Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '12

 
Kategori
Deneme
 

Çocukluğumun çimen kokusu...

Çocukluğumun çimen kokusu...
 

Mis kokulu kır papatyaları


Mutluyum ben 80’lerin çocuklarından olmaktan...Teknolojinin gelişimi ile insanlığın ve dokunuşun varolduğu o ince çizginin arasında kalıp bir geçiş dönemi yolcularından olmaktan mutluyum...

Bizim otobüsün yolcuları içtendir, sarılmayı bilirler...üzüntülerini ağlayan sohbet ikonları yerine gerçek gözyaşlarına bırakan, sevinçlerini bir bilgisayar tuşundaki titreşim gönderen semboller  yerine gerçek kahkahalara bırakan bir nesildir 80’ler...

Bir ekranın karşısında sanal bir ortamda karşılıklı gelip toplarla oynamayı hiç sevemedim ben... Sokakta kısa mavi renkli pantalonumla, at kuyruğu saçım ve ciyak ciyak kahkaha sesleriyle düşe kalka renkli plastik toplarla oynayarak büyüdüm... Çalıların arasına her girdiğinde mis gibi kokan güllerin dikeninden patlayan ucuz ve basit plastik toplarımız oldu bizim... Yurtdışından gelmiş, cocukların kafasını yaran, sert ve pahalı maddelerden yapılmış topları hiç sevmedim ben.

Dizimde çürükler vardı büyürken, dedem annem her üzüldüğünde “evlat!” derdi o boncuk boncuk gözleri ve tok sesiyle “üzülme çocuk bu düşe kalka büyür bırak toprağın çimenin kokusunu alsın büyürken” diye devam ederdi konuşmasına… Arkasından bana gözkırparak “seni kurtarıyorum ufaklık öpücük rüşvetimi isterim” bakışı atardı.  Ben cocukluğumda iyi ki o mis kokuları depolamışım ciğerlerime şimdi istesende suni çimenden başka çimen kokusu bulamazsın ya da programcılar bir yazılım çıkartır basarsın “çimen kokla” düğmesine sanaldan çeker gibi yaparsın içine… İşte yeni nesil bu sanal kokularla büyüyor.

Ben lastik oynardım çocukken, tüm kız çocukları gibi... Okuldan geldiğimde çocukluk arkadaşlarımla apartmanın bahçesinde saatlerce zıplardık, ne kilom vardı ne yorgunluğum o zamanlarda... Ne severdim arkadaşlarımı, uzun bacaklı, saçları at kuyruğu(o zamanların modası), gözleri masmavi, saçında kurdelesi olan bir adaşım Müge’m ve pırıl pırıl siyah saçlı, esmer tenli, bıcır bıcır bir Sanem’im vardı.  Her birimizin fiziksel özelliği birbirinden farklı yapışık dolaşan 3 arkadaş, tek ortak özelliğimiz yüzlerimizden hiç eksik olmayan gülüşlerimizdi. Her an pembe yanaklarda kahkaha gamzeleri vardı... Sizleri özledim kızlar,  bu satırları okuyorsanız ikinize de selamlar olsun, çocukluğumun en tatlı hatıraları...

Ben bisiklete binmeyi de çok severim, küçüklüğümden kalma bir sevgi... İlk bisikletim Hüdaverdi, mavi renkli dinamolu, kornalı zamanının afilli bisikletlerindendi... Üstünde giderken yüzüme esen rüzgarı içime çekerdim, şanslı bir çocuktum. Şimdi kaç kişi gerçek bisiklete binip, pedalları çevirip havayı soluyor içine içine... Ben sanal oyunlarda oda süslemek için kazanılan puanlarla alınan bisikletleri sevmiyorum.

Bugün sanal sosyal sitelere girdiğimde “x kişi size papatya gönderdi” diye bir mesaj alıyorum…Oysa biz çocukken papatyaları kırlardan toplar, renkli peçetelere sarar annelerimize verirdik… Mis gibi kokardı o bembeyaz kır papatyaları… Benim bilgisayarımın koku alma duyusu zayıflamış sanırım ben henüz gelen papatyaların kokularını alamadım.

Bizim nesil iyi bilir o papatyaları, hepimiz kokladı. Hepimizin vardır bir anneler günü papatya toplama macerası ya da “Seviyor”, “Sevmiyor” falları…

Güllerde bir farklı kokardı eskiden, renk renk açarlardı. Ben çimen kokusunu, renk renk gülleri ve denizin sessizliğini artık sadece evimin bahçesinde bulabiliyorum. Çocukluğumun evinde… Oysa eskiden her yer mis kokardı…

Dört mevsim yaşardık biz çocukken… Sonbahar olduğunu bilmeye gerek yoktu çünkü ağaçlar sarı sarı kurumuş yapraklarını sokaklar boyu önümüze sererlerdi. Çok severdim üzerilerinden yürürken çıkardıkları çıtır çıtır sesleri duymayı…

Kışın sokaklar pamuk helva gibi bembeyaz olur, lapa lapa kar keyfinin karşısında cam kenarında salep içilirdi…Tarçının kokusu geldi burnuma taaa eskilerden…

Nisan ayının geldiğini yeşeren ve pembe renkli çiçekler açan ağaçlardan anlardık… Her sokak farklı kokardı… Polenler uçuşur kelebekler piyasaya çıkardı…

Yazı anlamak zor değildi… Okullar tatil olur ve 3 aylık deniz, güneş ve oyun zamanı başlardı her çocuk için… Karne hediyesine heyecanlanırdık biz, sevinme ve merak duygusu daha baskındı bizim nesilde çünkü hedef belirlerdik, kıymet bilirdik biz… Hedefimiz karnelerimizin zayıf gelmemesi ve karşılığında alınan ödüllerdi… Her birimiz ayrı ayrı sevinir birbirimizle paylaşırdık… Bizim zamanımızda bebeklerimizi 2 tuşa basarak giydirmek yoktu. İyi not alırsın ödülünde bebeğine yeni bir elbise olurdu. Dokunarak giydirirdik biz, saçlarını kendi taraklarımızla tarardık bebeklerimizin. Dokunarak büyüdük biz... Sevmiyorum bir tuşa basarak giydirilen sanal bebekleri. Hiçbir zaman da sevmeyeceğim.

 
Toplam blog
: 10
: 297
Kayıt tarihi
: 14.11.12
 
 

1978 istanbul doğumluyum. Saint-Benoit Fransız Lisesi mezunu... İKÜ'lü bir Bilgisayar Mühendisiyi..