Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '09

 
Kategori
Güncel
 

Din ve bağnazlık

Yeni yıla girerken Ankara’da yaşanan ve 7 gencin feci şekilde can vermesiyle sonuçlanan olayın insan vicdanı dışında sosyolojik bir projeksiyon gerektirdiğini düşünüyorum.

Olayın oluş şekli, ilk müdahalenin ilgili kurumca, Başkent Doğalgaz AŞ, yapılmadığı gerçeği ve ilerleyen zamanda olup bitenler yazılı ve görsel basında yeterince yer bulduğu kanısındayım. Genellikle, Veysel Karanı Demirin, bu “Karanı” ismi sanki sonradan alınmış gibi, perçin görevi görüyor anlaşılan, sarf ettiği çağdışı mantık ürünü ve ölenlere saygısızlık anlamına gelen sözleri dile getirildi ve bununla beraber kesin ihmal olduğu vurgulanarak istifa etmesi gerektiği yazıldı, söylendi vs.

İşte istifa etti. Sonuç?..

Acaba istifa etmesi gereken sadece VKD mi, yoksa, onun da üstünde olan , İ. Melih Gökçek’i de içine alan ve hala onu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na uygun gören RTE ye kadar uzanan hiyerarşide kim varsa onların tümü mü? Hoş bunların tümü istifa etse dahi ne ölenlerin bıraktığı acılar dinecek, ne de ölenler geri gelecek. Ama, böylesi etkili bir hesap vermenin bundan sonrakiler için akıl pahası olacağını ve bundan başka bir istifa mekanizmasının çalıştırılmasının faydası olmayacağını söylemek istiyorum. Medya çıtayı aşağıdan tuttuğu ve bizdeki kamuoyu sürekli medyanın öttürdüğü zurna ile oynadığı için, iş VKD nin üstünde kaldı ve onun söyledikleri öne çıkarak İMG ve RTE aradan sıyırmış oldular. Yunanistan’da bir gencin öldürülmesi üzerine medya ve kamuoyunun gösterdiği hassasiyetin milyonda biri bu olayda gösterilmemiş olduğundan gerçek sorumlular “kazayı” hafif atlatmış olmanın keyfini yaşıyorlar şimdi.

Ama benim anlatmak istediğim başka bir şey. Bunun için biraz geriler gitmek zorundayım. Tarihte olmuş bazı benzer olaylar ve bu olaylara bakış açılarının, zaman , mekan, dinsel ve kültürel farklılıkların olmasına rağmen, ortak paydasını göstermeye çalışacağım.

Yıl 1755. Lizbon kenti çok şiddetli bir depremle yerle bir oluyor. Kent nüfusunun üçte biri ölüyor bu depremde. Bu doğal afette ölenlerin çoğu “Azizler Günü” nedeniyle kiliselerde toplanmış dua ediyorlardı. Papazlar felaketi, Tanrının günahkar kullarını cezalandırması olarak yorumladılar. Voltaire bu yobazlık karşısında isyanını uzunca bir şiirle dile getirir. Fakat, konu üzerinde o zamanın “aklı başında” filozofları da saçma ve bilim dışı yorumlar yapması üzerine, hücumunu Candid adlı eserinde şu satırlarla sürdürür: “....burun gözlük takmak, bacak çorap giymek, taş şatolar yapmak için vardır. İster insandan ister doğadan kaynaklansın, başıma gelen her belanın arkasında demek ki Tanrının eli vardır. Doğanın karmaşık düzeni Tanrısal tasarımın kanıtı ise, o zaman, Tanrının ya çok beceriksiz, ya da habis olduğunu kabul etmek zorundayız. Tanrı, ya önleyebileceği kötülüğü isteyerek önlememektedir, ya da, istemediği kötülüğü önleyememektedir...”

Voltaire’ nin bu değerlendirmesi üzerine her okuyucunun mutlaka bir değerlendirmesi olacaktır. Ama ben sadece aktarmayı yaparak daha yakın olaylara bakmak istiyorum.

Yıl 1966. Sıcak bir Ağustos günü. Varto, 6.9 şiddetinde bir depremle yerle bir oluyor. İlçemize iki gün gecikmeli olarak gelen gazetelerdeki yıkımın fotoğraflarından akılımda kalan; çocuğuna sıkı sıkıya sarılmış bir anne ve memesini ağzına almış çocuğun cesetleridir.

Eşraftan bazıları, genellikle softa takımı, olay üzerine konuşuyorlar. Biri ötekine; “Allah verdi cezalarını. Oralarda kimse kardeş bacı tanımaz, radyo, oralarda çok zina olduğunu da söyledi bu akşam” gibi şeyler söylediğini hatırlıyorum. Çocuk aklımın, o zaman, en azından devlet radyosundan böyle şeyler söylenmeyeceğini bilmesine imkan yoktu. Zaten radyo görmüşlüğüm de pek azdı. Ama kendi kendime bu adamların gittiği yoldan gitmeyeceğime dair orada söz verdim ve sözümdeyim.

Devam edelim.

Yıl 1993. Herkesin hafızalarında hala taze bir olay; Madımak katliamı. Aynı küflü beyinler, aynı mantık, orada kıyama kalktı ve 37 güzel insanımızı, ortaçağ engizisyoncularına dudak uçuklatacak bir barbarlıkla yaktılar. İlk günden aklımda kalan, DYP den İçişleri bakanı Mehmet Gazioğlu’nun , ön adı yanılmıyorsam Beytullah(!), TV de olayı anlatırken yüzündeki aşağılık sırıtmadır.

Yıl 1996. İstanbul’da, sanıyorum Maslak veya Ataköy de, bir evde yangın çıkıyor. İki hostes burada yanarak can veriyor. Ertesi gün gazetelerde evdeki boş içki şişeleri sergilenip kızların sarhoş oldukları , alem yaptıkları yazılıyor. Aynı yorumlar fütursuzca yapılıyor yine: Allah zındıkların cezasını vermişti!..

Yıl 1999. Gölcük Depremi. Hafızalarımızda çok tazedir. Askerler Orduevinde alem yapıyorlardı. Tanrı yine işbaşı yapıp gazabını yollamıştı!'Sonrasında 7.4 yetmedi mi diye de tempo tutan yine bu takunyalı, beyni iğdiş olmuş güruhtur.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak, sanırım anlatılmak istenenin anlaşılması bakımından şimdilik bu kadarı yeterlidir.

Bugün, Ankara’da 7 genç insan bilinen açık ihmal sonucu ölüme terk ediliyor, sorumlu olması gerekenlerden bir tanesi basın toplantısında, çocukların yarı çıplak olduğunu söyledikten sonra, “hadi artık Cuma vakti geldi, hepinize hayırlı cumalar” deyip basın toplantısını bitiriyor. Basın, hemen acaba gerçekten çocuklar yarı çıplak mıydı varsayımının üzerine gidiyor. Bereket versin değillermiş demeye getiriyor da Türkiye bir rahat nefes alıyor! Bunun adı düpedüz ahlaksızlıktır.

Bu kadarına yuh(!) denir artık. Kime ne bu çocukların ne giyip ne giymediklerinden. Kimse de kalkıp bre densiz, “sen kim oluyorsun da bu insanları kendi sakat namus anlayışınla yargılamaya çalışıyorsun” demedi. Kimse kalkıp ta; “tokalaşmayı cinsel dürtüleri hareketlendirir gerekçesiyle reddeden bir anlayışın, toplum ahlakını bozucu yönde etkisi olduğunu ve mahkum edilmesi gerektiğini” söylemedi. Fransa Adalet Bakanı çocuğunun babasını açıklamak zorunda olmadığını söylüyor. Evet, değil!...Beyni apış arasında olanlardan başka kimseyi ilgilendirmez bu.

Basın tempo tutuyor: Özür dilesin, istifa etsin. Al işte, ikisini de yaptı, ne olacak? Bu türlü bakış açısı, böyle düşünmeye iten ve böyle eğiten sistem ortadan kalktı mı istifa etmeyle? Bataklık kurutulmadan sivrisinekler her zaman var olacaktır.Veysel Karanı Demir gider bir başkası gelir. Bugün sorgulanması gereken bu tür zihniyet ve bu zihniyetin beslendiği dini temellerdir.

Müslüman, Hiristiyan, Musevi, Mecusi vs fark etmez. Dinsel doğmanın hemen her yerde bakış açısı aynıdır. İsrail, Tanrı o toprakları onlara vaat etti gerekçesiyle yıllardır Filistin’de çoluk çocuk demeden katlediyor. Ortadoğu da kan içmeye devam eden İsrail ile, Hiristiyan Avrupa da kilisenin Lizbon depremi yorumu ve Gölcük depremine ilişkin bizdeki kafanın ortak paydası dindir.

Hızlı tren kazası, elli ölü Allah’ın takdiri. Kurs binası çöktü onlarca çocuk öldü, “takdir-i ilahi” .

İyi de hepsi tamam, içki içtiler hakkettiler bre softa, bre küflü kafa!

Ya o çöken kuran kursu binasında ölen ve yaşları 8 ile 12 arasında ölen kız çocukları?...

Öyle ya, aileleri şikayetçi olmamış!... Takdir-i İlahi!...

Voltaire’in, bundan iki yüz elli yıl öncesinde çektiği dikkatin binde birini günümüz Türkiyesinde çekecek bir yetkiliyi daha çok ararız gibi gözüküyor.

 
Toplam blog
: 36
: 668
Kayıt tarihi
: 25.01.07
 
 

54 İstanbul doğumluyum. Hayatın her alanıyla ilgileniyorum. Çünkü düşünen ve yaşayan bir adamım. Esm..