Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '09

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Din ve sol

Din ve sol
 

Türkiye sol düşün dünyası için din, tarihin düz çizgisinde aşılması gereken merhalelerden birisi. Bu düz çizgide, inancın bir değer olmaktan çıkması gereken yer, modern toplum ile modern öncesi toplum arasındaki geçiş noktası.

Din algımız biraz ilginç. Daha doğrusu din algımız kendi coğrafyamız ve özelimizle sınırlı. Örneğin gericilik deyince aklımıza Sünni inancı geliyor. Alevilik de bir inanç türü olmasına karşın, o inancın üyelerine gerici sıfatı yakıştırmıyoruz. Bu noktadan anlaşılacağı üzere inanç algımızda, onu gerici yapan şey dogmatizm değil. Yani birilerinin, bir doğaüstü gücün varlığını kabul etmesi, ona tapınma etkinlikleri geliştirmesi onu gerici kılmıyor. Eğer öyle olsa idi, Aleviliği ya da Alevileri de gerici olarak tanımlamamız gerekirdi. Ama öyle değil.

Buradaki ayrımımız basitçe, inancın kendisine hangi yönetim biçimine ya da yönetici sınıfına yakın bulduğu. Eğer cumhuriyet tarzına, halkın kendi kendini idaresine ve modern hukuka dayanan bir sistemden tarafsanız ilerici, mutlakıyetçi veya dini emirlere dayalı bir sistemden tarafsanız gerici olarak tanımlıyoruz.

Bir kere daha anlıyoruz ki, gerici olmanın gerekçesi bir dogmatizme, doğaüstü bir gücün varlığına ve onun metafizik yapısına inanmak değil, siyaseten daha modern bir sistemden taraf olup olunmadığı. Aslında doğru olan tanımlama budur. Aksi takdirde bir insanın doğaüstü bir gücün varlığını kabullenmesi ve bu inancının gereklerini yerine getirmesinin modern yaşamla bir tezat oluşturmadığı çok kere ispat edilmiştir.

Bunun en güzel örnekleri Amerikan ve Japon toplumları. Her iki toplumda, dünya üzerindeki en muhafazakar toplumlar olarak biliniyorlar. İnançlı birey yüzdeleri çok yüksek ve aynı zamanda Ateizmin en zayıf olduğu ülkeler. Ama her iki ülke de, dünyanın en büyük ekonomileri listesinin ilk iki sırasını oluşturuyorlar ve yine bilgi ve teknoloji üretiminde oldukça öndeler.

Bu durumda inanç, doğrudan bir gericilik anlamı taşımıyor. Hele ki bilimle inancın bir arada olamayacağı iddiamızı hiç doğrulamıyor. Çünkü biz bilimin ürettiği her bilgi ya da ortaya serdiği her gerçeğin bir yaratıcının varlığını yadsıdığı iddia ediyoruz. İnançlı kesimler ise, aynı bilginin tam tersine onun varlığını daha da gerçek kıldığını söylüyorlar. Yani tanrının varlığı denklemindeki %50 - %50 olasılık dengesi her halükarda değişmiyor. Hatta zamanla bir yaratıcının olmadığını kesin olarak iddia etmek de bir süre sonra bir inanca dönüşüyor.

O zaman Türkiye’ye yüzümüzü tekrar döndüğümüzde şu soruyu sormamız gerekiyor; Türkiye’deki inançlıların ne kadarı, modern yönetim tarzlarından taraf, ne kadarı tarihin derinliklerinde kalmış yönetim tarzlarını arzuluyor?

Bu yazıda bu sorunun cevabını aramıyorum çünkü bu başlı başına bir yazı konusu. Daha doğrusu bu soruya cevap üreten ciddi sosyolojik araştırmalar yapıldı bu ülkede. Ortaya çıkan sonuçlar aşağı yukarı aynı durumda ve bu ülkede bugünkünden daha geri bir yönetim sistemi talep edenlerin oranı oldukça düşük.

Yazının bu noktaya gelmesine gerekçe olan şey, belki kabaca sol olarak tanımlayabileceğimiz (ateistler, agnostikler, teistler, inancı bir etiketin ötesine geçmeyenler ya da inanç değerlerini modernleştirdiklerini söyleyerek geleneksel inanç kalıplarından sıyrılanlar) bir kitlenin dinle olan ilişkisine bir alternatif üretebilmek.

Bizlerin, din algısı büyük olasılıkla hiç değişmeyecek. İnançlı insanların, -bizce- herhangi bir gerçekliğe tekabül etmeyen inançlarına doğru bulmayacağımız gibi, o inancı uygulama şekillerini de samimi görmeyeceğiz.

Ancak bu bakış bile o insanları, cahil, yobaz, gerici olarak tanımlamamızı gerektirmiyor. Çünkü Türkiye toplumunun ortalaması, dindarlara yönelik en standart eleştirilerimizden olan dindar – kul ilişkisini çoktan aşmış durumda. 1970’li yıllarda Ecevit’e %40’a yakın oy veren toplumun bireyleri, bugüne göre daha köylü, daha az okumuş, dünyaya daha kapalı, iletişim olanaklarından daha az nasiplenen bir toplumdu. Yani muhafazakâr kimliği daha yüksekti. Ama bir sol siyasetçinin taleplerini kendisine daha yakın bulabiliyordu. Çünkü köyden kente hızlı göçen nüfusun ilk beklentisi, kısa zamanda dahil olduğu kente en çabuk yoldan uyumunu sağlayacak dayanışmacı bir siyasetti. Karşısında da, artık düzen parti olmadığını ve mevcut düzeni değiştireceğini iddia eden Ecevit’i bulduğunda oyunu vermekte herhangi bir sakınca görmedi. Çünkü Ecevit, Jandarma dayağı ile özdeşleşen CHP’yi değiştirdiğine halkı ikna edecek bir samimiyete sahipti. Aynı şeyi 1989’de İnönü’lü SHP’de yaşadı . Ancak her iki çıkışta ne yazık ki, CHP’nin genetiklerinden sıyrılmayı başaramadı.

Bugün dindarlık, batı toplumlarında da çok kez görebildiğimiz üzere modern toplumun ve hatta siyasetin doğal bir öznesi durumunda. Aydınlanmanın en önemli ayaklarından birisi olan Almanya’da şu an Hıristiyan Demokrat Partisi iktidarda. Siyaset alanı dışında Alman toplumuna baktığımızda ise şu örnek yeterince aydınlatıcı olacaktır; Alman kökenli Papa Benediktus`un 2006 yılında Almanya ziyaretinde, kendisini dinlemeye gelenleri takdis edeceğini, günahlarını affedeceğini açıklayarak cennet vaadinde bulunmuş ve bir milyon kişi bu vaat üzerine onu dinlemeye gelmişti.

1917 Ekim devrimi ile Rusya’da inançların ciddi bir baskı altına alınmasına rağmen, sosyalizmin 80 yıllık bu iktidar sürecinden sonra, Rus Ortadoks Kilisesinin hala dünyanın en çok üyesi olan dini merkezlerden birisi olduğunu görmekte önemli. Bu gerçek, dindarlarla beraber yaşamaktan, onlarla beraber yaşamayı öğrenmekten ve hatta onları anlamaya çalışmaktan başka bir yolumuzun olmadığını anlamamız gerektiriyor.

Biraz dikkatli bakacak olursak, bugün Türkiye solunun zihninde oluşan din ve dindar eleştirilerinin kökeninin, aydınlanma süreci olmadığını, ülkeye özgü suni laik-anti laik tartışmasının eseri olduğunu görürüz. Bu nedenle, bu bakış açısı, laik-anti laik tartışmasında olduğu gibi, solun önünü açısı bir bakış açısı değildir.

ÖDP'nin imam hatip kökenli yeni Genel başkanı Alper Taş'ın söylemlerini, bu tartışma bağlamında ilgi çekici bulduğumu eklemek istiyorum. Yeni bir bakış açısı üretme çabalarına iyi bir örnek bence.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..