Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '16

 
Kategori
Tarih
 

Devlet yönetimleri varken, siyasi partilere neden ihtiyaç duyulur? (1)

Devlet yönetimleri varken, siyasi partilere neden ihtiyaç duyulur? (1)
 

Bazı kişilere göre bu da sorulacak soru mudur? deyip başlığı yanlış bulanlar olabilir. Ancak durum hiçte öyle dışardan bakıldığı gibi değildir. Devlet yapıları ile siyasi partilerin arasındaki ince farklılığı toplumun büyük çoğunluğu bilmemektedir. Bu yüzden her siyasi partinin mecburen devlet otoritesini olduğu gibi sahiplenmesini düşünen milyonlarca insan Türkiye’de mevcuttur. Hâlbuki devlet otoritesi ile siyasi partiler arasında çok büyük farklılık bulunmaktadır.

Devlet yapıları ile siyasi partilerin temel ortak amaçları her ne kadar toplumu yönetmek olsa da, ikisi arasındaki farkı daha net anlayabilmek için, devletlerin ve siyasi partilerin varoluş tarihçelerini ve gerçek amaçlarını ayrı şekilde inceleyerek daha net bilgilere ulaşmaya çalışalım.

Devletlerin varoluş tarihleri, siyasi partilerden çok daha önceden gerçekleştiği halde, devletlerin temelinde sürekli bir manevi duygu ve kudret hâkim olması yüzünden, zaman içerisinde otoriter emir komuta diktasına dönüşmektedirler.

Neden devletler, çok çabuk dikta rejimine dönüşmektedirler şeklinde sorulacak olursa, bilindiği gibi “Devlet” kelimesinin anlamı güçlü, zengin, baht ve kudret ifadelerini içermektedir.

Bu güçlü yapının başına geçen insanların büyük çoğunluğu ise, kendilerini devlet kadar büyük görüp, hatta kendisi var oldukça devleti de aynı şekilde yaşayacaktır inancıyla, kendisine ve de devlete çeşitli kutsallıklar atfedip, o makamı başkalarıyla paylaşmak istememişlerdir.

İfade edilen düşünceye sahip kişi ya da kişiler, mevcut yapılarını kaybetmemek için, kendileri ölmeden önce çocuklarını varis olarak bırakarak Hanedanlığa giden yolun da mimarları olmuşlardır.

Devletlerin bu durumu toplumun çoğunluğunda büyük huzursuzluk ve rahatsızlık yarattığı için, toplumun içerisinden çıkan kişi ya da kişiler, bazen kendi adlarıyla bazen de dini veya parti ismiyle devlet otoritesine karşı muhalefet ederek dikta ve otoriter devlet rejimlerine geri adım attırmışlardır.  İşte siyasi partiler bunun için var olmuşlardır.

Modern siyasi partiler her ne kadar 1789 yıllarından itibaren var olsalar da, devlet otoritelerine karşı muhalefet eden kişiler veya grupsal oluşumlar, çeşitli isimler altında belirtilen dönemden çok daha önceleri siyasi partilerin yapmak istedikleri görevi yerine getirmeye çalışmışlardır. Gelinen noktadan da anlaşılacağı gibi hele 21. yy da, siyasi partiler olmadan demokrasiden bahsetmek asla mümkün değildir.

Ancak burada tekrar belirtilmesi gereken önemli bir nokta, bazı devlet yapıları içerisinde var olan siyasi partiler, her ne kadar demokrasi vaadiyle ortaya çıksalar da, daha çok devletin mevcut otoritesini yaşatmak için çaba harcadıkları görülmektedir. Türkiye’deki yapıda olduğu gibi.

Bu kısa belirlemeden sonra, devlet denen hem maneviyatı yüksek hem de giderek demir yumruk haline dönüşen otoriter yapıların ilk oluşumundaki en küçük çekirdek olan, Kılan ve Kabile yaşamıyla nasıl şekillenmeye başladığını şu noktalarla ifade etmek mümkündür.

Kabile ve Klan yaşamıyla başlayan küçük grupsal birliktelikler, belirli kurallara göre hareket ederek toplu yaşam biçimi denen mağara ve kulübelerden oluşan yerleşimleri meydana getirmişlerdir.

Günümüzün modern yapısı olan devlet, siyasi parti ve toplu yaşam kültürünün temelini icat eden atalarımızdan Homo Sapiensler, M.Ö. 700 bin yıllarından itibaren ilk defa aklını ve fiziğini bilinçli şekilde kullanarak bu dönemi başlatmışlardır.

Homo Sapiensler, yaklaşık olarak aradan 640 bin yıl geçtikten sonra, Klan ve Kabile şeklinde avlanma ve toplayıcılık (Paleolitik) yaşamına dayanan pire plan ve pire sosyal ilişkilerle, doğal bir ortamda kurmuş oldukları ilk baraka ve mağaralardan oluşan köyleşmeye adım atmışlardır. Dönemin doğa, çevre, iklim ve tesadüfler sonucunda ortaya çıkan değişimlerden etkilenerek, deneme yanılma metoduyla ilerleyişlerini sürdürmüşlerdir.

Bu yaşam her geçen gün insanları biraz daha birleştirerek, köylerin çoğalmasına ve büyümesine sebep olurken, yavaş yavaş gelişen toplu yaşam kültürü beraberinde inanç, mutluluk, korku ve kuralların adı olan “Töre ve Gelenekleri” de çoğaltmıştır.

Klan ve Kabile devletçik yaşamı bu şekilde oluşurken, kadınlar kulübelerin etrafında çeşitli bitkileri toplayıp yiyecek haline getirirken, erkekler ise avlanarak bu yaşama katkıda bulunmuşlardır. Ve böylece anılan çağın insan yaşamında sorumluluk ve gelenekleri tayin etme yetkisi, kadınla erkek arasında eşit şekilde paylaşılmıştır.

Kadın; analık içgüdüsünün vermiş olduğu edinimle, toplayıcılık yaparken diğer taraftan da çocukların korunması, bakımı ve eğitimiyle birebir ilgilenmesi neticesinde, kadının önemi ve yeri asla görmezlikten gelinmemiştir.

Erkek ise; güç ve dayanıklılığı sayesinde zor koşullarda avlanırken, aynı zamanda kabile ve kılanın koruyuculuğunu yapması, erkeğinde önemli bir yerinin olduğu rahatlıkla kabul görmüştür.

İlk toplu yaşam böyle bir paylaşım içerisinde devam ederken, ortaya çıkan kural, örf ve adetler ise, Pagan dini inançların ataları olan Animist ve Totem kutsallığına göre şekillenmiştir.

Totem ve animist dini inançların ana temasında ise, doğa olayları başta olmak üzere, canlı ve cansız varlıkların doğup büyüme ve ölümleriyle ortaya çıkan değişimler sonucunda şaşkınlık, korku ve sevgiyle birlikte meydana gelen duygu yoğunlaşmasının bir neticesidir.

Örneğin yıldırım düşmesi, yağmur ve karın yağması, güneşin ısıtıp yakması, toprağın çeşitli canlı varlıkları büyütmesi. Aynı şekilde suyun canlı varlıkların yaşam kaynağı olması, erkeğin bereket (Dölleme) gücüne inanılması, kadının doğurma ve eğitmenliği gibi doğal olaylar, bu ilk insanların hem inançları hem de kurmuş oldukları küçük köy devletçiğinin yasaları halini almıştır.

İşte tam bu noktada devletleşmenin ilk çekirdeği olan Kılan ve Kabile düzeninde, Animist ve Totem maneviyatının varlığı hemen göze çarpmaktadır. Ancak bu maneviyata dayanan gerek ilk toplu yaşamda olsun, gerekse günümüzde varlığını sürdüren Totem ve Animist dini inançlar, diğer tek tanrılı dinler gibi hiçbir zaman otoriter ve totoliterliği kabul etmemişlerdir.

İfade edilen bu küçük ve aynı zamanda dini kuralların geçerli olduğu toplumsal yaşam içerisinde, her şey doğal bir ortamda sürdürüldüğü için, mevcut yapıyı zorlayacak ya da geriye götürecek bilinçli bir zorlamadan bahsetmek mümkün değildir. Bu yüzden Totem ve Animist kuralların geçerli olduğu bir dönemde, muhalif düşünce ya da partilere benzer bir oluşumu yaratacak hiçbir sosyal etken bulunmamaktadır.

Çünkü herkes düşüncesini grup içerisinde paylaşıp ortak şekilde sahiplenilmesi neticesinde, demokrasi denilen sihirli yaşamı, okuması ve yazması olmayan bu insanların en iyi şekilde yaşattıkları ortaya çıkmaktadır.

Paleolitik çağın insanların da, bencilliğin motoru olan “Egozim Canavarı”  henüz büyümediği için, otorite ya da diktadan bahsetmek dönemin doğallığını da aykırıdır.

Bu doğa koşulları içerisinde, her insan bulduğu, icat ettiği ve yarattığı şeyleri paylaşınca, grubu ya da topluluğu içerisinde değer ve itibar kazanmakta idi. İşte “Komin veya Komünizmin” çekirdeği de bu çağdan itibaren var olmuştur.

Demek ki, özgürlük ve demokrasi, için, sayfalarca siyaset edebiyatı yazıp yapmak yerine, “Egoizm denen Canavarı” her seferinde biraz daha küçültmek tüm sorunları bitirmektedir.

Kısaca devletleşmeye giden yolun anahtarı olan Kılan ve Kabile yaşamını bu şekilde ifade ettikten sonra, gelecek bölümde Neolitik Çağ’daki toplu yaşamın, giderek devleşmeye doğru nasıl bir evrilmeyle gerçekleştiğini incelemeye devam edeceğiz. Ve en son bölümde, konu ile ilgili kaynaklar okuyucuların bilgilerine sunulacaktır.   

Cemal Zöngür

 
Toplam blog
: 56
: 1108
Kayıt tarihi
: 27.03.16
 
 

Eğitim: Yüksekokul, Meslek: Yönetim, İlgi Alanım: Tarih, Felsefe ve Sosyoloji üzerine araştırma. ..