Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '10

 
Kategori
Güncel
 

Çok sorulu, bilimsel olmayan bir bilim yazısı.

Çok sorulu, bilimsel olmayan bir bilim yazısı.
 

Evrim (Akın)


(Dikkat Darwinlidir!)

Bölüm 2

Bilim dünyasının önemli bir kesimi, Darwin'in teorisini geliştirmek ve tek gerçek olarak sunmak için canla başla çalışmaktadır. İlk denemesi başarılı olmayan meşhur Hadron Çarpıştırıcısı, eğer düzgün işlerse, buradan elde edilecek sonuçlar da evrimi doğrulamak amacıyla kullanılacaktır. Bundan eminim.

Doğrusu, akıl yürüterek ancak felsese yapılır. Fakat sözkonusu evrim olunca, olay laboratuar ortamından çıkıyor gözleme ve fikir üretmeye dönüşüyor. O zaman, ceviz kırmak için taş veya ağaç dalı kullanan bir maymun türüne, "işte, bizim atamız!" dememek için sebep kalmıyor. Çünkü o maymunun, geçmişini somut olarak kimse bilmiyor. Fakat, "bilim böyle söylüyor" denilince akan sular duruyor. Yani maymun, ceviz kırmayı sonradan (yani ana/babadan) öğrenmiş oluyor. Böylece kuş yavrusunun, annesinden görmediği halde, zamanı gelince nasıl yuva yaptığının cevabı havada kalıyor.

Eğer gerici, çağdışı, örümcek kafalı, bağnaz, doğmacı sıfatlarından en az biriyle nitelenmek istemiyorsanız bilime kayıtsız şartsız itaat edeceksiniz. İnancın bilimsel gelişime mani olduğunu kabul edeceksiniz. İmanlı kişiden bilim adamı olamaz diyeceksiniz. Çünkü (Celâl bey dahil) bilimin azizleri öyle söylüyor. Allah'la aranıza mesafe koyacaksınız ki, bilim yaparken size mani olmasın, elinize vurmasın!

Bense eski iddiamı sürdürüyorum. Hangi bilimsel sonuçlarla desteklendiği iddia edilirse edilsin, Darwin Teorisi'ni veya tesadüfi varoluşu kabul edemiyorum. Çünkü aklım, etkensiz ve sebepsiz bir oluşumu reddediyor. Hiç bir deneyle isbatı mümkün olmayan ve milyon yılları alan sıçramalı evrime inanmaktansa, her şeyi Allah'ın yarattığına inanmayı daha akıllıca görüyorum.

Bildiğim kadarıyla Darvin, doğal seleksiyondan, yani tabiatın zayıfları eleyip güçlüleri ayakta bıraktığından sözetmektedir. Eğer çevrenize dikkatlice bakarsanız, bunun pek te makul bir iddia olmadığını gözlemleyebilirsiniz. Çünkü doğada, son derece güçlü hareketli, dikkatli yaratıklarla; zayıf ve saldırılara açık canlılar birlikte yaşamaktadır.

Eğer, "doğal seleksiyon" kuralı geçerli olsaydı şimdiye kadar, tabiattaki tüm zayıf canlıların özellikle, "kualalarla tembel hayvan" ın, solucan ve salyangozların, neslinin tükenmesi gerekirdi. Halbuki en zayıf türler bile sorunsuzca varlıklarını sürdürmektedir.

Kısacası, insan müdahalesi olmadığı sürece doğal ortam kendi dengesini korumaktadır. Bir de evrimsel mutasyon örneklerinin çoğu, (mikropların pensiline direnç kazanması gibi) mikro organizmalar üzerinden anlatılmaktadır. İnsanın kömür zehirlenmesine neden direnç kazanamadığına ise hiç kafa yorulmamaktadır.

Acaba hamuru kabartan, sütü yoğurda, üzümü şaraba çeviren mikro organizmalar da mutasyona uğruyor mu? Uğruyorlarsa neden işlevleri hep aynı kalıyor? Genetiği değişenin huyunda da değişme olması gerekmez mi? Bu garip değil mi?

Köstebeğin, köryılanın, yarasanın gözleri yoktur. Bu hususta doğa kendilerine bir azizlik mi yapmıştır yoksa, "göz istiyor musunuz" diye sormuştur da onlar, "yav boş ver, biz zaten bu moktan dünyayı görmek istemiyoruz!" mu demişlerdir? Ya da kanguru, iki ayak üzerinde dururken kuyruğunu destek yapmaktan çok mu memnundur?

Kabul etsek te etmesek te varoluş, bilinçli bir tasarımın sonucudur. Yani her şey örneklerinde görüldüğü orijinal biçimiyle yaratılmıştır. Siz fabrikayı standartlara uygun üretim için kurarsınız. Ama o, nadiren de olsa, hatalı çıktılar verebilir. Demek istediğim, sakat doğan bazı canlılar, yaratıcının yokluğuna delil sayılamaz. Birilerine, ona çamur atma hakkını vermez! Etken gücü inkâr etmenin, esasen akla ihanet olduğu bilinmektedir. Bu da, Allah'ın yerine doğayı koyarak aşılmaya çalışılmaktadır. Yani, varolan her şeye tabiatın eseri olarak bakmamız istenmektedir.

Bu durumda insanın, camid (yani ölü) bir varlığın mükemmel projeler ürettiğine inanması gerekiyor. Zira bilim adamları, canlı cansız tüm mevcudatın doğanın ve rastlantının eseri olduğunu söylüyorlar.

Halbuki şuurun, düşüncenin, anlayışın, hareketin, fikrin ve yapıp etmenin kaynağı hayattır. Hayatın bulunmadığı yerde yaratma ve var etme dahil, hiç bir şeyden sözedilemez. Doğa cansız, dolayısı ile şuursuz bir yapıdır. Onun veya raslantıların mükemmel varlıklar üretmesi mümkün değildir.

Arı, canlıdır uçar; çiçekten çiçeği koşar; polen toplar ve sonunda bal yapar. Herhangi bir taş veya maden, eğer dış bir etki olmazsa kıyamete kadar yerinden milim kımıldamaz. Yani hareket yoksa oluşum ve gelişim de yoktur.

Bir de burada çok garip bir durum var. Aynı şeye, "doğanın eseri" derseniz ilerici, "Allah'ın eseri" derseniz gerici oluyorsunuz. Allah deyince tökezleyen bilim, doğa veya tesadüf deyince nasıl şaha kalkıyor doğrusu anlayamıyorum. Allah, araştırma yapan hangi bilim adamını elini kırıp, gözünü çıkarmıştır?

Bilimle inancı karşı karşıya getirme geleneği, dine karşı takıntılı yetiştirilmiş kimselerden kalan kadim bir mirastır. Bu mirasın esas sahipleri, iddialarını sürdürerek kendi fikirdaşlarına kan kusturan kiliseden intikam almaktadırlar. Bunu anlayabiliyorum da bizimkilere ne oluyor, işte onu anlayamıyorum.

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..