Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '11

 
Kategori
Siyaset
 

Derbeler ve anılarım -I-

Derbeler ve anılarım -I-
 

Davacıyım hâkim bey,  

Doğduğum yıldan itibaren gasp edilen haklarımdan dolayı davacıyım. 

Çünkü ben dünyaya geldiğimde Mendereslere yönelik darbe yapılmış ve bir başbakan ile iki bakan darağacına çekilmişti vatanı kurtarmak uğruna!.. Hayır, Menderes adına davacı değilim, o konuda halk davacı olmuş ve davayı kazanmıştı zaten. Ben kendi adıma davacıyım. Zira yapılan darbeler her zaman bu halka, iradesine karşı yapılmıştı(r). Rahmetli babam o darbeleri iyi tanıyordu. Ne kanlar dökebileceklerini, kendi vatandaşlarına nasıl kıyacaklarını çok iyi biliyordu. Bu sebeple yıllarca uykusu kaçmıştı. "Acaba sıra hangimizde" diye sabahlamak zorunda kalıyordu. Hayır, bir suçu yoktu demiyorum, o halktı, halktandı ve dolayısıyla suçluydu ve bu sebeple de tedirgin oluyordu. Ta İttihad Terakki döneminden, 31 Mart uyduruk vakalarından, Bab-ı Ali baskınlarından beri darbelerin halkına neler reva gördüğünü çok iyi biliyor ve günlerini bu tedirginlik ve endişe içinde geçiriyordu. 

Ben yeni doğmuştum, dünyaya gelişim onun en büyük temennisiydi. Zira babamın iki erkek evladı ölmüş, uzun yıllar sonra erkek evladı olarak dünyaya gelmiştim. Dünyaya gelişime doyasıya sevinememişti. Ve huzur içinde, yeterince beni sevmesine izin vermedi darbeciler. 

"Çocuklarım, yeni doğan yavrum babasız mı kalacak" diye çok telaşlanmıştı. Yerden göğe kadar haklıydı. O, halka küçük çaplı da olsa öncülük ediyor, bu halkın mazlumiyetini dile getiriyor, mesleği icabı halka dini ve örfi değerleri öğrettiğinden dolayı elbette ki suçluydu! 

Neticede defalarca evimizi bastılar, benim de zar-zor hatırladığım kadarıyla evde Arapça yazılmış Türk, Arap, Fars ve Kürt bilgelere ait ne kadar eser varsa hepsini yerlere atıp çiğnediler. Rahmetli babamın yıllar sonra bile bunları hatırlarken nasıl duygulandığını, gözlerinin nasıl dolu dolu olduğunu unutamıyorum. 

Ben de çocukluğumda babamdan 1960 darbesinin acılarını masal gibi dinliyordum, derin derin dalışlarını 4-5 yaşlarımdayken hissedebiliyordum. Hatta bir gün ilçeden köye yaya gelirken eli silahlı bir görevli tarafından babamın başındaki takkenin yerlere atıldığını dünyam başıma yıkılırcasına seyrediyordum. Ama Allah var o haddini bilmez görevliye karşı gözümde kahramanlar gibi çıkışını şimdiki gibi haturlıyorum: "Siz ne yaparsanız yapın bu millet dinini ve asaletini bırakacak değildir, öldürerek de sonumuzu getiremezsiniz" demişti... Ve beni kucaklayıp sinirden titreyişini hiç ama hiiiç unutamıyorum. Onun çektiklerini şimdi daha iyi anlıyorum. 

Davacıyım hâkim bey; 

Babamın sevgisini istiyorum! Bana babamın hiçbir yerde bulamayacağım çocukluk sevgisini geri verin: 

Beni yeniden kucaklasın, bağrına bassın, öpüp koklasın... Benim de onun kokusuna ihtiyacım sudan, nefesten daha fazla... Babamın kokusunu istiyorum, bana ne? Ben babamın bana gösteremediği sevgisini, onun bana çok gördüğünüz kokusunu istiyorum... Babam beni kucaklasın istiyorum, öpsün beni o sımsıcak dudaklarıyla... bana dünyanın en güzel babasını ve bütün güzel kokuların kokteylini geri verin!.. Yoksa davacıyım hepinizden!.. 

1971’lere geldiğimizde yine darbe, yine kendi halkına güvensizliğin çirkinliği... Çocuktum, artık ilkokulu bitirecek ve ortaokula başlayacaktım, babamın en çok görmek istediği, hayal ettiği şeydi bu... 1960’lı yılların sonunda ortam biraz normalleşmişti. Beni ortaokula hazırlıyordu. Tek erkek evladı olmam hasebiyle üzerime titrerdi. Beni evin dışında bir yerlere; ilçeye veya ile göndermek zorunda kalması onu çok üzüyordu ancak geleceğim için bunu yapmalıydı. Her fırsatta bu konuda verdiği nasihatleriyle beni hazırlıklı bir gurbetçi yapmak için uğraşıyordu.
12 Mart 1971 günü yapılan darbe babamın bütün moralini yerle bir etmişti. Zira 1960 cuntası sonrasında ortamın doğal seyre girmesiyle bana karşı olan o güzel ilgisi, şakaları yerini sessiz ama derin ve duygusal bir kucaklamaya bırakmıştı... Bazen kucaklayıp dakikalarca öyle kalakalırdı bırak(a)mıyordu. Sanki geçmiş ve gelecek yılların payını da şimdi kullanıyor gibiydi... Zira darbe ile devlet evlatlarını yeme dönemini tekrar başlatmıştı. 

Of çekerek; "neymiş? Birkaç öğrenci devletin düzenini bozacakmış... Niye devlet darbe yapmadan, gençleri darağacına göndermeden yapamaz mıymış?" diyordu rahmetli. "Hesap başka başka" diyordu hep ve dediği çıkıyordu. 

Evimiz günlerce, haftalarca, aylarca radyo haberlerini dinlemek için dolup taşıyor ve herkes aynı kanaati dile getiriyordu; "onların (darbecilerin) hesabı milletledir, onlar bu halka ve millete güvenmiyorlar" ben davacıyım Ben Davacıyım Hâkim Bey! 

1970’li yılların ortalarını henüz geçmiştik. Gencim, gençliğimi yaşamak istiyorum, arkadaşlarımla en güzel yıllarımı en güzel şekilde geçirmek istiyorum ama nerdeee! Ders çalışmak, okumak istiyorum. Ama okuduğum memlekette 54 tane fraksiyon çatışıyor. Okulum bir gün açık 3 gün boykot… Doğru dürüst gelip birkaç ay kalan hocamız yok, kalanı da can derdinde, ne ders anlatabilir ki?.. İyi bir eğitim alamadığım için çok istediğim Hukuk Fakültesini kazanamadım (bu halkın haklarını sanki hukuk fakültesini okumadan savunamıyorduk), beni boş iddialarla, gerçekleştirilen darbelerle eğitimsiz bıraktınız. Zaten diğer akranlarım gibi eğitim maratonuna 2000 m. geride başlamıştım, devletim bana iyi bir eğitim imkânı da sunmayınca babama "babacığım oğlun Hukukçu olacak diyemedim". 1970’li yıllarımı "komünizm gelecek" kâbusuyla heba ettiler, komünizm gelmedi ama darbe geldi... binlerce insanımız öldü. Sonradan öğrendik ki sabah komünistleri vuran silah akşam anti-komünistleri vuruyormuş... 

Evet Sayın Hâkim, doğru dürüst -bırakın iyi şartlardan vazgeç(iril)dik- normal şartlarda iyi büyümedim bu memlekette, çocukluğumu hele hele gençliğimi hiç yaşayamadım. Ülkem bana iyi bir gelecek hazırlamadı ve bana da ülkeme faydalı olmam için yeterli olanak sunulmadı, davacıyım. 

Ben davacıyım hakim bey!.. 

Evet Hâkim Bey, ben davacıyım bana zehir edilen çocukluğum, bana yaşatılmayan gençliğim, bana çok görülen yetişkinliğim ve heba edilmek istenen geleceğim için davacıyım... 

Ben davacıyım, çünkü dünyanın en güzel duygularından mahrum edildim... her insanın en güzel duygusu, en anlamlı, en gerekli ve en tatlı yanı: AŞK’tan, SEVDA‘dan ettiler bizi... 

Ben davacıyım Hâkim bey!.. 

1980 Eylülünden önce bir lise öğrencisi iken bugün okullarımızı/üniversitelerimizi kurcalayıp kan gölüne çevirmek isteyen "derin çeteler" o yıllarda emdiğimiz sütü burnumuzdan getirmişlerdi ve âşık olur isek yârimizi yerde bırakacaktık; ölüm vardı, çürümek vardı mahpus damlarında çok iyi bilirsiniz... Her günümüz bu telaşla, öldürülme korkusu yaşıyorken kimin günahını alabilirdik söyler misiniz Hâkim Bey, kimin? Hal böyleyken nasıl âşık olabilirdik nasıl? Olmadık olamadık işte. Ben aşkımı istiyorum Hâkim Bey! Bana ne ben aşkımı istiyorum!!!
Davacıyım Sayın Yargıçlar! "Biz delikanlı idik; sevgilimiz orta yerde kalmamalıydı... Korkumuz yarın vurulur veya hapis yatar isek sevgilimiz bizsiz ızdırap çekmesin" idi... Haksız mıydık Hâkim Bey? ERKEK ADAM! ın sevgilisi uluorta kalır mıydı yerde? Sen içerdeyken onu kime bırakacaktın?! Bırakamazdık, bırakmamalıydık ve bırakmadık da... Haklı değil miyim Hâkim Bey? 

Bir gün bir inci tanesine ne dedim biliyor musunuz Hâkim Bey? 

"Sen dünyanın en güzel yarınlarına müstahaksın, ama ben korkuyorum" dedim!.. Aldığım cevabı hala unutamıyorum Hâkim Bey: 

"Bir gün bile bütün ömre bedel değil mi, neden korkuyorsun?" 

Hiçbir cevap veremeden ayrılmıştım ve bir daha asla görmemek üzere döndüm ve gittim... o gün bu gündür gördüğüm her güzel gözün beyazlığında inciler görüyorum Hâkim Bey! 

O gün gitmiştim gitmesine de neyi kaybettik biliyor musun Hâkim Bey? 

AŞK’ı 

SEVDA’yı 

KAPKARA, volkanın en kızgın yerindeki yangın karası gibi KARA SEVDA’yı...Ben aşkımı istiyorum Hâkim Bey! Bana ne ben aşkımı istiyorum, hiç itiraz istemem, bana aşkımı verin... 

Bir bu mu sanki? Kazandığımız fakültelerde okuyamamıştık. Birçoğumuz mecburen ve istemeyerek can güvenliği olan ama istemediğimiz bölümlerde iyi eğitim alamadan okumak zorunda bırakıldık... 

Ben de öyle bir yerde okumak zorunda bırakılmıştım. Babam annem günlerce yalvardılar: "Yavrum n’olur uzaklarda okuma gözümüzün önünde ol, hatta boş ver okul falan istemiyoruz" deyip beni iyi bir eğitimden mahrum bıraktılar istemeyerek... Sadece yaşayayım, hayatta kalayım, yeter ki bir kör kurşuna hedef olmayayım diye. Çünkü beni onlar yetiştirmişlerdi ve haksızlıklara tahammül etmeyeceğimi çok iyi biliyorlardı. Kırmadım onları, aşamadım, kıramazdım. Çünkü onların her şeyiydim, "okuldan olmak candan olmaktan daha iyi" tercihine zorlandık Hâkim Bey. Ne acı değil mi? Yoksa sizce acı değil mi?.. 

Bütün sıkıntılara rağmen okumaya mecbur bırakıldığım okulda (arkadaş ve hocalarımızla) can derdine düştüğümüz için iyi bir eğitim alamadım. Bir insanın en iyi şekilde yaşaması gereken gençlik yıllarımı can korkusu, öldürülme paranoyasıyla geçirdim. Geçirdiğim travmalar neredeyse Aksaray-Sirkeci hattında çalışan tramvayların sefer sayısı kadardı. 

12 Eylül 1980’de sabaha karşı düdük çaldılar ve terör olayları bıçak gibi kesildi. Bir zamanlar cumhurbaşkanlığı da yapan ve bu günlerde de darbe çığırtkanlığına soyunan s. DEMİREL de sormuştu: "11 Eylülde akan kan nasıl oldu da 12 Eylülde durdu?" gerçekten de bunun makul-gayrimakul bir açıklaması yoksa -ki 28 yıldır yok- o halde (akan kanın hesabını istemiyorum) ben gençliğimi istiyorum... çalınan o 8 yılımı kim, nasıl ve ne zaman geri verecek?! 

Ben davacıyım Hâkim Bey! 

"Netekim amca" 12 Eylül darbesini yaptığında henüz dünyayı tanımaya başladığım yıllardı ve yaşayamadığım gençliğimin en güzel olması gereken yılları... Ama her nereye gittiysek karşımızda elleri silahlı üstümüzü başımızı arayan, bir çakı için (bazen dayak, ama her zaman) olmadık hakaretler savuran, "bu köye gelen-giden kim?" sorularına varana dek abuk sabuk sorgulamalarla insanları muhbirleştirici yeni mezun görevlilerin acımasızlığıyla karşılaştık. 

Siyaseti, sosyolojiyi, yörenin örf ve adetlerini bilmeyen, bildiklerini de hiçe sayan bu eli silahlı görevliler o yıllarda gençliğimizi burnumuzdan getirdiler. Dünyadan, dünyanın gidişatından sosyal bilimlerden o kadar habersizlerdi ki kitaplara ismine göre yasak kararı getiriyorlardı. 

Benim çocukluğumu aldılar elimden, gençliğimden 8 yıl almışlardı. Bu yıllarda ömrümüzden yıllar almaya devam ediyorlardı... 

Bu hale biz kendiliğimizden gelmedik. Ülkem bana iyi bir gelecek, iyi bir gençlik, iyi bir eğitimi çok gördü... Üstelik en güzel yıllarım sıkıyönetim, askeri darbeler ve terör olaylarından dolayı acı içinde geçti. Devlet dediğin vatandaşını mutlu etmeli, can güvenliği sıkıntısı yaşatmamalı; eğitim, sağlık vb. konularda da bir ihmale mahal vermemeli değil mi Hâkim Bey? Ama ben devletimin bu imkânlarından doğru dürüst yararlanamadım ki?.. 

Ben davacıyım Hâkim Bey, ben davacıyım... 

Duruşmaya haftaya devam ediyor buluşuncaya değin 

Sevin, sevilin, sevinin ve sevindirin...  

 
Toplam blog
: 62
: 739
Kayıt tarihi
: 15.01.11
 
 

İnsan Hakları Aktivisti - Yazar Diyarbakır'da ikamet ediyor, Hiç kimseyi ötekileştirmeden, hiçbir..