Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '17

 
Kategori
TV Programları
 

Dayan Yüreğim’in dayanması için totali Samanyolu seyircisi gibi görmemesi gerek

Dayan Yüreğim’in dayanması için totali Samanyolu seyircisi gibi görmemesi gerek
 

Dizi televizyonculuğuna dönen ekranlar gündüz evlenme programları akşamsa dizilerle kendini oyalayıp duruyor.

Seç beğen al seçeneğinde izleyici alsak mı almasak mı arasında.

Nedeni de malum ya tutmazsa.

Sanırım FOX TV’de bu mantıkla bu yıl en çok dizi satın alan kanal olmuş.  Ya tutmazsa sür yenisini.  Bu hesapsızlık haliyle de kafası karışık bir sezon ve çoğu hüsranla sonuçlanan elde var sıfır halinde bir dönem yaşıyor.

Ekranda neyin tutup neyin tutmayacağını önceden bilmek zor zanaat ancak plansızlık öngörüsüzlüğü de yıllarını bu sektöre vermiş deneyimlerden gelince de nasıl yani olmuyor değiliz. Zira Fatih Portakal’la reyting pastasında dizilere kafa tutan bir kanal, dizilerinden aynı başarıyı bu yıl yakalayamıyorsa nerde yanlış yaptığını bir sorgulamalıdır.

Bu sorguyu kendinde yapmadan faturayı işe kesiyorsa bir sonraki işte yeniden aynı sonuçla karşılaşması da kaçınılmazdır.

Dizi alıyorum alıyorum da aldığım diziyi koyduğum günün izleyici profilini çıkarıyor muyum?

Tutmuş işlerin anatomisini çıkarıp benzerlerini neden sipariş ediyorum?

Elimdeki işin ne kadar arkasında olarak izleyiciye ulaştırıyorum demeksizin aynısından yine aynısından yapıyor ve de tutana da gelecek olan daha fazlasıyla tutacak garantisi varmış gibi acımıyorsa izleyici de kanala acımaz bir zamanlar dizi öğüten kanalarla aynı yerde anılır gider.

Denek sistemi kandırmacası kanalları ve yapımları öyle bir rehin almış ki totale bakılan yeri sabitleyip sadece C ve D/E grubu izleyicisi olarak görüyorlar. Hal böyle olunca da işlerin ve günlerin izleyici profil hesabını yapmadan sür gitsin gitsin de nereye kadar anca buraya kadar işler bu sadece FOX’un değil tüm kanalların ve yapımların yanılgısı ama en çok da FOX’un.

Üstelik FOX TV uzun zamandır bu yanılgının içinde. Neredeyse totalin tamamını C ve D/E ses dilimi olarak gördüğünden pek çok dizisinin dili Samanyolu dizilerinin ayarında bir anlatımla ekranda boy gösteriyor.

Özellikle de merkezinde kadını ön plana alan işler. Karagül dizisinden sonra kadın işi tutar diye yeniden aynı konunun başka parçalarını ele alan işlerle bu yıl ekranına sürdü ama Karagül’ün anlatım dilinin klaslığı ve derinliğini kanal kendi yayınladığı halde anlamamış olacak ki ondan özenerek sipariş verdiği işlerin bütününe baktığımızda Samanyolu dizileri ile eş değer.

Bu parantezle kanala küçük bir ayna tutup Dayan Yüreğim üzerinden biraz daha açalım mayası ve konusu sağlam bu işe izleyici ilk iki bölüm de neden tam yüz vermedi yapımda kanal da anlar bu vesileyle belki.

Belki söylediklerimiz dikkate alınır da böylesine özenle seçilmiş bir kadro ve hikâye olarak derdi olan bir işte uzun soluklu olmak için atağa geçip kendini revize eder.

Zira ellerindeki hikâyenin konusu buna fazlasıyla müsait ancak bunu izleyiciye geçirme ayarlarına format atmaları şart.

Önce şunu kocaman harflerle belirteyim ana konusu kadının toplum gerçeği olmasa ve başrollerini Ece Uslu ve Cansel Elçin paylaşıyor olmasaydılar bu diziyi izlemeye almaz bu yazıyı da yazmazdım.

Evet dizilere dair yazıyorum çokça önemsediğim işlere sayfalar ayırıyorum mesleğim gereği haberleştirmem gerekeni haberleştiriyor olsam da izleyiciye 140 dakikayı hak bulan bu sömürüye karşıda genel yorum dışında yazmayı hak görmüyorum.

İyiye gitmek yerine daha kötüye giden bir ekranı ille de bu olacak dayatmasıyla izleyiciye reva gören anlayış çalıştırdığı insanı sömürürken izleyici, yazar, eleştirmen, yorumcu bu oyunu yıkmazsa alan veren memnun düttürüsüyle sektörün bu düzene son vereceği yok.

90 dakikaya isyan ediyorduk 120 yapıldı sonra 140 bu yıl rekoru 145 dakika ile Aşk Mavi alıyor. 

Bu nedir yahu. Bedava izlence bu kadar olur düttürüsüyse reytinglerinizin değeriyle pastadan aldığınız reklamlar havadan gelmiyor her halde. Yani izleyici bedava izlemiyor zaten. O zaplarla o paraları size sağlıyor.

Kurtarmıyor ninnisi de bizim köyün ninnisi değil 140 dakikalı bir diziyi bölüp bölüp satmakla 60 dakikayı bölüp satmak arasında uçurum olunca ninni de haliyle uyutmuyor bizi.

Yani Türk sendromunun değişik halleri her sektörün içinde olunca ninnileriniz sizin olsun biz türkülerimizle uyandırırız diyoruz.

Dayan Yüreğim de açıkçası ilk bölüm bana verdiği vaatlerin gerisinde başka bir ekrana kayınca hani yazsam ne olur izlesem ne olur ki işler kategorisine girmeye ramak kala bu kadronun ve konusunun hatırına kanal harcanmadan yazayım istedim.

Çünkü eleştirileri dikkate alıp kendini tamamlayan iş örneği Karagül. Başlarken ses getireceğini hissettirmişti ne zamanki eleştirileri dikkatleyip eksikliklerine odaklanınca ataklarını yapmış FOX’un incisi olmuştu. Yine hatırlatayım herkesin ölü gözüyle baktığı Lale Devri dizisi ilacı değiştirilince FOX’u diriltmiş dört sezon kanalın yıldızı olmuştu.

Ama onların yapımları her eleştiriyi dikkate almış işlerinin arkasında durmuş kanalda destek verince mucizeler yaratmışlardı.

Tabi yapımcısı her iki işinde Avşar yapımdı bu da başka bir gerçek laf olsun diye iş değil gerçekten iş yapıyordu reyting hedefinde olsa da parolasında izleyiciyi vardı.

O kanal yine FOX’tu ama izleyicisini tanıyan bir FOX uzaklaşan değil. Tutan işi harcayan tutmayacak işin öngörüsünü görmeyen FOX değildi.

Ne mi demek istiyorum FOX TV profil seçimi demiştim ya işte tam da oradan gireyim mevzuya.

Kadın hikâyelerinin izleyicisinin bütününü yeni denek sisteminin C ve D/E denilen grubu olarak görüyor. Ve hikâyelerinin dilini de bu dil üzerine kurguluyor.

Bakınız O Hayat Benim, Bakınız Kalbimdeki Deniz. Samanyolu TV işlerinin biraz iğleştirilmiş diliyle veriniz coşkuyu işler. Hoş yapımının algısı da bu yönde olsa gerek bu anlatım dilinin ya da bir üst seviyesini tercih eden işler yapıyor çokça.

Örneklediğim iki işte tutmuş işler reytingleri de iyi. Kalbimdeki Deniz bu senenin işi hatta konu itibariyle de neredeyse benzerlikleri de çok Dayan Yüreğim dizisiyle.

Normaldir bunu seçmesi diyeceksiniz belki ama atlanan ayrıntı şu her iki işte hafta sonu izleyicisiyle buluşuyor ve Ece Uslu, Cansel Elçin, Ege Aydan gibi oyuncuların izleyicisi Samanyolu ekranının izleyicisi değiller. C ve D/E grubu gibi küçük bir azınlığın içinde hiç değiller. Hele Karagül seyircisi o izleyici grubundan hiç değil. Bu yüzden bu anlatım diline hapis etmeye devam ederseniz konunun inandırıcılığı oyunculukların önemi kalmaz o izleyici de bu dili satın almaz.

Kaldı ki o gece Emrah’ın dizisi Aşk ve Mavi o dille yazılıyor ve o azınlığı zaten yakalamış biraz da karışık almış gecenin Arka Sokaklardan sonra iş yapan ikinci işi olmuş.

Ama cumaya Özcan’ın dizisi gelince aldığı karışıktan kaparsa geriye C ve D/E grubu kalır.

Yani özetle ikinci kez aynı dille yazılan bir işle karşısına çıkarsanız kim kalır geriye.

Elinizdeki oyuncuların kalitesine yakışır bir anlatıma hızlıca geçilmezse bu kadroya da hikâyeye konusuna da yazık olacak

Karagül izleyicisi sıradan tv izleyicisi değildi o mantıkla cumayı yakalarım Ece Uslu var demiş kanal ama Karagül’ü izleyen izleyici derinliğini izliyordu işin. Bu dilin alıcısı olsaydı eğer Karagül tüm grupların şampiyonu olmazdı ve şu an mevcuttaki diğer kadın işlerinizin ya da evlat işlerinizin hepsi de aynı başarıya ulaşırdı.

Demek istediğim ağdalı dil kullanın demek değil. Anlatıya derinlik katmak. Ve özenli ruhu olan repliklerle sahneyi bir arada hissettirmek. Örneğin ilk bölüm özenini ikinci bölüm de bulamadım ben. Cezaevinde intihar etme teşebbüsündeki Elvan başka bir mahkumun doğum haykırışını duyunca anında intihardan vazgeçiyor ve doğuma koşuyor. Çünkü sağlık görevlisi. Yeni bir hayat sesi intiharın eşiğinden döndürüyor Elvan’ı.

Ama sahne o kadar yüzeysel çekilmişti ki kimse ne anlatılmak istendiğini kavrayamadan doğum oldu da bitti maşallah. Üstelik doğum anı ruhsuz ara sokak ebelerinin doğumu gibiydi. Onlar bile kordon bağını keserken biz kime bıraktık kesmeyi bilinmez. Doğuran oyuncudan tek gram ter izsiz bir performansla oyuncuların başarılarındaki inandırıcılıktı izleyiciye kalan.

Oysa oradaki sahne derinliğine inilseydi izleyici ekranın ardında hop oturup hop kalkardı. Fakat kimse anlamadı bile.

Bunun gibi ikinci bölümde ilk bölümünün uzağında pek çok şey saymak mümkün. İlk bölüme dair de.

Ana hikâyeye girmeden geçiş bölümler bunlar denilebilinir belki ama zaten izleyiciyi bu iki üç bölüm de çektiniz çektiniz çekmediniz geçmiş ola oluyor. Artık izleyici sabırsız 140 dakika çilesini siz belki çalışanınıza reva görüyorsunuz ama izleyici kendisine reva görmüyor hop başka yere zap ve seçim yapıyor.

Hikâye izleyiciye tepeden bakmıyor hayatın içinden bir konuyu alıyor olduğu gibi tüm çıplaklığı ile sunuyor ama zaten bunları biliyoruz. İş ki bu bildiklerimizi kırabilmek, iş ki tüm bunlara açılacak pencereyi göstermek.

Yani kumar illetine bulanmış ailelerin yok oluş dramlarını, zorlayıcı sebeplerin çaresizliğinde anlık nefsi müdafaa ile cinayete bulanmış kadın ellerinin dramını artık herkes biliyor. Bu kadınlar dramlarının göze sokulur anlatısını değil o dramların anlatısında kurtuluş kapılarını yakalamış kadınların öykülerini görmek istiyor.

İster kentin en arka mahallesi, isterse en üst mahallesi olsun kadın yaşadığı her yerde bu ve benzeri dramlara umut penceresi açan işler izlemek istiyor.

Kötülüğün dibini zaten yaşıyor o cehennemle bir kez daha yüzleşmek değil dizi de olsa o cehenneme kafa tutan anlatımı görmek farkındalık yaratan işlerle az da olsa umuda tutunmak istiyor.

Üçüncü bölümle ana hikâyesinin başlayacağı serüvende Yeşilçam klişelerinin bolca serpiştirildiği mücadelenin zafere ulaşmadığı bir anlatımda herkesin kötüye çalan suretiyle izlence serüvenine devam edecekse alacağı sonuçlar bundan öteye gitmez.

Ve anlatı dili Samanyolu izleyicisinin diliyle sürecekse.

Kadını kadının kurdu gibi göstermek, erkeklerin şeytanı, erkeklerin de kadını madde gibi görüyor olması gerçeğin ta kendisi lakin karakterlerin derinliksiz duruşu, konu örgüsünün kopuklukları, Samanyolu TV izleyicisine hitap eden anlatım dili yüzünden anlatılmak istenenler izleyicinin uzağına düşünce geriye kalan oyuncuların başarısından izleyiciye geçen duygulardır.

Kaldı ki Köprü gibi bir dizinin senaristine ait bu hikâyede de senaryo ayağında da Ozan Emre Yurdakul kadın meselesine farkındalık katan bir anlatım desteği verebilir. Ve hikâyenin senaristi Serap Gazel de yapım ve kanalın baskın tercihi bu yönde olmasa eminim ki sihirli dokunuşlar yapabilir. Onun da senaryo yazım ekibinde olduğu Aramızda Kalsın dizisinin tadı hala damağımızda zira.

Bir diğer mesele de ki bu ciddi anlamda hassas durduğum- durduğumuz bir nokta engelli meselesine bakış.

Yıllardır bu konuyla mücadelemize lütfen artık yapımlar olarak yazıcılar olarak da gerekli hassasiyeti gösterin.

Toplum algısındaki yerleşmiş kanı yıllarca Türk sineması ve ona paralel giden dizilerdeki acıyı damıtma ve mucizenin kahramanları olarak gösterilen yazımlarınızla doğru orantılı kanıksandı.

Bizler bu algıyı değiştirmek adına mücadele verirken sizler aynı algıyı pekiştiren işlere tam gaz devam ediyorsunuz.

Şimdiye kadar birkaç işin dışında bu konuda farkındalık yaratıp kanıksanmış algılara çizik atan iş çıkmadı. Hala aynı bakışla devam.

Selim karakterine hayat veren Berke Bayrak küçücük yaşına rağmen yatalak bir hastayı iyi canlandırdı. Yönetmen Deniz Çelebi Dikilitaş’ın kurduğu evrende de bu inandırıcılık sağlanmış.

Ancak hepsi o kadarla sınırlı kaldı.

Engelli bir çocuğu işliyoruz evet, sakatlık aylığını sorguluyoruz evet, bakımının zorluğunda ailelerin sabrının çatladığı noktayı vurguluyoruz evet ama sakatlar bir mucizenin reyting maddesi değildirler.

İşte tüm buraya kadar işlemiş olduğunuz her şey tek bir repliğiniz- sahnenizle sıfırlanır.

Böyle bir bakış engellik meselesine bir farkındalık getirmez var olan algıyı yerinde saydırır acıdan reyting damıtır sadece. Annesini görünce dile gelen bir mucize yok sakatların yaşamında. Öyle fizik tedavilerle de yerlerinden kalkıp bir anda yürümüyor, parasızlıktan yapılamayan ameliyatlar, direk tedaviler yüzünden sakatlığa mahkûm kalmıyor, para bulunup bir mucizeyle de ayaklanıp maraton koşucusu ya da top koşturmuyor sahalarda.

Kendine verilen sahanın içinde kendi bedeni gibi farklı olanla birlikte yarışıyor, futbolunu onlarla aynı sahada yapıyor. Karagül bunu çok doğal yapıyordu yakın zaman kanal işi mesala. Yine pek çok yeriyle eleştirdiğim ama bu noktasıyla farkındalık nasıl sağlanır anlatımını çok iyi kullanan Kırgın Çiçekler Dizisi mesala.

İkinci bölümün son sahnesi kendi doğallığı içerisinde gelişseydi hem inandırıcılığı olur hem de engellilerin hayatına bir farkındalık katardı annesinin varlığıyla tedavilerle yavaş yavaş cevap verseydi böyle bir konuşmanın inandırıcılığı hayatın kendisinden olurdu.

Çok erken bir mucize sunulunca yapımın önceki işlerinde de engellik meselesindeki çözümler mucizevi hızlandırılıp klişeli anlatılınca sonrasında aynı bakışla yürüyecekleri hissi ve endişesi uyandırıyor.

Bundan sonraki anlatılar da ampute sporu yapan bir engelliyi işlerse mesala, sağlam bir çocuk bedenine mucizelerle dönüşerek futbola kaldığı yerden devam etmesiyle değil engellilerin de bu toplumda varlığını anlatan herkes gibi eşit haklara sahip olduğunu algılatan bir anlatımda yine futbol aşkına kavuştura bilir mesala. Selim her ne kadar ampute değilse de bunu mantıksız mucizelerle değil de yaratıcı kalemle çözerek ampute bir engelli yapmak daha makbul olandır. Ya da tekerlekli sandalyesiyle basketbol yapabileceğini farklılığıyla yaşama tutunabileceği gerçekliğinde bir anlatım kullanabilir mesela. Hazır Selim Beşiktaş aşkıyla dolu bir çocuk Beşiktaş kulübünün RMK Marine Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımıyla yolunu kesiştirip hayata tutunuşu sağlanabilir mesala. Annesini görmekle dilleneceğine Spor alanını değiştirmek basketbolla hayata tutunmasının yolunu açmak için ayaklanır mucize değil de hayat kalitesini yükselten bir sağlık hizmeti sağlayan kalem kullanmak daha gerçekçi olsa gerek.

İkinci.bölümün bir sahnesinde Cansel Elçin’in Fuat karakteriyle adliye de Elvan’ı savunurken kullandığı sakat repliği en doğru söylemdir ifadesini kullanmıştım sosyal medyada desteklemiştim de. Yani engelli değil, özürlü değil, sakat söylemidir doğru olan derken henüz toplumla iletişim kurmaya başlamadığını anlattığı içindi. Yani henüz sadece sakattır Selim, çünkü sakatlığı ailesini ve onu ilgilendiriyor. Ne zamanki toplumla iletişim kuracak işte o zaman hem sakat hem engelli olacaktır. Ve engellendiği her alanda tüm herkesi ilgilendirecek. İşte bunu anlatın istiyoruz.

Yine Selim’i hasta yatağında ziyaret eden Avukat Fuat’ın bakışlarındaki doğallık. Yani acır bir bakış yok sakatlığına üzülmüyor sevgiyle sarmalıyor. Farkındayım senin çocuk. Sen Selim’sin sakat Selim değilsin diyor o bakışlar. Tabi bu Cansel Elçin bakışlarının farkıdır. Bunları anlatın istiyoruz. 

Özetle bu repliğinizin ve o güzel sahnenin doğallığı sonrasında gelen mucizeyi değil.

İşte o zaman bir farkındalığı olur kullandığınız karakter engellilerin yaşamına da bir dokunuş sağlar.

Bu haliyle Selim melodramatik tutumla yazılmış bir karakter olmaktan öteye gitmiyor, gitmez de. Arada sorunsallara vurgu yapmanız da sonrasında gelenle bir diğerini sıfırlıyor.

Ama dediğim gibi sahicilik kazandırmak istiyorsanız Selim karakterini kendi doğallığında işlemeniz gerekiyor. O zaman izleyiciye yaklaştırırsınız.

Kaldı ki bu konuda Fransa’da engelli hakları ile ilgili çalışmalar yapmış ve engelli bireyler için bir de Papillon gibi engelliler camiasında da beğeni kazanmış kısa film çekmiş olan elinizde fazlasıyla bu farkındalığa katkı sağlayacak bir oyuncunuz Cansel Elçin var.

Eğer engelli bir bireye yer verecekseniz dizilerinizde toplumdaki yanlış algıları sıfırlayın, aynı algıları körüklemeyin diyorum yani özetle.

Topluma ne kadar doğru profiller sunulursa insanların eski algılarını bir kenara bırakması da o kadar çabuk olur.

Belki hemen olmaz, olmayacak da ama zaman yer değiştirmeyi mutlaka yapacaktır.

Yapım şirketine de hazır yeri gelmişken birkaç not düşmekte fayda var. TV Eğlence sektöründe dünya lideri olan Endemol firması Endemol Shine Türkiye adıyla dizi işine de girecek denilince herkes heyecanlanmıştı.

Yanılmıyorsam ilk olarak da Paramparça ile adım atmıştı. Sonrasında da pek çok diziyi arka arkaya sürse de Paramparça kadar hiçbiri ses getirmemiş aynı başarıyı yakalayamamıştır. Paramparça’nın bu çıkışı yakalayacağı daha en başından belliydi çünkü hem cast çok iyi oluşturulmuş hem de ilk kez denenmemiş bir konuyla yola çıkıyordu. Ondan sonra ise hep denenmiş konuların üzerine oyuncu seçerek yola devam eden bir izlenim bıraktı haliyle de işleri Paramparça’nın yakaladığı başarıyı yakalayamadı. Paramparça kendi içinde hikâyesini çabuk tüketmeseydi ve magazinsel sorunlar yaşamasaydı ilk sezon aldığı reytinglerin gölgesine kolay kolay düşmezdi. Hoş bugün hala ayakta kalışını başta Erkan Petekkaya, Ebru Özkan, Barış Falay, Nursel Köse, Tolga Tekin olmak üzere tüm güçlü oyuncu kadrosunun oyunculuk güçlerindeki başarısına borçludur.

Yani söylemeye çalıştığım yapım olarak denenmiş tutmuş işlerin konuları üzerine senaryo ekseni yaratmaktan vazgeçip, klişeden arınmış, Samanyolu dizilerinin matematiğiyle yazılmış dilden arınmış, gündüz kuşağı dizilerinin bir üst seviyesine yaklaşmış işlerden uzaklaşarak derinlikli işleri sahaya sürerse kurdukları başarılı castlarla çok daha üst sıralara çıkarlar.

Şimdi gelecek olan işi mesala Evlat Kokusu hikâye denenmemiş bir konu ve tutacağını fragmanları haykırırken umarım izlencemizde de aynı vaat içindedir. Konuyu harcamazlarsa eğer bu yılın en ses getiren işlerinden biri olan Anne dizisi kadar ses getirecek bir iş. Paramparça’dan sonra denenmemiş bir konu bulmuşlar gerçekliğini yitirmeden verirlerse ikinci en iyi çıkışı yapan işleri olur.

Demeye çalıştığım şu, yapım şirketi castı çok iyi kurarken hikaye ayağında derinlik, uzun vadede izleyiciyi elime nasıl alırımın hesabını yapmıyor. Konu peşinde koşmuyor. Oyuncu ve ekibe yaptığı yatırımı hikâyede yapmıyor. Tutan işlerin ve denenmiş konuların yeni haline klişe serpiştirdiği için de dizi sektöründe attıkları hamlenin çok uzağında kaldılar. 

Dayan Yüreğim’de de çok iyi bir cast kurmuş. Yakaladığı konu hayatın içinden bir konu. Gideri de var. Ancak matematiğini denenmiş işlerin sahneleri üzerine yoğunlaşıp klişeler serpiştirerek oluşturmuş. Melodramatik tutumla baktıkları için de hikaye naif ve derinlikten uzak kafası karışık iki bölümle karşımıza çıktı. Yönetmenin dünyası gerçek hayatın kendisi ancak hikayenin kaygan dili ne orda ne burada. Yapımın bu tercihi maalesef tüm işlerinde var. Klişe kullanılmasında sorun yok sorun kullanılan klişenin hikayeyi gölgelediği nokta. Yoksa tüm işler klişeden besleniyor. Mesele o ayarı iyi tutturmak.

Her haliyle tüm pürüzler giderildiğinde Karagül fırtınası estirmez belki ama cuma akşamında ilk üçün-dördün içinde rahatlıkla yer edinebilir bir iş.

Hikâyenin içine tebessüm yüzünü de eklerlerse işin gideri daha da artar. İş ki kanal, yapım arkasında dursun, eleştirileri dikkatte alsın, aman işte alıp alacağı bu ümitsizliğine düşerek Star TV’nin daha destur demeden ikinci bölüm de gözünün yaşına bakmadan Yıldızlar Şahidim gibi harcamasın.

Çünkü her zaman böyle bir kadroyu bir arada bulmak çok zor. Hele de Cansel Elçin’i çok uzun zamandır adam akıllı bir hikâyenin içerisinde görmeyen izleyici nihayet görmüşken Ece Uslu’yla bir arada olmasına sevinirken uzun soluklu olmasını istiyor işin.

Zaten üçüncü bölümle ana hikâyesinin başlayacağı diziye sokaktaki izleyici de şans vermek istiyor ki ikinci bölüm tablosunda kıpırdanış var. Yüreklerin Dayan Yüreğim’e daha fazla yer açmasını istiyorsanız eğer total bunu anlar bakışından sıyrılan bir dil kullanın yeter.

oyatekin@gmail.com                                         

https://twitter.com/#!/oyatekin (@oyatekin)

http://yurthaber.mynet.com/yazarlar/tum/1/o.tekin35

Oya Tekin/ Engelliler Haber ve Bilgi Portatalı Yaşadıkça.com köşe yazarı

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilmeksizin izin alınmadan kullanılamaz.

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..