Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '08

 
Kategori
Siyaset
 

DSP'nin Türk siyasal hayatındaki yeri

DSP, Türk siyasal hayatının son dönemine damgasını vurmuş partilerden biri. Bunun en önemli faktörlerinden biri sol bir parti olarak siyasette yer alması. Bildiğimiz gibi 1960’lı yıllara kadar sol olarak nitelendirilebilecek tek parti CHP’di. Tabi bu da tartışılan bir konu. Seçim sisteminin değişmesiyle bu yıllarda mecliste sosyalist solu temsilen bir parti daha ön plandaydı. TİP etkili muhalefeti ile Türk Siyasal Hayatına yeni bir sol anlayış getirmişti. Fakat daha sonra meydana gelen askeri darbeler Türk solunun büyük bir oranda çökmesine yol açmıştı. 12 Eylül döneminden sonra kurulan DSP’nin askeri rejimden sonra nasıl bir sol anlayışı izleyeceği merakla bekleniyordu. DSP daha önce anlattığımız üzere kuruluş felsefesinde kendisini Marksist bir sol anlayıştan sıyırıyordu. Tabi bunun sebeplerinden biri de 12 Eylül dönemi yaşananlardı. O dönemdeki diğer büyük bir sol parti olan SHP kendini sosyal demokrat olarak görürken DSP’nin politikası halkın geleneklerine uygun ılımlı bir sol anlayışı güdüyordu. Çünkü Ecevit’e göre sosyal demokratlık Batı’yı ve Marksizmi çağrıştırıyordu

İşte bu farklılık ilk olarak kendini Kürt sorununda hissettirdi. Daha önce anlattığımız gibi o dönemde bir SHP-HEP birleşmesi vardı. Ayrıca artan bir PKK terörü ve bölgedeki karışıklıklar mevcuttu. İşte Ecevit bu birleşmede SHP’yi, PKK’yı Meclise taşımakla suçladı. Aslında bu suçlama ve SHP’nin bu politikası ileride SHP’nin oy kaybına yol açan etmenlerden biri olacaktı. Ecevit burada Kürt sorununa da açılım getirmişti. Hiçbir zaman Kürt sorunun varlığından bahsetmedi, bunun yerine bölgenin problemi olarak, bölgedeki feodal yapıyı ve buna bağlı olarak oluşan geri kalmışlığı gösterdi. Bu görüşe karşı SHP, Ecevit’i sağcılıkla suçlayıp, Türkeş’e benzetmişti. Ecevit’de SHP’yi PKK’lılaşmakla suçlamıştı. İşte bütün bu tartışmalar esnasında Ecevit yapacağı yeni politikayı ulusal sol anlayışına oturacaktı. Bu anlayış halkın geleneklerine de uyuyordu. Tabi halk olarak bahsettiğimiz Türkiye’nin batısıydı. Zaten Ecevit’in hedefi de orasıydı. DSP’nin yükselişine tek etmen bu konu değildi Ecevit’e göre. Ona göre DSP artırdığı oyları SHP’den değil, daha çok ANAP, RP, DYP gibi sağcı kesimlerden alıyordu. Ecevit bu farkı şöyle çiziyordu: “Gerici ile inanan arasındaki farkı çizmek”. Bu eğilim daha sonra göreceğimiz örneklerle güçlendi ve bu durum DSP ile SHP-CHP arasındaki en önemli ayrım noktalarından biri olarak kabul edildi.

1994 yerel seçimlerinde siyasal İslamın temsilcisi olan RP’nin yükselişi, Ecevit’in bütün stratejisini RP üzerine yoğunlaştırmasına yol açtı. DSP yavaş yavaş solun lider partisi olmaya doğru gidiyordu ve artık mücadele etmesi gerektiği bir RP ve siyasal İslam vardı. Ama önce de belirttiğimiz gibi inanlara karşı bir duruş hiçbir zaman olmamıştı. Bunun en temel örneklerinden biri de Fethullah Gülen’di. DSP tabanı bu ilişkiyi tasvip etmese de Ecevit ile Gülen arasında yakın bir ilişki vardı. Ecevit radikal olmayan tarikatların birer sivil topum kuruluşu gibi çalışabileceğini ve topluma yararlı olabileceği görüşündeydi.

Bu yerel seçimlerden sonra DSP, yaptığı transferlerle birlikte artık solun birinci partisi olmaya doğru ilerliyordu. 1995 seçimlerinde de sonuç bu yönde gerçekleşmişti. Fakat bu seçimler Türk siyasal hayatında yeni bir dönem açmaya yönelik sonuçlar doğurmuştu. Birinci parti siyasal İslamın temsilcisi Refah Partisiydi. Partinin birinci gelmesi birçok kesimde bir rejim sorunu olarak algılanmıştı. Tabi DSP’de uyguladığı politika çerçevesinde bu duruma katılan bir yönde görüş belirliyordu. Daha önce de söylediğimiz partinin mücadele edeceği rakip RP’ydi ve strateji buna göre belirlenmişti. Ecevit buna bağlı olarak o dönemde bir DYP-ANAP koalisyonu istiyordu. Ve bu görüşüne uyarak oluşan ANAYOL hükümetine güvenoyu sırasında çekimser oy vererek bu desteğini göstermiş oldu. Ama daha sonra bu hükümetin düşmesi ve yerine REFAHYOL hükümetinin gelmesi Türk siyasetinde yeni bir döneme gidileceğinin ilk işaretiydi. Bu hükümet döneminde birçok kesimin korktuğu durumlar gerçekleşmeye başladı. İlk sıkıntı Erbakan’ın önünde diz çökerek aciziyetini gösterdiği Muammer Kaddafi görüşmesiydi. Bu kamuoyunda ve tabi DSP’de büyük bir tepkiye yol açtı. Ama bu tarz uygulamalar bununla sınırlı kalmadı. Daha sonra başbakanlık konutunda tarikat liderlerine verilen iftar yemeği ve en son Sincan’da yapılan Kudüs Gecesi bardağı taşıran son damlalar olacaktı. Günümüz siyasi literatürüne post modern darbe olarak geçecek 28 Şubat MGK kararları meydana gelecek ve Erbakan Başbakanlıktan ayrılmak zorunda kalacaktı. Bu süreçten sonra DSP kendi deyimiyle elini taşın altına sokarak ANAP ve DTP ile birlikte bir koalisyon hükümeti kurdu. Bu hükümet ile birlikte DSP Türk siyasi hayatında yeni bir sayfa açacaktı. Ama bu kurulan hükümet Eyüp Aşık gibi skandalların ortaya çıkmasıyla düşürülecekti.

Daha sonra çok defa denenen ama başarısız olan hükümet girişimlerinden sonra ortaya çıkan krizi aşmak amacıyla Ecevit’in başkanlığında bir azınlık hükümeti kuruldu ve Ecevit 20 sene sonra tekrar Başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Ama bu hükümet her ne kadar seçim hükümeti olsa da Türk siyasi hayatında çok önemli bir olaya imza atmıştı. Bu olay, 16 Şubat günü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesiydi. Toplumda milli düşman olarak görülen birinin bu hükümet zamanında yakalanması DSP için önemliydi ve bunu da doğal olarak kullanmaya yöneldiler. Erken seçimlerde bunun meyvelerini de topladılar. DSP Türk siyasetinde birinci parti olarak çıkacaktı 1999 seçimlerinde. Ve kurulan 57. hükümet de Türk siyasi yaşamına önemli etkilerde bulunacaktı. Ve daha hükümet kurulmadan bunun ilk örneği verildi. 2 Mayıs 1999’da yapılan yemin törenine FP milletvekili Merve Kavakçı türbanıyla meclise gelmişti. Tabi bu durum DSP’lilerin büyük tepkisini çekmişti. Her ne kadar Gülen Cemaati ile ilişkileri eleştirilse de DSP ve Ecevit laiklik ilkesine sıkı sıkıya bağlıydı. Ve Ecevit şu tarihi sözleriyle tepkisini ortaya koyuyordu: “ Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz.”

Hükümet kurulmuştu ve Türk siyasi yaşamında yepyeni bir kulvar açacak olan AB sürecinde önemli başarılara imza atacaktı DSP. Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'nde, oybirliği ile Avrupa Birliği'ne aday ülke olarak kabul ve ilan edildi. Ve Bülent Ecevit AB’nin aile resminde Türkiye’yi temsilen yer alacaktı. Tabi bu dönem için Türk siyasi yaşamını etkileyen tek olay AB süreci değildi elbette. Bir önemli olay da yaşanan kriz ve ekonomik yıkımdı. Bilindiği üzere 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in görev süresinin bitmesinden sonra cumhurbaşkanlığına neredeyse bütün partilerin üzerinde uzlaşmaya vardığı bir isim olan eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer getirilmişti. O zamana kadar hükümetle cumhurbaşkanı arasındaki ilişkiler normal seviyede devam ediyordu. Fakat 19 Şubat 2001 MGK toplantısında Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki tartışma büyük bir krize yol açacaktı. Ecevit Cumhurbaşkanın kendisine anayasa kitapçığını fırlatması ve ağır ithamlarda bulunması sebebiyle toplantıdan kabinesiyle ayrıldı ve sert bir şekilde basın ve kamuoyu önünde Cumhurbaşkanını suçladı. Ve bu durum önemli bir ekonomik krize yol açacaktı. 21 Şubat'ta gecelik faizler yüzde 7500 ile "tarihi yükseliş", İMKB de yüzde 18.1 ile "tarihi düşüş" yaşayınca, öğleden sonra "kriz zirvesi" toplandı. Yaklaşık 13 saat süren zirvede, 9 Aralık 1999'da ilan edilen "kur çıpası" yerine, "dalgalı kur" sistemine geçilmesi benimsendi. Krizin etkileri uzun süre devam etti. Binlerce kişi işsiz kaldı, çok sayıda işyeri kapandı. Bu krizde Ecevit’in rolü ile ilgili iki temel görüş ortaya çıkıyor. İlki bu krizde Ecevit’in çok büyük rol oynadığı. Eski bir DSP’li olan, şimdiki Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ise şu sözlerle krizin Ecevit’e fatura edilmemesi gerektiğini savunuyor: “ Türkiye’de kötü yönetim anlayışının, plansızlık, hesapsızlık, yağmacılık ve savurganlığın kökü on yıllara dayanmaktadır. Yaşadığımız kriz, uzun bir süreçten bu yana süregelen bu politikaların sonucudur; bir olumsuz birikimin patlamasıdır. Bunu tümüyle Ecevit’e fatura etmek yeterince insaflı bir yaklaşım olmaz.”[1] Açıkçası ben de bu görüşü savunuyorum. Çünkü bana göre bu MGK tartışması olmasaydı da bu kriz ortaya çıkacaktı. Burada Ecevit’in rolü ortaya çıkan krizi başarısız bir şekilde yönetmesiydi.

Daha sonra bu krizin yarattığı etki ve Ecevit’in sağlığında meydana gelen bozulmalar DSP’nin büyük düşüşüne yol açacak etkenler olacaktı. 2002 erken genel seçimleri bunun önemli bir göstergesiydi. Parti Türk siyasal yaşamında çok önemli bir konumdayken şimdi siyaset sahnesinden silinecek bir oranda oy almıştı. Ecevit’in ilk önce partinin genel başkanlığından ayrılması daha sonra da geçirdiği beyin kanamasından dolayı vefatı partinin siyaset sahnesinden çekilip çekilmeyeceği tartışmalarına yol açacaktı. Ama önlerine çıkan bir fırsat bu duruma karşı bir şans olarak duracaktı. AKP döneminin tek başına iktidarı ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri laiklik endişesi güden bu iktidardan memnun olmayan insanların sokaklara dökülmesine yol açtı. Tabi bu iktidarı istemeyen insanların bir isteği de solda birleşmeydi. Kamuoyunda bir CHP-DSP birleşmesi bekleniyordu. Her iki parti kamuoyunun çağrısına kulak verdiler ve DSP, Temmuz 2007 seçimlerinde CHP listelerinden seçimlere karılma kararı aldı. Ama bu sinerji seçim sonuçlara pek de fazla yansımadı. CHP, DSP’nin desteğine rağmen oylarını çok az bir oranla arttırabildi. Bu listelerden seçilen 13 milletvekili DSP’ye geçerek partiyi Meclis’e taşıdı. Şu ana kadar partinin Türk siyasi yaşamında önemli bir etkisi, çok tartışılan Cumhurbaşkanlığı seçimiydi. Anayasa Mahkemesinin aldığı 367 kararı, AKP’nin 367 sayısını aramasına yol açacaktı. MHP destek vereceğini açıklamış ve aday göstermişti. DSP ise CHP’nin bütün çağrılarına rağmen seçimlere katıldılar ve Tayfun İçli’yi Cumhurbaşkanlığına aday gösterdiler. Bu önemli bir olaydı DSP için. Ama partinin şu anda grup kuracak sayıda milletvekilinin olmaması onun etkisini fazlasıyla zayıflatıyor.

DSP, hem parti olarak hem de tabanı olarak Ömer Laçiner’in belirttiği gibi nevi şahsına münhasır bir parti. Partinin kurulması Türk solu için özellikle 12 Eylül’den sonra bir umut ışığı olsa da ve bu ışığı yaratacak olan 70’lerin Karaoğlanı partinin başında olsa da sonra yaşanan gelişmeler partinin bu ışığı söndürmesine yol açacaktı. Tabi bunun en önemli sebebi 70’lerde Türk siyasi tarihinde bir karizmatik lider konumunda olan Bülent Ecevit’in bu konumunu yıllar geçtikçe zayıflatması ve kaybetmesiydi. Tabi partinin bana göre başarılı bir süreç geçirememesinin en önemli sebeplerinden biri de partide, parti içi demokrasi anlayışının var olmaması ve bunun doğal bir sonucu olarak partinin bir lider partisi konumuna bürünmesiydi. Parti içindeki bu totaliter anlayış parti içi diğer görüşlerin sürekli ezilmesine ve partinin bir türlü siyasi açıdan halka açılamamasına yol açtı...

KAYNAKÇA:

1-Akar, Atilla, “Öteki DSP” Metis Yayıncılık, 2002, İstanbul

2-Alpay, Şahin-Gürsel, Seyfettin, “DSP-SHP Nerede Birleşiyor, Nerede Ayrılıyorlar” Afa Yayınları, 1986

3-Özdalga, Haluk, “Kötü Yönetilen Türkiye, Örnek Vaka DSP”, Kitap Yayınevi, 2005, İstanbul

4- www.dsp.org.tr, 1-2 Aralık 2007

5- www.belgenet.com/parti/dsp5kongre.html, 8 Aralık 2007

6- tr.wikipedia.org/wiki/DSP, 1 Aralık 2007

 
Toplam blog
: 6
: 706
Kayıt tarihi
: 29.09.08
 
 

Ben Çağlar Ezikoğlu, 1987 doğumluyum. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi..