Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ağustos '11

 
Kategori
Dilbilim
 

Dile müdahale gerekli mi?

Türk dili uzmanları zaman zaman dilimizle oynarlar. İnceltme işaretini bir kaldırırlar, bir koyarlar. Kelimeleri bir birleşik yazarlar, bir ayırırlar. Bazen bu müdahaleler ideolojik kaynaklı da olabilir. Bazen Öztürkçeci müdahaleler yapılır, tüm yabancı kelimeler ayıklanmaya çalışılır, yerine Türkçeleri ‘uydurulur’. Bazen uzmanlar gelenekçi kesilir, Türkçe kökenli kelimeler yasaklanır, eskilerin kullanılması teşvik edilir.

Ben de Ortaokul ve lise yıllarımda Öztürkçeciydim. Öyle ki öğretmen ‘kelime’ dese, onu defterime ‘sözcük’ diye yazardım. Şimdi ise, dile resmi bir kurumun suni müdahalesine karşıyım. Dil, insanlar gibi ya da devletler gibi yaşayan bir varlıktır. Doğar, büyür, gelişir, ölür, değişir. Bu değişim sürecine müdahale etmek bana yapay geliyor. Bir kelimenin kullanılmasını yasak etseniz de halk o kelimeyi benimsemişse kullanmaya devam eder. Ya da tam tersi…. Teşvik etseniz de kullanmaya yanaşmayabilir. Her kelime ya da ifade kendi anlam yükü ya da çağrışımıyla varolur ve gelişir. Bir kelime insanlarda bir çağrışım yapmıyorsa, Öztürkçe de olsa, yabancı kökenli de olsa anlamsızdır.

Yabancı kökenli diye dilden sözcüklerin ayıklanmasına karşıyım. Üniversitede bir hocamızın örnek verdiği gibi namus, haysiyet, şeref, iffet gibi sözcükleri Türkçe değil diye sözlükten atıp yerine sadece ‘onur’u getirirseniz, o dili fakirleştirmiş olursunuz. Çünkü bu 4-5 sözcük aralarında nüans dediğimiz anlam farklılıklarına sahiptirler. Birbirlerinin yerine cümlede kullanmak, sözcükleri eşanlamlı diye değerlendirmek mümkün değildir. Her birinin kendisiyle beraber getirdiği deyimler, ekler farklıdır. Örneğin ‘namussuz’ demekle ‘haysiyetsiz’ demek aynı şey değildir.

Lisede “Misafir demeyin, konuk deyin” diyen bir Kimya öğretmenimiz vardı. O zamanlar Öztürkçeci olduğum halde hiç akıl erdirememiştim. Türkçe’de ‘misafir’in de ‘konuk’un da ayrı yeri ve anlam yükü vardır. Üniversitede ise bir hocam, sırf eski bir kelime olduğunu iddia ettiği için yazımda ‘fikir’ yerine ‘düşünce’ yi kullanmayı istemişti. O da dilci değildi. Sizce ‘fikir’ o kadar eski bir kelime mi? Nurullah Ataç’ın söylediği "Arabın ve’sini niye kullanayım?” gibi bir millet düşmanlığı ve statükoculuk da dile zarar verir. Ve’yi de kullanırsınız, ile’yi de, virgülü de… Yerine göre… Benim bilinçsizce yaptığım gibi aynı yazı içinde ‘kelime’ de dersiniz, ‘sözcük’ de…

İngilizce’nin dünyanın en zengin dillerinden biri olmasının sırrı budur işte. Dil, ayrık otları gibi sözcüklerin ayıklandığı bir mecra olarak görülmemiştir. Sürekli dile yeni giren kelimeler sözlüklere eklenmiş, eklendikçe sözlükler yenilenmiş, ağırlaşmış ve zenginleşmiştir. İngilizce Latince kökenli bir dil olmamasına rağmen, Latince sözcükler İngilizce’den temizlense konuşmak imkansızdır. Aynı şekilde de Türkçe’yi de yabancı sözcüklerden ayıklamaya kalkışsak, masa, kalem, defter, sandalye gibi bir sürü sözcüğü atmamız gerekir. Bunların yerine yeni sözcükler bulmak ve halka çağrışımlarıyla birlikte benimsetmek zaman alacaktır ve bazen de imkansızdır. Bu da konuşma ve yazma diline önemli ölçüde pranga vuracaktır. Kimse benden ‘pranga’ yerine onun Öztürkçe’sini kullanmamı bekleyemez. Kullansam bile onun yarattığı etki, ‘pranga’nın yarattığı etkiyi yaratmayacaktır.

Her sözcük dile belli bir tarih sürecinde ve belli bir sebeple girer. Örneğin domates ve patates yerli dillerinden gelmektedir. Aşağı yukarı tüm dünya dillerinde benzer telaffuzla ve yazılışla kullanılırlar. Bunları atıp yerine Türkçelerini bulmak ne saçmadır! Hele ki televizyon, radyo gibi evrenselleşmiş, aşağı yukarı her dilde benzer şekilde anılan sözcükler... Dilden tüm yabancı sözcükleri ayıklamak, o milleti evrensel dilden ve ortak kültürlerden de tamamen koparıp, dünyadan izole eder. Diğer milletlerin konuşma ve yazılarını anlamanız ihtimali sıfıra düşer.

Günümüz teknoloji dili olduğuna göre teknolojik İngilizce sözcüklerin de dile girmesi gayet doğaldır. Blogçu arkadaşım Felsefice’nin dediği gibi müstear, lakap, takma ad ve İngilizce nick sözcükleri hiçbir zaman eşitlenemez, birbirinin yerine kullanılamaz. Bırakın insanlar İnternette nick’i kullansınlar. 5-6 yakın anlamlı sözcüğü tek sözcüğe indirgemek, sadece “Ne gerek var bu kadar sözcüğe?” diye öğrenmekten şikayetçi olan tembel öğrencilere yakışır.

Tahmin edeceğiniz gibi benimsenmiş Öztürkçe sözcüklerin atılıp yerine Arapça Farsçalarının dayatılmasına da karşıyım. Bir ara ‘örnek’ sözcüğü Ermenice olduğu iddiasıyla kaldırılmak istenmiş, yerine ‘misal’in kullanılması tavsiye edilmişti? ‘Örnek’ gerçekten Ermenice olsa bile ne olur? Ermenice’de de birçok Türkçe kökenli sözcük yok mu? Ermeniler’in soyadları bile Türkçe. Onlar da mı temizliğe girişsin? Dilin milliyeti olmaz. Bir kelime bir dilden giriyorsa, örneğin bir müzik terimi İtalyanca’dan dilimize giriyorsa bu, İtalya’nın müzikte ileri seviyede olduğuna işaret eder. Onlardan bu kelimeleri alırken belki müzik teknikleri hakkında da bir şeyler öğreniriz. Dolayısıyla Yunanca’dan da, yerli dillerinden de, İngilizce’den de, Arapça’dan da kelime alabiliriz, almalıyız. Aslında “ilim Çin’de bile olsa almalıyız”.

Dile ille de bir müdahale yapılacaksa, bu Anadolu halkının kullandığı naif, Öztürkçe sözcükleri derleyip taramakla, standart Türkçe’ye kazandırmakla da yapılabilir. Örneğin Nevşehir yöresinde kullanılan ‘boyaklı’ (renkli), ‘lüngür’ (çeşme) ve sekmen’ (merdiven) sözcükleri çok hoşuma gitmiş, “keşke herkes bu sözcükleri bilse” düşünmüşümdür. Bazen dil konusunda küçük bir çocuk bile bize örnek olabilir. Örneğin yeğenim küçükken ‘uzaktan kumanda’ya ‘ basbas’ demişti. Hala aile içinde bu kelimeyi kullanırız. Türkçe fiilden sıfat, isim türetme konusunda Arapça gibi çok zengindir. Yeni sözcükler de türeyebilir. Yeter ki halk tarafından benimsensin, zorlama ve yasaklama olmasın. O zaman da Atatürk’ün türettiği geometri terimleri gibi (üçgen, açı vs.) ‘bilgisayar’, ‘silgi’ ve ‘okul’ da benimsenir ve kullanılır.

Dilde kullanılan kelimelerin çeşitliğinden yana olmakla birlikte, dilbilgisi kurallarında o kadar esnek değilim. Her ne kadar günlük dilde dilbilgisi kurallarına uyulmadan konuşulduğu iddia edilse de, ister eğitimli ister eğitimsiz olsun, herkes bilinçli ya da bilinçsiz az ya da çok dilbilgisi kurallarına uymaktadır. Aksi takdirde dilde anarşi olur. Elbette ki konuşma ve yazı dili arasında da farklar olacaktır. O zaman resmi bir yazıda soru eki –mi’nin ayrı yazılmasını, ek –de ve –ki ile ayrı kelimeler olan ‘de’ ve ‘ki’nin doğru kullanılmasını beklemek hakkımızdır. Çünkü yanlış kullanımlar, yanlış anlamalara da yol açabilir.

Not: Bu yazıyı yazmam için bana ilham veren değerli blogçu arkadaşım Felsefice’ye çok teşekkür ederim. Bu arada dilimize İngilizce’den girdiğini düşündüğümüz ‘blog’ gerçekten İngilizce mi, düşünelim. Blog’un ne ajanda ne günlük, ne de başka bir kelimenin yerine geçemeyeceğini, İnternette kendi anlamını kazandığını bilelim. 

 
Toplam blog
: 111
: 670
Kayıt tarihi
: 01.02.11
 
 

ODTÜ Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği mezunuyum. İlgi alanlarım edebiyat, sinema, tiyatro, TV..