Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '15

 
Kategori
Güncel
 

Cudi dağından esen rüzgar adamına göre yön değiştirir!

Cudi dağından esen rüzgar adamına göre yön değiştirir!
 

Haber şöyleydi:
 
"AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Ağrı'nın Diyadin İlçesi'ne bağlı Yukarıtütek köyünde düzenlenecek fidan dikme etkinliği öncesinde çevre emniyeti sağlamak üzere bölgede görevlendirilen güvenlik güçlerine, bir grup terör örgütü üyesi tarafından ateş açıldı. Güvenlik güçlerinin, ateşe anında karşılık vermesi üzerine çatışma çıktı. (1)
 
Aynı olayla ilgili HDP Genel Başkan'ı Selahaddin Demirtaş'ın açıklaması da şu şekildeydi.
 
"Dün Ağrı’da bir çatışma değil, önceden provası yapılmış, sahte bir kurgu operasyon vardı mümkün olduğunca fazla cenaze çıkarmaya çalıştılar. ... Yaralı askerleri çatışma bölgesinde bırakıp geri çekildiler. Orada o askerler yaşamını yitirsin ve ülkede AKP’nin oyları tavan yapsın diye." (2)
 
Burada aynı olayı, iki ayrı kaynağın nasıl yorumladığının örneğini görüyoruz. Bir taraf, tedbir için gönderilen askerlere terörislerin ateş açtığından sözederken öbür taraf, "bu bir provokasyondu" diyor. Doğrusu, Diyadin olayı tam tamına nasıl olmuştur bilemem. Hadise esnasında olay mahallinde bilfiil bulunsak bile, görebildiklerimizin dışında kalan gelişmelere şahitlik etmemiz, her şeyi aynen olduğu şekliyle bire bir öğrenip aktarmamız mümkün değil. Yani bir hadiseyi anlatırken, onu tüm yönleriyle izleme imkanına sahip olamayacağımıza göre görüp, duyduklarımıza, rivayetleri de eklememiz gerekecektir. Rivayetlerin, gerçeği ne kadar yansıttığını da ancak Allah bilir. 
 
Olayın bir devlet provokasyonu olduğunu söylemek içinse çatışma anında Yukarıtütek Köyü'nde bulunmak yetmez. İlaveten bir takım gizli sırlara ve istihbari bilgilere de sahip olmak gerekir. Görüm, duyum ve istihbari malumatı bir araya getirebilsek bile gene de tüm bunların toplamının kesin ve "doğru bir bilgi"yi yansıttığını söyleyemeyiz. Yazının başında gördüğümüz gibi yaşanmış her olayın, taraflara göre göre şekilllenen bir anlatımı vardır. Bizse, bunlardan hangisinin doğru olduğuna değil işimize hangisinin yaradığına bakmaktayızdır. 
 
Tabi olaya ilişkin yorumlar bu kadarla bitmiyor. Komplocular arasından, "Yalnız kürtlerden değil, türklerden de oy almayı  hedefleyen HDP'ye rağmen, PKK askere ateş açamaz!" iddiasında bulunanlar da çıkıyor. Sanki terörün veya teröristin yapıp ettiklerinin bir mantığı varmış gibi... Aslında bu tür savunmaları yapanlara söylenecek çok söz var ama ben kısaca özetlemeye çalışayım. Cumhuriyet kurulduğu günden beri ilk defa bir iktidar (Ak Parti) kürtlere elini uzatmış ve onlara ne istediklerini sormuştur. 
 
Bu çerçevede kürtçe konuşma, yazma, kitap basma, tv. ve radyo yayını konularına meşruiyet kazandırmış, W, Q, X gibi harfleri alfabeye eklemiştir. Doğu batı ayırımı gözetmeden, altyapı ve üst yapı yatırımları gerçekleştirmiştir. Asker veya gerilla olsun, kimsenin ölmemesi için büyük riskler alıp barış sürecini başlatmıştır. Tüm provakasyonlara karşın, barış konusunda samimi, ısrarlı ve kararlı duruşunu değiştirmemiştir. 
 
Fakat ne kendilerini kürtlerin resmi temsilcisi sayan eski (BDP yeni) HDP, ne de gayri resmi hami (!) PKK, Ak Parti iktidarına bir yakınlık göstermemiş, en ufak bir teşekkür bile etmemiştir. HDP (BDP) milletvekili Altan Tan, kendisine yapılanlar hatırlatılınca, "Bunlar birer lutuf mu, verecek tabi" demekle yetinmiş, seksen yıldır kendilerine kahır çektiren devletluları ve iktidarları birden unutuvermiştir. PKK ise, verdiği silah bırakma ve çekilme sözünü tutmamış, devletin götürdüğü yatırımlara teşekkür borcunu da dozer, iş makinası, kamyon ve şantiye binası  yakarak ödemiştir! 
 
Şimdi siz Ağrı'nın Diyadin ilçesi'nin Yukarıtütek Köyü'nde ilk önce kimin ateş açtığını, kimin kime saldırdığını, kimin hangi amacı güttüğünü, illegal bir yapının yanında yer almanın kime, nasıl bir getirisi olduğunu bulmaya çalışın. Ben de konuya başka bir vecheden bakmaya devam edeyim
 
Ülkemizde, (tabi dünyada da) Osmanlı geçmişimizi hata ve günahlarla tanımlayan bir kesim var. Bunlara solcu mu desem, Kemalist mi desem, laik mi desem yoksa ulusalcı mı desem bilemiyorum... Zira "bir kesim" kavramıyla tanımladığım taraftaki bu insanlarda, yukarıda saydıklarımın hepsinden bir miktar bulunuyor. Öyle ki, yazıp konuştuklarından hümanist solcular mı, yoksa ırkçı milliyetçiler mi olduklarına karar veremiyorsunuz. Çünkü çok garipler.
 
Hep bireysel özgürlükleri savunuyorlar ama Anayasa'daki, "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür!" maddesini görmezden geliyorlar.   Sünni dindarları biatçılıkla suçluyorlar, fakat dede ve aşiret geleneğine hiç ses çıkarmıyorlar. Aynı kişiler, Ak Parti iktidarına kadar süren kürtçe konuşma yasağının kaldırılması konusunda da bir gayret göstermemişlerdi. (3)
 
Özgün sanata, soyut heykel ve resme, cenazelerde, (şimdi de olur olmaz yerlerde) alkış tutmaya, duran adama, kırmızılı kadına, hard eylemlere  bayılıyorlar ama yeni yollardan, yeni köprülerden, yeni santrallerden, yeni havaalanlarından nefret ediyorlar. Toprak işleyenin su kullananın felsefesine yakın duruyorlar ama feodal takıntılarından kurtulmayı bir türlü beceremiyorlar. İşlese de işlemese de her şeyin devlette kalmasını istiyorlar. (Bence de hepsinde değil ama bazı özelleştirmeler konusunda haklı olabilirler.) İşte bunlara göre son dönem Osmanlı Tarhi'nin özeti şöyledir:
 
Türk, kürt ve ermeni ortak tarihi söz konusu olduğunda, kürtlerle ermeniler haklı, türkler haksızdır.
 
Kürt, ermeni ortak geçmişinde ise ermeniler haklı kürtler haksızdır. 
 
Tarih, bu temel anlayış üzerine bina edilince başat suçlu kaçınılmaz biçimde türkler oluyor. 
 
Bu mantığa göre türkler, ortada hiç bir sebep yokken asmıştır, kesmiştir, sürmüştür, asimile etmiştir. Peki bu mantığın çıkış kaynağı nedir. Tabi ki, çocukluk hayatımız boyunca dinlediğimiz hikayelerdir. Bu hikayelerle şekillenen bilinçaltımızdır. Eğer ben, aile büyüklerimin, ilkokul öğretmenimin ve kurtuluş yıldönümlerinde dinlediğim nutukların doldurduğu klasik malumatla yetinseydim, şimdi azılı bir yunan ve ermeni düşmanı olurdum. Araplara da her gün lanet okurdum. Çünkü yunanlılar hamile kadınlarımızın karnını deşmiş, ermeniler köylerimizi basıp kırım yapmış, araplar da arkamızdan vurmuştur. Buna karşılık biz, hiç bir şey yapmamışızdır. Ancak ben, farklı duyum ve okumalar sayesinde gerçeğin, hiç te çocukluğumda anlatıldığı gibi olmadığını öğrenerek kendimi bu kısır döngüden kurtarmış bulunuyorum..   
 
Bundan ötürü de sürekli tek tarafı suçlayan peşin hükümcülüğe isyan ediyorum. Dahası sinirleniyorum ve kahroluyorum. Bu fikrim, Gezi Parkı olayları için de geçerlidir. Eylemcilerin hiç bir şey yapmadığı, Taksim'de meydana gelen felaketin tek suçlusunun polis yani devlet olduğu iddiasına asla katılmıyorum. 
 
Eğer bir insana madalyonun sadece bir yüzünü gösterir, algısını bunun üzerine oturtursanız o insandan gerçekleri görmesini bekleyemezsiniz. Aslında kimsenin, birilerine gerçeği anlatma gibi nihai ve samimi bir amacı da yok zaten! Herkes sadece, herkesin her şeyi, kendisi gibi görmesini istiyor.
 
Tarihe tek taraftan bakınca şöyle bir kanaat oluşuyor. Allah sünni müslüman türkleri paranoyak olarak yaratmıştır! Zalimliklerini yüksek, merhametlerini alçak tutmuştur! Onlar da canları sıkıldıkça, eğlenmek için adam kesip keyif yapmışlardır! Zira ermeni çeteleri isyan edip baş kaldırmamış, devlete kafa tutmamış, köy basmamıştır! Osmanlılar boş kaldıkları zamanlarda, hadi gidip ermenileri keselim de biraz rahatlıyalım demişlerdir! Böylece kesmişler, asmışlar, kovmuşlar ve sonunda ermenileri bitirmişlerdir.
 
Şimdi de sıra, ağaç dikme etkinliğine destek için dağdan köye inen PKK'lılara gelmiştir. Kışlada bunalan askerler tanklara helikopterlere atlayıp stres atmak için PKK avına çıkmışlardır. Demirtaş ta bunları görüp bize haber vermiştir. (Çünkü, AKP'nin oya ihtiyacı vardır da, biraz hır çıkarmak gerekmektedir!) İşte olay budur! Demem o ki, Osmanlı Ermeni ilişkilerini konu alan ve tarihçi denilen bir kısım zevatın anlatımlarıyla PKK yanlısı bilgelerin söylemlerinden böyle bir sonuç çıkıyor. 
 
Halbuki bu anlatımlardan bile doğru bir tarih oluşturabiliriz. Öğretmenlerimizle büyüklerimizin anlattıklarını, yukarıdakilerin söyledikleriyle harmanladığımızda ortaya gerçeğe yakın bir tarih çıkacaktır. Yani ermenilerle rumların, hakkımızda söyledikleri ne kadar doğruysa, bizim onlar hakkında söylediklerimiz de o kadar doğrudur. İkisini birleştirdiğimizde ise ortaya çıkan, kimsenin masum olmadığıdır. Ağrı konusunu böyle yorumlayabilirsiniz. 
 
Ancak burada unutmamamız gereken bir şey var. Hata analizi yaparken devletin, polisin veya askerin, asayişi koruma, vatandaşın emniyetini sağlama gibi bir yükümlülüğü olduğu unutulmamalıdır. Tabi PKK'nin, organizotörü meçhul hariçten bir gazel okuyucu olduğu da.
 
Sanıyorum artık kimin haklı olduğunu anlamışsınızdır.
 
(1)- http://www.radikal.com.tr/agri_haber/agrida_teror_saldirisi-1333489
(2)- http://t24.com.tr/haber/demirtas-agrida-olu-sayisi-artsin-diye-ugrastilar-15-askeri-catismada-birakip-geri-cekildiler,293333
(3)- Anayasa madde 66
 
 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..