Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '08

 
Kategori
İnançlar
 

Din tehlikeli midir?

Din tehlikeli midir?
 

Din, geçmişi anlatır.

Kötü müdür?

Kullanım şekline göre hem evet, hem hayır.

Din, geçmişi anlattığı için gericiliktir.

Eğer siyasete alet eder de geri kalmış ülkelerin geri zekalı insanlarını kandırırsanız, din kötüdür.

Eğer insanların ruhsal yapılarını rahatlatmak için kişisel dinsel tapınmalara izin veriyorsanız, din iyidir.

Büyük bir olasılıkla din korkudan türemiştir. İnsan, çaresiz kaldığı durumlarda, baş edemediği her türlü "şey"de, kendinden daha güçlü bir varlık ya da bir güc aramıştır. Ne var ki, insan aklı bilimsel çalışmaları ilerlettikçe insanoğlunun baş edemediği "şey"lerin de sayısı azalmıştır. Fakat, yine de insanoğlu zor günlerinde sığınacak bir liman aramıştır. Bugün bu tek tanrılı dinler olmuştur. Ancak, şunu unutmamamız gerekiyor: Bugün bile dünya üzerinde yaşayan birçok insan topluluğu tek tanrılı dinlerden farklı dinlere sahiptir.

Din, siyaseye alet edilip de oy amacıyla kullanıldığında sömürü unsurlarından birini oluşturur ki, sömürü bütün tek tanrılı dinlerde reddedilmiştir. O nedenle dini siyasete alet eden politikacılar kesinlikle dini reddetmektedirler ve tek tanrılı dinlerden her hangi birisine inanmamaktadırlar.

Tek tanrılı dinler tarihi, insanlık tarihi içinde henüz dünkü tarih kadar yenidir. Siz bakmayın günü ve dini kurtarmaya çalışan ilahiyatçılara. O ilahiyatçılara göre tek tanrılı din tâ Hz. Adem'den beri varmış da sonradan yozlaşıp yerini putperestliğe bırakmış.

Külliyen yalan.

Tek tanrılı dinler düşüncesini Hz. Musa'ya veren kişi, Musa'ya sonradan kızını da verecek olan bir çöl dervişidir. Ve tek tanrılı diğer dinlerin temeli Hz. Musa'nın "On Emir"idir. Bildiğiniz gibi Hz. Musa, tanrısı ile görüşüp konuştuktan sonra elindeki bu "On Emir" yazılı tabletlerle dağdan inmiştir. Fakat, o dağda kaldığı sürece yerdeki insanlar kendilerine yeni bir tanrı bulmuşlardır ki, bu tanrı sarı bir inektir.

Bilmem hiç kutsal kitap okudunuz mu?

Ben Zebur, Tevrat (Eski Ahit), İncil (Yeni Ahit), Kuran hepsini okudum.

Okumayanlar sanır ki bütün kutsal kitaplar "Yasin-i Şerif"lerle ya da "Fatiha"larla dolu. Hiç ilgisi yok. O kitaplarda doğa üstü yaşanmış bir çok öykü vardır. Hz. Davut'un da, Hz. Musa'nın da, Hz. İsa'nın, Hz Muhammed'in de başından geçen bir çok olay vardır. Özellikle ilk üç peygamberin anlattıkları olaylar, bütün mitolojilerde anlatılan olaylarla bire bir uymaktadır. Fakat, bu son üç peygamberin anlattıklarından yola çıkarak bir hayal alemine dalarsak, onların "tanrı" dedikleri şeyin aslında etten ve kemikten meydana gelmiş, ama büyük olasılıkla çok daha gelişmiş uygarlık geçirmiş canlı varlıklar olduğunu anlayabiliriz. Nitekim, Hz. Muhammed'in Brak'a binerek Miraç'a yükselmesi de bunun örneklerinden. Hatta Burak ile çok kısa sürede bir yolculuğa çıkması bile ilginçtir.

Şimdi elinizde bir oyuncağınız olduğunu düşünün. Bu oyuncak pille çalışan bir bebek olsun. Ben, senelerce önce sarı saçlı, mavi gözlü, mavi elbiseli, siyah ayakkabılı böyle bir oyuncak bebek almıştım. Sırtında küçücük bir plağı vardı. Bu bebek yürüyordu, yürürken de şarkı söylüyordu: "Hey dona dona" diye bir şarkı. Ancak, bu bebiğin yürümesi ve şarkı söyleyebilmesi için enerjiye ihtiyacı vardı. Bu enerjiyi göbeğinde bulunan pil yuvasına pil takarak sağlıyordum. Pil biteceğine yakın bebiğin yürümesi yavaşlıyor, söylediği şarkı ağırlaşıyor ve kalınlaşıyordu. Bebeğin yeniden eski durumuna gelmesi için pilini değiştirmem gerekiyordu.

Bunu neden anlattım?

Biz canlılar da bu bebeğe benzediğimiz için anlattım.

Bütün canlıları ayakta tutan enerjidir. Canlılar bu enerjiyi yedikleri içtikleri besinlerden elde ederler. Fakat, bütün enerji akımlarında olduğu gibi canlılarda da bu enerji fazla ya da az gelebilir. Bütün enerji akımlarında olduğu gibi canlılardaki enerjide de kısa devre ortaya çıkabilir. Enerjinin az ya da çok gelmesi enerjinin doldurulmaya ya da boşaltılmaya ihtiyacı olduğunu gösterir. Bu durumda çağdaş dünya insanları bilimden yararlanır ve ruh doktorlarına gider. Çağdaş olmayan toplumlar ise kendilerini dine, ibadete verir; türbelere akın eder ve enerjisini boşaltır ya da doldurur. Ama, enerji sistemi kısa devre yapmışsa bunun sonu akıl hastalığıdır ki kesin tedavisi ruh ve sinir hastaneleridir.

Siz, benim enerji dediğim şeye ruh da diyebilirsiniz. Bir şey değişmez.

İşte, bizler de pilli bebeğe burada benziyoruz. Enerjimiz bittiği zaman doldurmaya gereksinim duyuyoruz. Beslenme yalnızca bu enerjiyi yerine koyuyor. Ama, bebek üç voltluk iki pille çalışıyorsa, buna birbuçuk voltluk pil takmak onun işlevlerini azaltır. Fazla pil takmak ise bebeğin sistemlerini yakar. Bizim beslenmeden aldığımız enerji bir insanın bedenine yetecek kadardır. Yani, bedeniniz gerek duyduğu enerjiyi iki dilim portakaldan alıyorsa, siz isterseniz bir kasa portakal yiyin bir şet değişmez. Bedeniniz iki dilim portakalın enerjisini alır, diğerini dışarıya atar.

Burada, canlı varlıkların oyuncak bebekten farkı, bir beyne sahip olmaları ve bu beynin bütün canlı varlıkların yönetimini elinde bulundurması. Yani, beyin bir tür sigorta. Hani halk arasında sıkça söylenir: "Sigortamı attırma" diye. İşte o. İnsan bedenindeki fazla enerji ya da az enerji beyinde bozulmalara yol açar. Bütün bedeni kontrol eden beyin bozulduğunda ise eğer fiziksel bir bozum ortaya çıkmazsa, sinirsel bozukluklar ortaya çıkar ki, halk arasında buna "delilik" bilim alanında ise "ruhsal bozukluk" denir. Oysa, bu insan bedenindeki enerjinin kısa devre yapması, yetersiz kalması ya da fazla gelmesinden başka bir şey değildir. Aman, dikkat, beyinde fiziksel bir bozukluktan söz etmiyorum.

İşte bu tür benim enerji sorunlarından ortaya çıkan rahatsızlıklar dediğim, ama bir çoğunuzun ruhsal hastalıklar dediği şey budur. Ancak, beyinde fiziksel bir rahatsızlıktan ortaya çıkmamış bozuklukların tedavisi enerjinin kontrol edilmesiyle düzeltilebilir. Burada da din ya da tanrı gibi kavramlara insanlar sığınır. Geçmişte de durum aynıydı. Aslında, insanların ne tür olursa olsun tanrılarına tapınmaları onların enerjilerinin ya da ruhlarının sakinleşmesine yarıyordu. Bugün de değişen bir şey yoktur. İnsan, enerjisini dengelemek için tek tanrılı dinlerden yardım görmektedir.

Bakınız, ilahiyatla uğraşan hemen bütün erkeklerin efemine davranışları olduğu gibi, ses tonları da kadın tonlarına çok daha yakındır. Bunun nedeni kadınların çok daha enerjilerini kontrol altında tutup akıl sağlıklarını iyi bir şekilde yürüttükleridir. Erkek de enerjisini ne kadar iyi kontrol ederse bu nedenle kadınımsı oluyor. Daha önceki yazılarımdaki görüşü desteklemek için şunu söyleyebilirim: Demek ki tanrının örnek olarak sunduğu insan tipi kadındır. Çünkü, bir kadın kadınımsı davranışlardan ne kadar uzaklaşır da erkeğin davranışlarına yaklaşırsa o kadar itici oluyor. Fakat, kaba saba bir erkek o davranışlarından ne kadar uzaklaşıp da kadınımsı davranışlara sahip olduğunda o denli inceliyor, kibarlaşıyor, yumuşuyor.

Burada ne demek istediğimi umarım anlatabilmişimdir. Erkeğin, kadınımsı davranışlara sahip olmasını elbette bir fiziksel değişim olarak ele almıyorum. Yalnızca, enerjisini çok daha dengeli kullanan kadınlar gibi erkelerin de enerjilerini kontrol altına alarak kibarlaşabilceklerini savunuyorum. Bunu yaptıklarında ise aynı kadınlar gibi tanrılarını içlerinde taşıyacaklarını ve kendilerinin sahip olmadıkları tanrı kavramını başkalarını sömürmek için kullanmayacaklarına inanıyorum. Bu nedenle Anadolu'nun bir kaç yerinde "evliya kadın" çıkmışken, dünyanın bütün peygamberleri de erkektir, evliyaları da erkektir. Çünkü, kadınların ne peygamberliğe ne de evliyalığa ihtiyaçları vardır.

Evet, din normal insan için gerekli olmayabilir. Ancak, enerjisini (ya da ruhunu) kontrol edemeyen insanların dine sığınması ve enerjilerini boşaltmaları ya da doldurmaları zararlı değildir. Hattâ bu uğurda tanrıları ile konuşmaları bile uygundur. Fakat, din uğruna insanları bir birine kırdıran, sömüren, öldürten, kendilerine siyasal ve ekonomik çıkar sağlayan geçmişteki ve günümüzdeki bütün şarlatanlar dini, insanlık için büyük bir tehlike haline getirmişlerdir.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..