Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '14

 
Kategori
Deneme
 

Doğum günün kutlu olsun...

Doğum günün kutlu olsun...
 

Doğum günüme iki gün kaldı. Ben genelde doğum günü kutlamamaya özen gösteririm. Sanki doğmam suçmuş gibi beni insanların kutlamaması için gizli tutarım doğum günümü. Saklanırım ve kendimi ifşa etmem.

Sebebi neydi acaba?

Ben sınıfın en çalışkan öğrencisi olarak tanınan ünlü ve tiyatrocu ve sporcu şahsiyetken, annemler, gitmiş oldukları Lise birinci sınıf veli toplantısında, Psikoloji hocamın benimle ilgili hiç tahmin edilemeyecek söylemleriyle karşılaştılar. Hocam bir danışmandan yardım almalarını tavsiye ediyordu annemlere, benim için. İkisi de çok bozulmuştular ve konuyu bana açtılar. “Yok, canım, yok öyle bir şey” deyip geçiştirmiştim onları.

Oysa kendime hiç güvenmediğim bir dönemdi. İnsanlar içerisinde konuşurken heyecandan ses düzeyimi ayarlayamıyordum. İnsanlara gerçek düşüncelerimi söylemeye çekiniyordum. Ders başarılarımla ulaşılmaz bir karakter yaratırken hiç durmadan spor yapıyor, (param da olmadığı için) sosyalleşemiyordum. Benden hoşlanan kıza ancak “günaydın” diyebiliyordum o kadar! Kendime dönük olduğum bu dönemde, mütemadiyen resim ve müzik yapıyor, çizgi roman ve şarkı üretiyordum. Yazmaya da bu dönemde başlamış ve ilk şiirlerim piyasaya çıkmıştı.

Evet, niye bu kadar üretkendim?

Hep kendi başıma idim de o yüzden! Yalnızdım… O dönemdeki fotoğraflara baktığımda gözlerimde hep hüzün görürüm. Hatta üniversiteden mezun oluncaya değin o hüznü yenmeyi başaramamıştım. Çok gülen ama hüzünlü adam…

Queen’den SHOW MUST GO ON(şov devam etmeli)

Inside my heart is aching(İçimde kalbim ağrırken)

My make-up will be flackened by my smile(Makyajım gülümsememden bozulacaktı)

GÖSTERİ DEVAM ETMELİ…

Hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Hiçbir şey göründüğü kadar kolay değildir. Kolay da olmadı zaten!

Bir gün kendimi kaptırmış ağlayarak İstiklal’de ilerliyorum. O kadar ötekileştirilmişim ki, zeki olmam başıma bela olmuş, bildiklerim yaşımdan dolayı (23) ciddiye alınmıyor ve yapayalnızım. Bu dünyada beni anlayacak bir kimsem yok! Kış ayı, meşhur rüzgar sırtımdan Beyoğlu’na doğru esiyor ve umurumda değil! Beyoğlu pasajından geçerken Aşık Veysel’in CD formatlı ilk albümü çalıyor ve diyor ki:

Uzun ince bir yoldayım

Gediyorum gundüz-gece

Bilmiyorum ne haldayım

Gediyorum, gundüz gece, gundüz gece, VAAAAYYYY!!!

Ve ben bağıra, bağıra, ağlaya, ağlaya, bu şarkıyı söylüyorum, şarkıdan uzaklaştıkça, Aşık Veysel susuyor ve ben bu şarkıyı söylemeye devam ediyorum. Ve birden şiddetli bir yaşama isteği duyuyorum. Ne yapsam da kendime gelsem diyorum. Ve Beyoğlu Pasajına girip CD’yi alıyorum. Ve yine de beni kesmiyor. Kulağımı deldirmeye karar veriyorum ve deldiriyorum. Ağlamam biraz olsun kesilmiş bir şekilde icap etmek üzere tuvalete giriyorum. Çıkarken arkamdan bir ses “Şiişt” diyor. Gözümün içine mavi, mavi gözleriyle bakıp “Ne’n var senin” diyor. Ve ben yine durdurulamayacak şekilde tekrar ağlamaya başlıyorum. Hiç ses etmeden yanına oturuyorum Kemal Karadeniz’in. “Anlat, anlat” diyor. Ve anlatacak bir şey bulamıyorum. “O kadar batmışım ki ne anlatayım? Sevdiğim kadını göz göre-göre elimden aldılar. Ortada bir sebep de yoktu. Onu çok seviyorum ve o ben onu terk ettiğim için başkasıyla evlendi!” falan-filan mı yani! O gün pek bir şey anlatmadım! Sonralarında, günümüze değin, her şeyi anlattım Kemal abime ve bugün benim akrabam gibidir. Bazen babam olmuştur, bazen abim, bazen de arkadaşım. Karısı, çocukları, karım ve ben hepimiz tanışır ve görüşürüz. Bazen yıllarca görüşmeyiz fakat görüştüğümüzde ikimiz de heyecana boğuluruz. Aramızda katıksız bir sevgi vardır.

Hiçbir şey film gibi değildir. Yani iki saatte yılları anlatmak çok zordur! Aynı şekilde bir yazı ile kendini anlatmak, düşündüklerini ifade etmek, ya da varlığını taçlandırmak, inanın imkansızdır!

Ve yıllar yılı yaşanılan parasızlık yüzünden isteklerini sürekli ertelemek, sonrasında nihayet çalışma izninin çıkıp çalıştığında gelen paraları harcarken korkmak, alışık olmadığın markalara ulaşmak, sonrasında gencecik yaşta, kocaman insanlara laf anlatmak ve kendini kabul ettirmek için uğraşmak, sürekli ezilmiş ancak yıllar yılı bilgiyle donatılmış bir EGO ile insanların karşısına çıkıp BEN varım demek, ne kadar zordur değil mi! Kesinlikle öyledir!

Genç olmak gerçekten zordur! Adam olacak çocuk olmak hayattaki en büyük işkencedir! Herkes senin mükemmel birisi olacağın konusunda hem fikirdir ve sen durmadan o kişi olmak için uğraşırsın ve hep yapayalnızsındır. ÇÜNKÜ herkes sana sen LİDERSİN der ve LEAD(yönetmek) edersin!

Ve bugün olduğu gibi, dönüp geriye baktığında yaşadıklarından öğrendiğin tek şey, her insanoğluyla aynıdır; YAŞAMAK!

Evet, koştura, koştura, arkana bakmadan, sürekli ileriye bakarak ve herkesten sakınarak koştuğunda, benim gibi 43 yaşına geldiğinde, nihayet, yorulursun.

Belki de bu yüzden ve hiçbir zaman durup da doğum günümü sakin kutlayacak bir hayatım olmadı. Ve inanın bunun sebebi, benim karakterimden başkası değildi…

Zaman geldi ve durdu. Ve ben hayata yeniden ve farklı şekilde tutundum. Ve artık lider olmak gibi zorunluluk hissetmiyorum. Yalınlaştım ve yeniden doğmaya karar verdim. Yine de 16 mayıs benim doğum günüm…

Doğum günün kutlu olsun…

 

 

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..