Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '07

 
Kategori
Felsefe
 

Cuma’nın getirdikleri ve de götürdükleri

Cuma’nın getirdikleri ve de götürdükleri
 

Cuma dendiğinde akla bir haftalık çalışma sürecinin son günü gelmektedir. Artık çalışma bitmiştir ve tatile, hafta sonuna girmekteyizdir. Nasıl Pazar akşamları, ertesi günü iş başlayacağı için bir hüzünle dolarsak, Cuma akşamları da, ertesi günü tatil olduğu için, daha öğleden sonrası geldiğinde, bir nefaset yüzümüze yerleşir, bir sevinç silsilesi peyderpey, saatler ilerleyip, 17’ye yaklaşırken, tüm bedenimizi sarmaya başlar.

Fakat ülkemizde, uzun süreden beri, her Cuma günü geldiğinde, garip bir başka münakaşa da başlar değişik toplum kesimlerinde. Çünkü bu kesimin, öğlen vakti, Cuma Namazı denen bir namaz kılması gerekmektedir. Ama bu namazın saatleri çalışma saatlerinin tam da ortasına rastlamaktadır. İş veren ile çalışan arasında sürekli bir polemik, bir söz dalaşı halini alan bu Cuma Namazı meselesine, yöneticiler bir takım çözümler aramışlardır. Bir kısmı Cuma günlerinin tatil olarak ilan edilmesini, Cumartesi ve Pazar günleri çalışılmasını bile savunmuştur. Bazısı, iş yerlerinde öğlen tatilini Cuma Namazlarına göre ayarlanmasını ve güneşi takip ederek bu vaktin sürekli öğlen vaktine izafeten kaydırılması cihetine gidilmesini istemiştir. Şirket merkezi dışında çalışanlar ise bu sorunu kendilerine göre çözmeye çalışmışlar ve Cuma namazlarını rahatça kıldıktan sonra işlerine devam edebilmişlerdir. Bazı şirket sahip veya yöneticileri ise, şirket bünyelerinde bir mescit açarak bu sorunu çözme yoluna gitmişlerdir.

Tabiidir ki bu çözümlerin hepsi palyatif, hepsi geçici çözümlerdir. Böyle bir problemin tek çözümü kökten yapılacak bir çözümden geçmektedir.

Cuma günü öğlen vakti dükkânını kapatıp Cuma namazına giden esnaf, namaza gitmeyenler tarafından oldukça tenkit edilmektedir. Efendim neymiş, tam da öğlen vakti müsait olduğum zaman, gelip hırdavatımı alacam, bir de bakıyorum esnaf cumaya gitmiş, dönmek bilmiyormuş.

Hâlbuki esnaf, Cuma vakti öyle veya böyle ibadete çekildiğinde ki bu ibadetin süresi en fazla 5 dakikayı geçmemelidir, esnafın yardımına yurttaşın ihtiyacı oluyor da, neden öğle tatilinde namaza gitmeyen, 60 dakika müddetince yemek yiyip, kahvesini yudumlayıp, sigarasını tüttüren yurttaşın hizmetine, o esnafın ihtiyacı olamıyor? Burasını anlamış değilimdir.

Şimdi bu ayetleri buraya taşıyalım ve işin içerisinden nasıl çıkacağımıza karar vermeye çalışalım.

62:9 Ey inananlar! Cuma günü, namaz için çağrı yapıldığında, Allah'ı anmaya/Allah'ın Zikri'ne koşun! Alış-verişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

62:10 Namaz kılınınca hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah'ı çok anın ki, kurtuluşa erebilesiniz.

Şimdi Yaratanın lafzını anlamama inadı daha birinci kelimeden başlıyor. Cuma suresinin o çağrı ayetinin transliterasyonunu aşağıya aynen koyuyorum:

62:9-Ya eyyuhelleziyne amenu iza nudiye lissalati min yevmilcumu'ati fes'av ila zikrillahi ve zerulbey'a zalikum hayrun lekum in kuntum ta'lemune.

Ayet bir kere ey Müslümanlar diye değil, ey inananlar diye başlıyor. Hitap tüm inananlaradır. Tüm inananların içine din farkı gözetilmeksizin, Allaha inanan tüm insanların girdiğini burada hatırlatmaya gerek yoktur diye düşünüyorum. Çağrı bununla da kalmayıp, din, ırk, coğrafya farkı gözetmediği gibi, cinsiyet ayrımı da yapmamaktadır. Yani hitap inanan her tür kadına ve erkeğedir. Her tür, her kadın ve her erkek hitabın muhatabıdır.

Devam ediyor, “ Cuma günü (yevmilcumu’ati) dua için (-lissalati) Allahı zikretmeye (-zikrillahi) çağırıldığınızda, acele edin ve alışverişi bırakın, ………….”. Ayetteki “yevmilcumu’ati” sözcüğü “Cuma günü” olarak tercüme edilmektedir. Çünkü miladi takvimi takip eden bizler, haftanın günlerinin adını koyarken, birinci gün için Pazar demişiz, “Pazar” kurulmasını ve orada alışveriş yapılmasını anımsatan bir isim, “alış veriş yapılan yer”. İkinci gün için Pazar günün ertesi manasına, “Pazartesi” demişiz. Üçüncü gün için Arapçada “üç-selase” sayısından esinlenip “Salı” demişiz. Dördüncü güne gelindiğinde bu sefer Farsçadan esinlenip “dördüncü-cıhar” manasından yola çıkarak “cıhar-şambe” demiş, “şambe” gün manasına, cıharşambe de dördüncü gün manasına olup, zaman içerisinde buna da “Çarşamba” demişiz. Aynı şekilde beşinci gün manasına yine Farsçadan esinlenerek “penç” kelimesini alıp “penç-şambe” yani “beşinci-gün” şeklinde zaman içersinde “Perşembe” olarak dilimize yerleştirmişiz. Sıra altıncı güne geldiğinde, Farsçadan esinlenip şeş-altı manasından “şeş-şambe” hatta “şe-şambe” diyeceğimize, İslam’dan ve İslam’ın da Arap’tan geldiğini varsayıp, Arapçadaki altıncı güne karşılık gelen “Cum’a” kelimesini tercih edip altıncı güne “Cuma” demişiz. Yedinci gün olarak da “Cuma”nın ertesi manasına “Cumartesi” kelimesini yerleştirmişiz.

Neden böyle yapmışız? Çünkü Arapçada Arap takvimindeki haftanın günleri, günlere sayı verilerek devam ederken, sadece Salı ve Cuma günlerine, günlerin tekabül ettiği sayılar değil, belli bir manası olan cins isimler verilmiştir. Salı için üçüncü gün, yani “selasetin” deneceği yerde, o gün için “Tületa” demişler. Yine aynı şekilde altıncı gün için, Arapçada “altıncı gün” manasını veren “Sittin” demek yerine “Cuma” demeyi tercih etmişler.

“Cuma” kelimesi Arapça “toplantı” manasına gelir ve “cem” kökünden gelmektedir. Şimdi Cuma:9 ayetini bu kelimenin manasını yerine yerleştirerek tekrar yazalım.

62:9 Ey inananlar! Toplantı günü, namaz için çağrı yapıldığında, Allah'ı anmaya/Allah'ın Zikri'ne koşun! Alış-verişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

Toplantı gününün haftanın hangi günü olduğu belirtilmediğinden, önce toplumların bir toplantı günü seçmesi gerekmektedir. Ve zaten, Peygamber zamanında, Arap takvimindeki haftanın altıncı günü “Sittin” diye anılırken, bu altıncı-gün, “Toplantı-günü” olarak seçilmiş ve “Cuma” olarak adlandırılmış da olmalıdır.

O toplantı gününde çağrı yapıldığında, acele et ve alışverişi bırak deniyor. Burada dikkat edilecek husus, “işi gücü bırak” denmemesidir. “Alışverişi bırak” deniyor. Bu ibare o toplantı gününün bir tatil günü olduğunu işaretlemektedir. Nitekim Peygamber, her ne kadar tarihi bir kayıt olmasa da, bu emre uyarak, haftanın altıncı gününü toplantı günü olarak seçmiş, bu güne Cuma (Toplantı) Günü adını vermiş, o günü tatil ilan eylemiş ve o günde hüküm üzere, herkesin alışverişi bırakıp duaya, Allah’ı zikretmeye çağırmıştır diye düşünüyorum. Gerçi o tatil günü yapılan alışverişte, alış ve veriş yapan taraf, bir mal alıp karşılığında bir “şey” verirken, malı sunan taraf bellidir ki ticaret yapmaktadır. İşte bu ticaret yapan tarafla ilgili ayet ise Cuma suresinin son ayeti olan Cuma:11 ayetidir ve konu çok net olduğundan tartışmamızın dışındadır.

Kuran’da, o “toplantı günü”nde, gün içerisindeki diğer namazların kılınacağına dair bir işaret bulunmamaktadır. Kılınmayacağına dair de bir ibare yoktur. Sadece “toplantı” gününü işaret eden bu hüküm, sanki günlük namazlarını kılamayanlar için organize edilmiş bir ibadet günü şeklinde kurgulanmıştır. Sanki hafta içerisinde, günde üç vakitten altı gün müddetince, günlük namazlarını kılamayanlar, o “toplantı” gününde, 3x6=18 vakit namazı, bir tek namazda cem etmekte yani toplamaktadırlar. Ama bu şekil, Kuran’da açık bir şekilde belirtilmediği için, toplumlar bu hükmü ister uygulayacaklardır, isterlerse uygulamayacaklardır. Fakat bilinmelidir ki böyle bir uygulama şekline izin vardır.

Bütün bunlara karşılık biz ne yapmışız? Bir takvim seçmişiz, o takvimde haftanın günlerini yarım yamalak, bazen Farisi kelimelerle bazen de Türkçelerle karışık, tespit etmişiz [ cıhar-şambe (dördüncü gün), penç-şambe (beşinci gün), Cuma, Cuma-ertesi, Pazar (alışveriş yapılan yer), Pazar-ertesi, Salı], Arapların toplantı günü olan Cuma gününe biz de Cuma (Toplantı) günü demişiz, ama o günü tatil ilan etmemişiz. Hadi bakalım, ne yapacaz şimdi? Ortada alış veriş de yapan yok, çünkü herkes çalışıyor. Demişiz ki bu alışveriş tabiri olsa olsa “ticaret” manasına kullanılmıştır, hah, bu “ticareti bırakın” demek olsa gerek demişiz ve o devirde ticareti sadece erkekler yaptığı için, Cuma namazını kadınlara da böylelikle yasaklamışız. Hâlbuki yapsana kardeş Pazar gününü toplantı günü, hem bak Pazar aynı zamanda alışveriş yapılan yer manasına, millet alışverişi de bıraksın, öğle tatiliydi, bana ihtiyacı olandı polemikleri de kalksın böylelikle.

Evet, çözüm bence budur. Pazar günü “toplantı günü” olarak seçilmeli, “Cuma” adı verilen günün adı değiştirilmeli ve örneğin “Şeşembe” konmalı, Cuma:9 ayetindeki “Cuma” kelimesi yerine “toplantı” kelimesi yerleştirilerek tercüme edilmelidir kanısındayım. Böylelikle, Cuma:9 ayeti okunduğunda, “toplantı günü” hangi gündür sorusuna kolaylıkla “Pazar” günüdür denebilmeli ve her Pazar, çağrı yapıldığında, “Toplantı Günü” namazı kılınmalıdır.

İlk ayeti bu şekilde sonuçlandırdıktan sonra, gelelim artık bir sonraki ayette, yani Cuma:10 ayetine ki, kargaşa burada daha da büyümektedir. Ayet:

62:10 Namaz kılınınca hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah'ı çok anın ki, kurtuluşa erebilesiniz.

şeklinde tercüme edilmiş olmasına rağmen, Arapçasında “Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın” diye bir cümle bulunmamaktadır. Çünkü tercümeler, namazın iş gününde kılındığı varsayıldığından, cemaati tekrar çalışmaya koşturmak istediğiğnden, koşulup “Allahın lütfundan nasip aranacaktır”. Hâlbuki bakın bu ayetin Arapçasının Türkçe transliterasyonu nasıldır:

62:10 Feiza kudıyetissalatu fenteşiru fiyl'ardı vebteğu min fazlillahi (??? ?????? ???????) vezkurullahe kesiyren le'allekum tuflihune.

Ayette “lütuf”, “nasip” gibi kelimelerin geçmediği, onun yerine “fazlillahi” yani “Allah’ın fazlını” şeklinde bir isim tamlaması geçtiği görülür. Böyle olunca, bu ayetin de tercümesi şu şekle dönüşmektedir:

62:10 Namaz kılınınca hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın fazlını(üstünlük, kerem, bilgi) isteyip-arayın ve Allah'ı çokça zikredin; umulur ki felaha (kurtuluşa ve umduklarınıza) kavuşmuş olursunuz.

Bu tercüme ile birlikte Cuma:9 ayetiyle aradaki kargaşalar da silinmiş olmaktadır.

Bu iki ayetin tartışmalı olan bir diğer tarafı da, sure adının “Cuma” olmasından ve “Cuma” kelimesinin cem etmek, toplanmak kökünden geldiği için, bu namazın toplu halde, cemaat şeklinde kılınması gerektiği yanılgısıdır. Tekrar Cuma:9 ayetine dönecek olursak, ayet metninin, “namaz için mescitlerde toplanın” kavramını çağrıştıracak bir düzen içerisinde kurgulanmış olduğu doğrudur. Piyasada bulunan ve Diyanet İşleri kurumunun onaylamış olduğu tüm tefsirlerde, bu toplantı günü namazının mescitlerde, camilerde toplu halde, “cem” halinde kılınması gerektiği anlatılmaktadır. Ancak seçilmiş olan sözcüklere birebir karşılıklarıyla baktığımızda, bu çağrışımın yalnızca bir sanıdan ibaret olduğu gerçeği açığa çıkmaktadır.

Söylemek istediğimiz şudur: “Namaz için çağrı yapıldığında” deyişinden, ezanın kastedildiği bellidir. Peki, “Allah’ı anmaya koşun” deyişinden, mekân olarak neden mutlaka camileri anlamamız gerekmektedir? Cümlede “mescit” ya da benzeri bir kelime kullanılmadığı gibi, namazın topluca kılınmasına ilişkin de bir talep mevcut değildir. Kuran, Cuma namazına çağrılanlar için ne belli bir yer ne de bir mekân, kısacası bir arada bulunmayı zorunlu kılıcı herhangi bir adres belirtmemektedir. “Allah’ı anmaya koşun” ifadesinin yalın tefsiri, bizlere hep öğretildiği gibi, “Cuma namazı evlerde veya tek başına kılınmaz” yanılgısını destekleyecek bir yoruma açık değildir. Yani, bu ayetten açık bir şekilde çıkan anlam odur ki, dileyen herkes, Cuma namazını evinde ve tek başına kılabilir. Çünkü düşüncemiz odur ki, Cuma namazı güncel namazlara alternatif olarak programlanmış özgün bir ibadettir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, bu namazın asıl hedefinin, günlük yaşamlarında namaz için zaman bulamayanların, erkek, kadın, din, ırk ayrımı yapmadan, inananları, haftada bir kez de olsa, ibadet aksiyonu ile bağlantıda tutmak ve zaman akışı içerisinde namaz olgusuna ısındırmak yönünde bir manası olmamasının hiçbir sebebi yoktur.

Özetle,

“Cuma Günü” terimi “Toplantı Günü” demektir.

Toplantı Günü namazına davetteki hitap din, ırk, cinsiyet gözetilmeksizin tüm inananlaradır.

Ülkemizde Toplantı Günü, haftanın altıncı gününden kaldırılıp, Pazar gününe konmalıdır.

Bir an önce dağılıp Allahın fazlı yani Allah’ın keremi, üstünlüğü aranması gerektiğinden, bu namaz kısa tutulmalı, uzatılmamalıdır.

Yine, Cuma Günü tabiri Toplantı Günü manasına gelip, Toplu Namaz Kılma Günü manasına gelmediği dikkatlerden kaçmamalıdır.

Toplantı Günü namazının, hafta içi kılınan toplam günlük namazları cem ettiği, birleştirdiği kavramı gözden kaçırılmamalıdır.

Ve nihayet, Kuran ayetlerinin tercümesi, cesaretle doğru bir şekilde yapılması, bir takım rivayetler, yanlış aktarımlara uydurmak amacıyla, kelimelerin manalarının kaydırılmaması gerekmektedir.

Kuran’ın Toplantı Günü namazı, bu şekliyle oldukça sempatik değil midir?

 
Toplam blog
: 24
: 2699
Kayıt tarihi
: 10.05.07
 
 

Rumî takvimin 1900+55 senesi sonunda nüfusa katkıları olsun diye annem ve babam oturmuşlar, benim il..