Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Çocukluk, masumiyet ve gerçek aşk...

Çocukluk, masumiyet ve gerçek aşk...
 

En fazla 6 yaşında olmalıyım. Ah çocukluk, masumiyet ve gerçek aşk... Ne kadar zamandır anımsamıyordum onu. Oysa unutulacak birşey değil ki... Anılarımıza vefasız mıyız nedir? Ya da büyümek geriye itmek mi çocukluğa dair ne varsa?

Evet 6 yaşında olmalıyım. Bir tahta at anımsıyorum. Bir de renkli çadır. Anaokulunda çığlık çığlık çocuklar. Eteğime yapışan küçük kardeşim ve onu susturma çabalarım. İlk gün heyecanı. Yabancı ve ürkek bakışlarım. Eteğime yapışık kardeşimden aldığım destek.

Uzun bir masanın etrafına sıra sıra dizdiler bizi. Ah kurallar. Heryerdeler. Belki de okulu hapishane gibi görmeye o gün başlamışımdır. Bahçede koşuşup durmaya alışık bir çocuk için kurallar ne anlama gelir? Bu tıpkı ormanda büyümüş bir insanı alıp o koca kentlerin yaya geçitlerinde "kırmızı ışıkta dur, yeşil ışıkta geç" demek gibi birşey. Ağaçlar yerine tahta atlar, bahçeye kurduğumuz derme çatma çadır yerine fabrikalarda özenle imal edilmiş her dilimi başka bir renk olan başka bir çadır, çiçekler yerine kağıttan yapılmış çiçek benzeri tuhaf nesneler falan filan. Her neyse küçük hapishaneyi eğlenceli bir yere dönüştürmek ve oraya her gün sızlanmadan gidebilmek için iyi bir nedeniniz olmalı. Tüm bu etraftaki yapaylıkları, bırakıp geldiğim bahçeden çekici bulmadığıma göre tek seçenek iyi bir arkadaş olabilir. O zamanlar tüm bu bilinçle hareket etmiyordum elbette. 6 yaşında at kuyruklu, kırmızı çiçekli elbiseli ufak bir kızdan bu bilinci beklemek tuhaf olur. 34 yaşında olup da 6 yaşına geri döndüğünde ise böyle bir bilinci etiket olarak anı paketlerinin üzerine yapıştırmak ise kolaydır. Aptalca. Ama devam edelim.

Çok geçmeden sınıfa bir çocuk geldi. İşte seçilmiş kişi. Onu 30 çocuk içinde ayırdedebiliyorsanız o çocuk mutlak seçilmiş kişidir. Öyle utangaç bir hali vardı ki belki de onu farketmemek mümkün değildi. Kumral uzun saçlar, kahverengi iki kocaman heyecanlı göz... Ve saçlarında tarak izleri. Küçük bir yüz ve asklı pantolon. Dünyadaki en sevimli yaratık bu çocuktu sanki. Başını yerden kaldırmadan öğretmenin gösterdiği yere oturdu. Masanın benden en uzak köşesi. Öğretmen her birimize adlarımızı sordu. Söyledik. O yine başını kaldırmadan adını söyledi: "Tolga" Daha önce Tolga adında kimseyi tanımamıştım. İşte seçilmişin ikinci işareti. O gün onu hep uzaktan izleyerek geçti. Ve diğer günler de...

Bir gün öğle yemeğinde yanıma gelip oturdu. Şaşırdım. Artık yere bakmıyordu. Konuşmaya başladık. Saçma sapan şeylerden tabi. Oyuncak arabalardan söz edip durdu. Kırmızı bir arabası varmış. Babası ona yılbaşında almış. Ben de sanki en ilgilendiğim konu buymuş gibi dinledim onu. Yemekten sonra hep onunla oynadık. Elbette oyuncak arabalarla. Ah Tanrım! Anaokulu boyunca o saçma sapan oyuncak arabalarla oynayıp durduk. Ama hep yan yana. Okul bitince ikimiz de ağladık. Ayrılık acısı numara 1. İşte o an bütün bir yıl oyuncak arabalarla oynamaya değerdi.

Bütün yaz hep onu düşündüm. 6 yaşında aşık ama bunu aşk olarak adlandırmayan daha doğrusu ne olduğu hakkında hiç bir fikri olmayan küçük bir kız. Tam bir komedi.

Yıllar sonra Ankara'da okurken otobüste yan yana oturduk. Onu tanıdım. Sanırım o da beni. Ama hiç konuşmadık. İşte o iki semt arasında giderken anladım ki aşkın özü aslında masumiyet. Ve biz yetişkin zavallılar o masumiyeti kaybetmekle aslında aşkı da kaybediyoruz...

Ah çocukluk, masumiyet ve gerçek aşk...

FOTOĞRAF: www.devaintart.com
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..