Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '09

 
Kategori
Bilim
 

Darwin ve bilimin entrikaları! (2)

Darwin ve bilimin entrikaları! (2)
 

fok balığının karada yaşayan atası ile arasındaki kayıp halka


Darwin konusunda yazdığım, daha doğrusu yazmak gereği duyduğum ilk blogumda; Darwin ve onun Evrim Teorisi hakkında bilinçli olarak yapılan bazı yakıştırma, saptırma ve yalanlardan örnekler vermiş; bu konuda çok önemli bir yeri olan fosillere ilişkin bilgileri ise 2. yazıma ayırdığımı söylemiştim. Tabii, söz konusu şey fosiller olunca meselenin iyi anlaşılabilmesi için önce biraz Jeoloji ve Paleontoloji'den bahsedeceğim size.

Jeoloji; üzerinde yaşadığımız yerkabuğunun yapısını, oluşumunu, bugüne dek geçirdiği dönemleri, bu dönemlerde kara ve denizlerdeki hayat şartları ve benzeri konuları araştıran bir bilim dalıdır. Yerbilimlerinin; bu ilginç konuları nedeniyle, diğer bilim dalları içerisinde çok ayrı bir yeri vardır. Jeologlar kayalarla, taşlarla, fosillerle konuşan insanlardır. Başkaları için sıradan bir kaya parçası onlar için kitaplar dolusu bilgi demektir. Paleontoloji de jeolojinin bir koludur ve fosilleri konu alır. Fosiller yeryuvarımızın geçmişine ışık tutan çok önemli varlıklardır. Paleontologlar adeta bir dedektif gibi bu fosilleri arar, bulur ve onlara bakarak milyonlarca yıl önceki jeolojik devirlerde canlı yaşamına ilişkin çok önemli bilgileri gün ışığına çıkarırlar.

Ancak, fosiller öyle sanıldığı gibi her yerde bulunmaz. Olanların da hepsi yeryüzüne çıkmış filan değildir. Milyonlarca yıl önce yaşamış olan canlıların (buna bitkiler, tohumlar ve çok ilginçtir, çiçek tozları da dahildir), fosilleşip günümüze kadar tahrip olmadan, örselenmeden gelebilmeleri ancak çok özel şartların mevcut olmasına bağlıdır. O yüzden her yerde fosile rastlanmaz. Fosillerin büyük bölümü, öldüklerinde; yaşadıkları ortamda bulunan jel halindeki çamur içine gömülerek o halleriyle bozulmadan kalabilen canlıların kalıntılarıdır. Bu kalıntılar canlıların kabuk, kitin ve kemik gibi dayanıklı olan kısımlarıdır. Et, kas ve gözler gibi yumuşak dokular ise; ya çürür, ya da başka canlılara yem olur. Bu çamura gömülme, kısa bir zaman içinde değil, çok yavaş gerçekleşen, adeta canlının üstünün çökelen çamurla örtülmesi şeklinde gerçekleşen bir gömülmedir. Ölen canlının kabuk ve kemik gibi kısımları çamura gömüldükten sonra aradan geçen milyonlarca yıl zarfında bu çamur taşlaşır ve canlının kalıntıları bu tabakanın içinde korunarak fosilleşir.

Canlıların öldükten sonra fosilleştiği bu özel ortamlar; deniz tabanı, göller, lagünler ve bataklıklardır. Fosillerin çok az bir kısmı ise reçine ve asfalt (yeryüzüne çıkmış eski petrol yatakları) içine gömülen canlılardan oluşur.

Günümüzde bulunan fosillerin büyük çoğunluğu çok yavaş hareket eden canlılara aittir. Çünkü hızlı hareket edebilen canlıların yaşamı, yukarıda bahsettiğim göl ve lagün gibi ortamlara bağımlı değildir. Dolayısı ile bu tür hayvanlar bu ortamlardan uzaklarda öldüklerinden vücutları fosilleşme sürecine girmez ve açık ortamda çürüyerek veya başka canlılara yem olarak zamanla yok olur. Haliyle bu tür canlıların fosillerine çok sık rastlanmaz. Öte yandan, sanıldığı gibi dünyadaki bütün kayalar fosillerle dolup taşmıyor! Kaldı ki, fosil barındırması muhtemel olan kayalarda da mutlaka fosil olması gerekmiyor. Ve doğaldır ki aynı türe ait fosiller arasında geniş boşluklar (eksik halkalar= geçiş formları) vardır. Her ne olursa olsun, sonuçta fosil içeren kayalar, eğer yerkabuğunun hareketleri ve aşınma etkisiyle yeryüzüne çıkarsa, işte o zaman paleontologlar için jeolojik devirlerdeki canlı yaşamının esrarlarını aydınlatmaya yarayan eşi bulunmaz, çok değerli birer kanıt olurlar.

Gelelim jeolojik devirlere. Yerkürenin tarihi; çeşitli zamanlara, zamanlar ise bazı devir ve dönemlere ayrılır. Bu dönemler; yerküreyi oluşturan kıtaların, okyanusların, atmosferin ve dünyadaki canlıların yaşam koşullarının çok büyük ölçülerde değişikliklere uğradığı ve herbiri on ya da yüzmilyonlarca yıl süren zaman dilimleridir. Yerkürenin 4, 5 milyar olan yaşı 4 büyük zaman dilimine ayrılır. Bu zaman dilimlerinden ilki; günümüzde artık hemen hiçbir kayacına ve fosiline rastlamadığımız Prekambriyen (kambriyen öncesi) adlı zamandır. Eğer dünyamızın yaşı olan 4.5 milyar yılı bugün kullandığımız 12 saat gibi düşünürsek; ilk 10 saatimiz, işte bu Prekambriyen dediğimiz zamana, geriye kalan son 2 saat ise Prekambriyenden günümüze kadarki jeolojik zamanlara denk gelir. Şimdi diğer zamanları bir yana bırakıp; fosil konusunda çok önemli olan ve Prekambriyenden sonra gelen 2. zamana yani Paleozoik zamana biraz yakından bakalım:

Paleozoyik zaman 6 büyük devire ayrılıyor. Bu devirlerin ilki; üzerinde en çok tartışılan Kambriyen devridir. Yaklaşık 550 milyon yıl önce başlamış ve 50 milyon yıl sürmüştür. Bu dönem, birçok canlı türünün ortaya çıkıp çeşitlendiği devirdir.Bu dönemde ortaya çıkan canlılar, jeolojik zaman boyunca bir daha tekrarlanmayan bir hızla çeşitlendiler. Bu devire ''Kambriyen Patlaması'' denmesinin nedeni; bu devirde görülen canlı hayatın çeşitlilik yönünden büyük bir zenginlik göstermesidir. Kambriyen'de ortaya çıkan canlıların büyük bölümü yine bu devrin sonunda ortadan kalktı. Geriye kalan canlılar ise sonraki devirde daha çok çeşitlendi.

Kambriyen'den sonraki devir; 500 milyon yıl önce başlayıp, 60 my. süren, dünya ikliminin ılıman ve yumuşak olduğu Ordovisyen dediğimiz devirdir. Bu devirde denizlerde yaşayan omurgasızlar çeşitlenirken bitkilerin ve eklembacaklıların karaya çıkışı da gerçekleşti. Ordovisyen'de; daha önceki devirde önemsiz gibi duran bazı canlıların önemli hale geldiği, midye ve salyangozlar gibi yeni bazı gurupların ortaya çıktıkları görülür. Ordovisyenin sonunda bütün dünyayı kaplayan büyük bir buzul çağı, mevcut canlılarının çoğunun yok olmasına sebep oldu. Dünya tarihinin ilk büyük yokoluşu budur.

440 milyon yıl önce başlayıp, 23 my. süren jeolojik devire Silüriyen diyoruz. Bu devrin canlılara ilişkin önemli olayları; balıkların evrimi ile bazı böceklerin, örümceklerin, akreplerin ve bazı bitkilerin ortaya çıkmasıdır. Bu devirde dünya sıcak bir iklim sürdü ve deniz seviyesi yükseldi.

417 milyon yıl önce başlayıp 57 my. süren 4. devrin adı Devoniyen'dir. Kemikli balıklar ve köpekbalıkları ilk defa bu dönemde ortaya çıktı. Yine bu dönemde kıtaların çarpışması ile dağoluşumları başladı. Devoniyen döneminin sonuna doğru ilk tohumlu bitkiler ve ağaçlar ortaya çıkarken, denizlerde yaygınlaşmış olan omurgalı hayvanlar da karaya çıkmaya başladılar. Büyük bir kitlesel yokoluş da bu dönemin sonunda meydana geldi. Kambriyenden beri denizlerde yaşayan dallıbacaklılar ve üçloblular (trilobitler) büyük bir darbe alarak, ya azaldılar ya da ortadan tamamen kayboldular.

Bundan sonraki Karbonifer ve Permiyen adı verilen dönemlerden, konumuzla fazla ilgisi olmadığı için bahsetmeyeceğim. Yalnız; 6. devir olan Permiyen sonunda (250 myö.) yaşanan büyük bir kitlesel yokoluş 1. Zamanın, yani Paleozoyik yaşamın da sonu oldu. O zamana kadar yaşayan bütün canlı türlerinin %95'i bu korkunç olayda yok oldu. Dinozorlar ortadan kalktı. Paleozoyik'in tipik hayvan gurubu olan üçloblular bir daha görünmemek üzere tamamen yok oldular. Bu korkunç yokoluşun nedeni hala tam olarak bilinmiyor. Ancak büyük bir gök cisminin dünyamıza çarparak buna neden olduğu düşünülüyor. Ve Paleozoyik Zamanı bitiren bu büyük yok oluş; artık farklı canlı türlerinin yaşamda başrol oynayacağı 3. zamanı, yani Mezosoyik Zaman'ı başlattı.

Özetleyerek anlattığım bu bilgilerin büyük bölümüne ilişkin bilgilerimizi elbetteki fosillerden öğreniyoruz. Ancak özel koşullarda oluşabilen ve büyük kısmı asla gün ışığına çıkmayan fosiller işte bu yüzden bilim dünyası için çok önemlidirler. Kuşkusuz onlar olmasaydı bugün gezegenimizin geçmişine ilişkin bilgilerimiz son derece sınırlı olacaktı.

Bu bilgilerden sonra artık Darwin konusuna gelebiliriz. Bu konuda yazdığım, ''Darwin ve Bilimin Entrikaları!'' adlı http://blog.milliyet.com.tr/Blogum.aspx?BlogNo=170795 blogumda; MB yazarlarından sayın A. Secer'in, Darwin ve evrim teorisi konusunda ileri sürdüğü fikirlerini araştırmış, bunların çoğunun gerçekleri yansıtmadığını ve iddialarının evrim konusunu saptırmaya yönelik olduğunu belirtmiştim. Yazar, bloglarında, evrim karşıtı görüşlerini daha çok fosillere dayandırmakta ve evrim teorisinin; ancak ara fosillerin varlığı ile doğrulanacağını savunmaktadır. Ki doğrudur. Ancak hemen belirteyim; Ara Fosil, yazarın ileri sürdüğü gibi, yarı gelişmiş, tek bacaklı, tek akciğerli olan canlıların fosilleri demek değildir. Bu tür canlılara ara tür değil, dense dense eskilerin deyimi ile ucube veya hilkat garibesi denir. Kaldı ki, bu şekilde doğan bir canlının hiç bir şekilde yaşama şansı yoktur. Hayatta kalma şansı olmayan böyle bir canlının yaşayıp bir tür oluşturmasını beklemek ise akıl ve izana sığmayan bir şeydir.

Yukarıda, canlıların et ve göz gibi yumuşak dokularının; canlı ölünce çürüyerek veya başka canlılara yem olarak ortadan kalktığına değinmiştim. Yazar; http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=169538 , ''Kambriyen döneminde yaşayan trilobitin gözleri evrimciler için büyük hayalkırıklığıdır'' başlıklı blogunda, 530 my. önce yaşayan trilobitin petek göze sahip olduğunu ve bu mükemmel gözün asla evrim geçirmediğini söylemektedir. Doğrusu, evrimcilerin ne çeşit bir hayalkırıklığı yaşadığını bilemiyorum. Ama, Kambriyen'de deniz tabanında dolaşarak yaşayan yavaş hareketli bir trilobitin, hızlı uçan bir arı gibi petek göze ihtiyacı olabileceği bana hiç de mantıklı gelmiyor. Bir an, bu trilobitin petek gözleri olduğunu kabul etsek de, bu gözün fosilleşip günümüze kadar böylesine korunarak sapasağlam gelebilmesine inanmak ise mümkün değil. Kaldı ki, fotoğrafta fosilin diğer kısımlarını görmesek de petek gözün(!) siyah bir materyalden olduğunu görüyoruz. Oysa canlı kalıntılarının içinde fosilleştiği çamurların rengi, kil minerallerinden ötürü siyah değil, kahverengi ve bunun tonlarıdır. Yazarın; bu ilginç fosili hangi paleontologun bulduğunu ve hangi müzede sergilendiğini açıklamasını beklemek sanırım bir okur olarak hakkımızdır.

Tekrar ara fosil konusuna dönecek olursak; çok basitçe: Ara fosil; aynı tür bir canlının milyonlarca yıl içerisinde, iki farklı yaşam ortamının; birinden, ötekine geçişindeki formun fosilidir. İlginçtir ki; yazarın savunduğunun tersine, günümüzde adeta evrim teorisini ispat edercesine, bazı ara fosiller de bulunmuştur. Nature dergisinin 6 nisan 2006 tarihli sayısında bu konuda iki makale yayınlandı. Paleontologlar balıklar ve karasal omurgalılar arasında geçişi temsil eden Üst Devoniyen devrine ait 3 adet fosil buldular.* Anatomik yapısı birçok bakımdan balıktan dört ayaklıya geçişte önemli noktalar gösteren bu canlı yaklaşık 380 milyon yıl önce yaşamış. Paleontolog ve biyologların daha önce bulunan fosillerden hareketle, ortaya koydukları düşünceler de Tiktaalik adı verilen bu fosil ile desteklenmiş oldu.** Bu fosil Londra Fosil Müzesinde sergileniyor.

Bunlardan başka, yeni bulunan bir ara fosil ise resimde gördüğünüz fok balığı fosilidir. Bu fosil; fok balığı ile onun karada yaşayan atası arasındaki eksik halkadır.

Kanada'nın Devon adasında eski bir krater gölünde bulunan ve 110 cm. uzunluğundaki bu fosil Pinniped türüne ait en eski fosildir. Fosili bulan araştırmacılar; pinniped'lerin atasının karada yaşadığını bildiklerini, ancak karadan denize geçişin nasıl olduğu hakkında bugüne dek bir fikirlerinin olmadığını belirtiyorlar. Bulunan bu 4 ayaklı fok fosilinin: sanılanın aksine, fokların daha derine dalmak için değil, kışın karanlıkta avlanmak için büyük gözleri olduğu fikrine inanmayı sağladığı da vurgulanıyor. Bulunan bu 22-24 milyon yıllık iskeletle zincir tamamlanmıştır.

Kuyruğunun hiçbir işe yaramadığı görülen bu 4 ayaklı foka; Eskimo dilinde genç deniz memelisi anlamına gelen Puijila ile evrim kuramının kurucusu C. Darwin'in soyadının birleşmesinden oluşan ''Puijiladarwini'' adı verildi. Herhalde doğumunun 200. yılında Darwin'e verilebilecek en anlamlı paye bu olsa gerek. Bu araştırma da Nature dergisinde yeralıyor.*** Bu Fosil; 28 Nisan-10 Mayıs arasında Kanada Doğa Müzesinde, daha sonra New York Doğa Tarihi Müzesinde sergilenecek.

Not: Bir önceki blognotum bu yazım için de geçerlidir.

Ve son söz:

'' Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah'ı kullanırlar. ''

Giardano Bruno (1848-1600) İtalyan Filozof ve Gökbilimci (Evrende dünyadan başka gezegenlerin olduğunu savunduğu ve bu fikrinden vazgeçmediği için Katolik Kilisesi tarafından yakılarak öldürüldü)

* nature.com (6.4.2006 tarihli sayı, Tiktaalikroseae'ye ait 3 adet fosil)

** Bu konuda bkz.; Tiktaalik makes another gap-PZ Myers scienceblogs.com

*** Radikal Gazetesi, 22.04.2009

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..