi idam ettiğini itiraf etti. Yardımcısı Paul Aussaresses ise 24 FLN üyesini bizzat öldürmesi ile ilgili soruya tüyler ürpertici bir cevap verdi. ‘Hiç pişmanlık duymuyorum.’ İşkencecilerden biri de bugünkü ırkçı Ulusal Cephe Partisinin lideri ve o zamanın subaylarından Jean Marie Le Pen’di. Mohamed Abdellaoui Le Monde gazetesine verdiği demeçte Le Pen’in bizzat vücuduna elektrik verdiğinin ifade etti. Fransızların ve dünyanın en önemli düşünürleri arasında yer alan Cezayir’deki işkence uygulamalarına karşı tavır alan Jean Paul Sartre ise işkenceyle ilgili görüşlerini şöyle açıklar. ‘İşkence ne sivillere, ne askerlere ne de özel olarak Fransızlara aittir. Bu öyle bir şeydir ki tüm yerleşim bölgelerini saran bir veba gibidir.’ Fransa’nın ünlü savaş karşıtı yazarlarından Simone de Beauvoir ve Jules Roy ise bu işkencelerin Nazilerin yaptıklarından farksız olduğunu belirtiyordu.

Bu arada siyasi alanda da gelişmeler vardı.Nisan 1958’de Tanca’da toplanan Magrib Birliği Kongresi’nde alınan bir kararla Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükümeti kuruldu. Bu Fransa’yla birleşmek isteyen Avrupalı Cezayirlileri kızdırdı.Bu gerginlik Fransa’da bunalıma yol açtı. Bunalıma son vermek üzere Charles De Gaulle geniş yetkilerle iktidara geldi. Saldırılar tüm hızıyla sürerken bir yandan da siyasi çözüm arayışları devam ediyordu. Arap devletlerinden destek gören geçici hükümet ile 1961 Mayıs’ında görüşmelere başlanması Fransız göçmenlerin tepkisini çekti. Bunların kurduğu Gizli Ordu Örgütü (OAS) sivil halka yönelik acımasız saldırılar düzenledi. Altı aylık bir aradan sonra görüşmeler yeniden başladı. Ve 18 Mart 1962 yılında anlaşma sağlandı. Geçici bir hükümetin gözetiminde yapılacak referandumu onaylamak koşuluyla Cezayir’in bağımsızlığı tanındı. 1 Temmuz 1962 yılında yapılan referandum da 6 milyon kişi lehte 16 bin kişi aleyhte oy kullandı.

8 yıl süren bu kanlı savaşta ölen Cezayirlilerin sayısı 1 milyonu bulurken Fransızlar 8 bin köyü yok etti, yaklaşık iki milyon köylü toprağını kaybetmek zorunda kaldı. Fransızlar ise bu savaşta 20 bin askerini kaybederken bu savaş onlara 55 milyar yeni Fransız Frankına mal oldu. Umarız ki Cezayir halkı bir daha böyle acılar yaşamak zorunda kalmaz ve dünyada bu tarz savaşlar, acılar yaşanmaz, insanlığın değerli bir duygu olduğu en azından geçerli olduğu dünyada yaşarız.

Kaynakça:Sefa M.Yürükel, ‘Batı Tarihinde İnsanlık Suçları’

Alistair Horne, ‘A Savage War of Peace, Algeria’

Marie Demker, ‘ Sverige och Algeriets frigörelse 1954-1962’

Martin S.Alexander, Martin Evans, J.F.V.Keiger, ‘The Algerian War and the French Army, 1954-1962’

Tony Smith ‘The French Stake in Algeria’

ÇAĞLAR EZİKOĞLU

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SİYASAL

BİLGİLER FAKÜLTESİ KAMU

YÖNETİMİ 4.SINIF ÖĞRENCİSİ

 
Toplam blog
: 6
: 706
Kayıt tarihi
: 29.09.08
 
 

Ben Çağlar Ezikoğlu, 1987 doğumluyum. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi..