Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '22

 
Kategori
Eğitim
 

Çocuk Eğitimi ve Ruh Sağlığı

ÇOCUK EĞİTİMİ VE RUH SAĞLIĞI *

                                                Sabri ÇAKIR

 

Tekniğin ve bilimin hızla ilerlediği 21. yüzyılın başlarında, büyük kentlerde yaşama olasılığı gün geçtikçe zorlaşmaktadır. İnsanların yaşamı, belirgin yöntemlerle sınırlanmıştır. Bu engeller her gün biraz daha artmakta ve kişileri mekanik güçle işleyen makinelere çevirmektedir. Tüm insanlığı saran ekonomik, sosyal ve kültürel bunalımlar, savaşlar vb. sorunlar yetmezmiş gibi, ruhsal/ psikolojik dengesizlikler her an biraz daha artmakta ve insanları daha kötü sonuçlar doğuracak bunalımlara itmektedir.

Toplumsal yapımızda, çok karmaşık durumda olan yetişkinlerin ruhsal sorunlarını bir yana bırakarak, geleceğin ulusal sorunlarını omuzlarına yükleyecek çocukların ruhsal durumları ve eğitimlerine değinmekte daha etkin yarar olacağı kanısındayım.

Sorunun Önemi

Günümüz dünyasında toplumsal sorunlar ve bunalımlar o denli artmıştır ki, bunlardan kurtulmanın yolu çok çetin ve aşılması zordur. Bu sorunlardan giderilmesi gereken en önemli olanı, bence ruh sağlığı olgusudur.

Nasıl ki vücut sağlığı ve hastalıklarına gereken önemi veriyorsak ya da vermek zorunda isek ruh sağlığı ve hastalıklarıyla da aynı derecede ilgilenmemiz gerekir. Hastalığın giderilmesinden önce, onun gerçek nedenleri üzerinde durmak ve hastalığı ortaya koymak zorunludur.

Kişilik Yetersizliği

Ruh hastalıklarını kesin çizgilerle birbirinden ayıran bir sınır yoktur. O insan ruhunda ve bilincinde karmaşıklıklar halinde yaşamaktadır. Buna hastalık karmaşıklığı da denilebilir.

Çoğu insan ruhsal yapıları bozuk olmadığı halde, kişilik ve karakterlerinin yetersizliği, güncel olayların etkisiyle toplumla, kişilerle her an çatışmaktadır. Öylelerinin zekâlarında herhangi bir noksanlık söz konusu değilken, gelişmelerinin süreci içinde zamanla çözülmesi zorunlu olan eğitim güçlükleri ortaya çıkmaktadır.

 Çevre Etkisi

Çevre koşullarının çocuğun gelişmesi ve yetişmesi üzerinde küçümsenmeyecek derecede etkisi ve rolü vardır. Söz konusu koşullar durmadan değişmekte ve gelişmektedir. Çocuk denilen varlık, bu değişme ve gelişme içinde devamlı bulunmakta, çevrenin değişik durumları ile devamlı karşı karşıya kalmaktadır. Çocuğun doğuştan getirdiği içgüdüler ve eğilimler çevrenin baskısındadır. Çocuğun ruhsal/psikolojik yapısına etkide bulunan bu baskılar kolaylıkla kabul edilmez. Bu durum çocuğun eğitsel sorunlarla çatışmasına, onları kabul etmesine ve büyük suçlar işlemesine neden olur. Eğer çocuğun normal düzeyde gelişmesini istiyorsak, bu geçişlerin nedenlerini araştırmak, normal gelişmesini engelleyen çevre koşullarını ortadan kaldırmalıyız.

Ailenin Rolü

Her şeyden önce çocuğun psikolojik buhranlardan, bunalımlardan kurtulması için, ona etki eden, onunla daima yüzyüze bulunan ana ve babanın, başka sözle ailenin rolü çok etkindir. Bu bakımdan, sorunun çözümü için ana ve babanın aydınlatılması birinci aşamadır. Çocuklarda görülen gelişme güçlüklerinin en önemli nedeni, ana ve babalarının çocuk eğitimindeki bilgisizlikleri ve yanlış tutumları teşkil eder.

Kişiliğin gelişmesinde birinci etken aile ise kuşkusuz ikincisi de okuldur. Eğitim ve öğretim olanakları bir standartlar dizisi olmaktan çıkartılmalı, bölgesel, kültürel özelliklere göre saptanmalıdır. Gelenek ve törelere aykırı düşen eğitim planlamaları, çevrenin ve çocuğun kendi öz varlığı ile devamlı çelişki durumunda kalır.

Suça İten Güçler

Çocukların ruh sağlığı konusunda çözüm bekleyen sorunların sınırı yoktur. Fakat bunların tümünü ele almak olanaksızdır. Bu konuda büyük ve geniş bir organizasyon gerekir. Ruh sağlığı değil, yetişkin insanların hastalıklarına çare bulunmayan ülkemizde, böyle etkin bir teşkilatın kurulması da mümkün görülmemektedir. Hâlihazır hastanelerimizde bile insanın insan olarak yaratılmış olduğu değer yargısı da yoktur. Tamamıyla sömürü düşüncesinin egemen olduğu bu kuruluşlarda her yer baştakiler tarafından parsellenmiştir. Bu da sağlık sorununu gün geçtikçe çıkmaza sürüklemektedir.

Çevresini, bulunduğu, yaşadığı ortamı ilk kez tanıyan çocuk; onun çeşitli etkileriyle karşı karşıyadır. Örneğin ilk kez çocuk ateş kavramından habersizdir. Onun etkisiyle elini ya da vücudunun bir parçasını yakarsa, ikinci defa ona yaklaşmaktan kendiliğinden vazgeçer. Bu deneyim sonucu hiçbir zaman unutamayacağı bir kavram öğrenmiştir. Bu kavramın içeriği yakıcılıktır. Daha doğrusu, çocuk ateş ve yakıcılığı hakkında bilinçlenmiştir. Çocuğun bu olaydan kaçışı, onun sosyal bir gerçeği öğrendiğinin belirtisidir. Öğrenmenin ve öğrendiklerinin esasına uygun olarak davranış biçimi bu olduğu halde, niçin birçok kişiler toplumsal, yasal ve kültürel kurallara uyum göstermezler? Niçin toplumu ve çevreyi bozan, iyi örnek teşkil etmeyen davranışları yapmaktan kaçınmazlar? Çocuk örneğinde olduğu gibi.

Eğer toplumu, tüm insanlığı oluşturan kişiler, yaptıkları hataları tekrarlamasalar, o zaman yasal sistem her zaman kendi yararlarına işler. Kişi sosyal gerçeklere uyabilme yetisini kazansa, suç denilen kavram kendiliğinden yok olur.

“SUÇ” kavramı, ya da işlenişi, insan aklının en kestirme, en kolay yollarından biridir. İnsan zihni fazla zaman ve enerji harcamadan en kısa yolu seçer. Bu, bazı konularda yararlı, birçoklarında ise yararsızdır. Bu yol insan zekâsını, düşüncesini kötüye çekerse, suç işletir. Bu takdirde, kişiyi toplumsal kurallara karşı koymaktan alıkoymak için, seçilen bu kestirme yolu yakıcı bir hale getirmek gerekir. İşte, ahlak ve toplumsal kurallar, yasalar bu erekle ortaya çıkmıştır. Bu yüzden bir düşünür “yasalar, toplumsal ahlakın bozulması sonunda ortaya çıkmıştır” derken bu gerçeği simgelemektedir.

Mademki suçu işleten ya da yaptırmayan akıldır; kısaca suçu işleyen, mantık ve iradesini kullandığına göre işleyeceği suçun getireceği zararları bir deneyim sonunda anlayacaktır. Böylece bu tür davranışlardan, onları yenilemekten ister istemez kaçınacaktır. Fakat bu araç, suçlunun iki kez aynı davranışta bulunmaması için yeterli ve gerek koşul değildir. Bu olguda gerek ve yeter şart suç ve cezayı ortadan kaldırabilen ya da kontrol edebilen nedenlerdir.

Bu sosyal kavramların neler olduğunu, ne şekilde düzenlenebileceğini bilirsek birçok lüzumsuz suçların, hareketlerin önüne geçebiliriz.

Kişisel olaylarda, suçu doğuran çevre nedenlerini kestirmek ve yok edici tedbirleri almakla kolaylaşır. Kişiyi suça iten davranışları düzeltmek için, onu bu tür tepkilere zorlayan çevresel koşulu ve güçlükleri yenmek gerekir.

Çocuğun Suç İşlemesi Nelere Bağlıdır?

Konumuzu biraz genişletmekle beraber, çocuğu suça iten etkenleri şöyle özetleyebiliriz.

  1. Aile yapısının bozukluğu ve düzensizliği,
  2. Aile biçimindeki kültürel uyumsuzluk,
  3. Eğitimdeki bilgisizlik,
  4. Ailenin temelindeki kötü alışkanlıklar,
  5. Yetersiz ve uyumsuz bir öğretim,
  6. Fakirlik/ yoksulluk,
  7. Kötü örnek olan töre ve adetler,
  8. Sinema, internet ve kitapların verdiği cesaret,
  9. Anne ve babanın sorumsuzluğu,
  10. Anne ve babanın bilgisizliği ve yanlış inançları vb.
  11. Sosyalleşme ve kültürleme bozukluğu.

Ailedeki bozuklukların, sosyo-kültürel uyuşmazlığının, bilgisizliğin kötü tutku ve alışkanlıkların çocuğun ruhsal durumu ile kişiliği üzerinde çok etkin rol oynayacağı kuşkusuz bir gerçektir.

Ölüm, boşanma, ayrılık vb. sosyal bunalımların çocuğun başsız ve boş kalmasına ve dolayısıyla suç işlemesine yardımcı olur. Bunlardan başka, ana ve babanın devamlı geçimsizlikleri çocuklarda giderilmesi zor alışkanlıklar kazandırır. Ana ve baba arasındaki kavgalar ve sürtüşmeler, çocuklara duygusal bir şaşkınlık, ruhsal bir güvensizlik verir. Yine çocukların sevgisini, terbiyesini bir çekişme olgusu haline getiren ve çocuğun sevgisini diğeri aleyhinde kendi üzerinde toplamak isteyen ana ve babalar; çocukları ruhsal(psikolojik) sevgisizliğe, inançsızlığa sevk ederler. Bu duygusal bunalımlar da çocuğu kolaylıkla suça iter.

Ana ve babanın çocuğa verdiği bilinçsiz ve geleneğe bağlı noksan eğitimler, kültürleme alışkanlıkları, çocukları kötü/yanlış yollara sürükler. Yine anası ve babası tarafından yeterince sevilmeyen, istenmeyen yavrular duygusal dengesizlikler içinde düşmanlık ve kincilik beslerler. Bunun yanında fakirlik ve yoksulluk, çocukların ruhsal yapısına oldukça büyük etkiler yapar. Sefil bir yaşantı süren ailenin çocuklarına yeterli eğitimi ve öğrenimi sağlaması bir rastlantı olabilir. Bu yetersizlik, ana ve baba sevgisini, kaldırır; çocuk istediği gibi hareket eder.

Okul ise, öğretim ve eğitim çalışmalarında çocuklar arasındaki kişisel ve sınıfsal ayrılıkları, özel ihtiyaçları dikkate almadığı için güçlükler yaratır. Böylece okul, faydalı olacak yerde, farkında olmadan çocuklar için zorluğun artmasına araç olmaktadır.

Sinema, roman, hikâye gibi (yararlı olanlar hariç), internet kötülük tohumları aşılayan yayınların, sosyal medyanın çocukları suça ittiği inkâr edilemez. Ama bunların yararlılarını da okutmak gerekir.

Gördüklerini, duyduklarını taklit etme isteği onlarda suça başlangıç olur. Yapılan araştırmalar, suçlu çocukların çoğunlukla TV’lerdeki, internetteki yayınlar ve sinema çevresinden çıktığını kanıtlamıştır. Yine bazı yayın ve filmler, suçtan başka, gençlere sabit ve yanlış bilgiler vermektedir.

Sonuç

Buraya kadar yapmış olduğumuz açıklamalar ve görüşler, bazı gerçekleri ortaya koymuştur. Bunların başında çocuk eğitiminin esasının, çevrenin, ana ve babanın bilgi, görgü ve becerisine dayandığıdır.

Ana ve babanın toplumdaki yeri, eğitim- kültür düzeyi, düşünce yapısı çok etkin rol oynar. Her şeyden önce çocuk görerek öğrenir ve gördüklerini algılar.

Aile yapısındaki bozukluklar, farklılıklar çocuğa çok çabuk geçer. Hele de ana ve baba arasındaki itişmeler, kötü alışkanlıklar, çocuk denilen varlığı her an tehlikeler ve kötü alışkanlıklara sürükler. Hatta çocuklar arasındaki farklı sevgi belirtileri, onları yalnız ve kimsesiz oldukları düşüncesine iter. Onun için derim ki çocukları yeterince, anlamlı olarak sevelim, onlara iyilik gösterelim, koruyalım ve en iyi tarzda eğitilmesine çaba sarf edelim!

Sözlerimi, İsveçli Pedagog

 Elen Key’in şu özgün deyişi ile bitireyim: “ Çocuğu eğitmek için en iyi yol, onu terbiye etmemek, eğitmektir.”



* Kaynak: Sabri ÇAKIR, Üretimden Tüketime İnsan-Kültür ve Toplum Yazıları, Fakülte Kitabevi, 2. Baskı,,s.397-401, Isparta-2011

 
Toplam blog
: 46
: 225
Kayıt tarihi
: 27.03.13
 
 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji (Sosyal Antropoloji) mezunu 1971; F..