Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '11

 
Kategori
Siyaset
 

CHP´ne son görev

Bu yazıyı yazmakta belki de acele etmemeliydim ve belki de başlık üzerinde bir kez daha düşünmeliydim. Böyle düşündüğüme ve her şeye rağmen yazıldığına göre duygulardan arınmış olarak bir değerlendirme yapmanın gerektirdiği zamanın, bu duyguların tamamen yitimine yol açmasına izin vermeme düşüncesi galip gelmiş demektir. 

Bu iç muhasebenin ardından 12 Haziran seçimlerinin sonuçları ile ilgili düşüncemi yazıya dökebilirim. Bu saptamayı, siyaset konusunda hariçten de olsa biraz okuyan bir seçmen ve bir vatandaş olarak yapmanın öncelikle kendime karşı bir borç olduğu düşüncesindeyim. 

Türkiye’nin siyasi pratiğine yasal olarak katılımım 12 Eylül 1980 darbesinin dümdüz ettiği bir ortamda yapılan 1983 seçimleri ile oldu. O tarihten itibaren sermayenin karşısında emeğin ve ezilenlerin, muhafazakârlığın karşısında değişimin, baskıların karşısında ise özgürlüklerin ilke edinildiği siyasi oluşumlar tercihimi oluşturdu. Aradan geçen yaklaşık üç adet on yılın ve sekiz genel seçimde bu ilkeleri az ya da çok temsil ettiğini düşündüğüm siyasi partiler arasında Cumhuriyet Halk Partisi özellikle son on yıllık dönemde öne çıktı. Ülkenin genel siyasi yapısı içerisinde partinin siyasi gelişimini elimden geldiğince izleyip anlamaya çalıştım. Bu süreçte son genel seçim öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu ile başlayan değişim çabalarını ise zaman zaman heyecanlanarak, bazen de dar zamanda omuzlanan yükün ağırlığının bilincinde olsam da, umut gidiş gelişleriyle izledim. 

Seçim öncesinde birbirini teyit eden farklı anketler, bugün elde edilen sonuçların büyük ölçüde beklenmesi gerektiğini on gün öncesinden ilan ediyordu. Ancak bundan önceki yedi genel seçimde de yaşanıp öğrenilmiş olsa da seçimlerin büyüsüne kapılarak günün akşamına kadar beklemek gerekti yeni bir deneyimi idrak etmek için. 

Sonrasında ise seçimin beklenen galibi AKP ve seçmeninin performansıyla kıskandıran BDP ve bir de MHP’nin baraj problemi dışında medyanın ileri gelenlerini en çok meşgul eden, seçimin sonucun CHP açısından başarı mı yoksa başarısızlık mı olduğu konusuydu. 

Tüm bu kısa vadeli kaygıları bir tarafa bıraktığımızda, becerebilirsek eğer, ülkenin şekillenmekte olan siyasi yapısında mevcut siyasi partilerin durumu ve temsil ettikleri konusunda kafa yorarken CHP büyük bir soru işareti olarak durmaktadır. Partinin Cumhuriyet kuran pratiği temelinde tarihsel olarak temsil ettiği devleti temel alan konumu defalarca ve son bir kez daha öğrenildiği üzere kendisine ait değildir çoktandır. Türkiye siyasetinin merkezinde, en son elli milyon olarak belirlenen toplam seçmenden geçerli oy verenlerin yarısını oluşturduğu milliyetçi ve muhafazakâr çoğunluk ve onun iktidarı yer almaktadır. Sayısal anlamda giderek büyürken, sosyolojik etkileri genişleyen bu çoğunluğa dayanan iktidar aynı zamanda ve fakat doğal olmayan bir biçimde muhalif duyguları da çekim alanına katarak değişim umutlarına yön verebilmektedir. Bu gelişim karşısında CHP yukarıda değinilen tarihsel köklerine rağmen artık bir çevre partisi konumundadır. Bu niteliği ile de tek başına bir iktidar alternatifi olma konumuna hiçbir zaman gelemeyecektir. Artık kasketi bir kez önüne koyup düşünme zamanıdır. Bu saptamayı yaparken bir öz eleştiri yaparak 12 Eylül darbesinin de öğrettikleriyle Bülent Ecevit’in 1985 yılında Demokratik Sol Hareketi partileştirmesinin anlamını bugün yeniden anlamaya çalışmak gerekmektedir. 

Yeni anayasa ve siyasi sistem tartışmalarının eşiğinde Türkiye’nin siyasi evriminin bu en kritik dönemecinde, merkezin konumunun gelecekte alacağı biçimi öngörmek ve Kürt sorununu kapsayarak yönlendirmek üzere mevcut olana alternatif oluşturmak görevi siyasetin önünde durmaktadır. 

 
Toplam blog
: 129
: 1104
Kayıt tarihi
: 12.06.06
 
 

Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F mezunuyum. Yüksek Lisans diplomalarımı G.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nd..