Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

06 Temmuz '07

 
Kategori
İnançlar
 

Dua 3

Dua 3
 

Allahım,
Yazar olmak istiyorum. Verdiğin yazma hissiyle birikimlerimi birleştirerek bir şeyler bırakmak istiyorum arkamda. Öykülerimin çoğu bitirmek üzerine. Sonu aydınlık biten masallar belki de. Her öyküde bitirmem gerekenlere noktalar koymuşum. Ortalık noktalardan geçilmiyor. Demek ki asıl noktayı koymak için çok uğraşmak gerekiyormuş. Bir bitirme süresi var o dolmadan bitmiyor yaşananlar. Başkalarına atıp tuttuğumuz gibi olmuyor. Ayakta kalmamın başlıca nedenlerinden biri yazmak. Yaşadıklarımı, hissettiklerimi, sapık beynimin ürettiklerini durmadan yazıyorum. Ölüleri yattıkları yerlerden kaldırarak iç hesaplaşmalarını tamamlatıyorum. Hikaye kahramanımla Azrail’i birbirlerine aşık ediyorum. İnsanları yılanlara dönüştürerek intikamlar alıyorum. Yazmak yaşamamın amaçlarından birine dönüşmüş önüne geçemiyorum. Yalnız kalmak istememin nedenlerinden biri olmuş yazmak. Geniş zamanlara bu yüzden ihtiyacım var. Telaşım beni çabuk biten hikayelere yönlendiriyor elimde olmadan. Durmadan yazdığımı hissettim. Hatta öyle ileri gittim ki elimde kalem olmadan da beynim sürekli yazıyor.

Büyük yazarların yazmakla ilgili düşüncelerine katılıyorum ama bu elde olan değil elde olmayan bir sebep. İstemesen de yazıyorsun hatta yazı yazmayı keşfetmeden üretiyor beynin güzellikleri sıralamayı, çirkinlikleri iyice çirkinleştirmeyi dilinle. Dertleşmek gibi, sevinçten birini kucaklamak gibi bir şey yazmak. Düşünürsen varsın ama yazmazsan bitiyorsun. Yazarken kendini de eleştirme fırsatını yakalıyorsun en olmadık zamanda. Avucunun içindeki cam küreyi seyretmek gibi. Bir tür büyücülük. Kaleminin ucunda bütün malzemeler mevcut. İyilik ya da kötülük büyüleri yapmak sana kalmış. Yemek yemek, su içmek, yarana merhem sürüp rahatlamak gibi bir şey. Bedenim için bir zorunluluk. Yazınca azalıyor acılar, yazınca iki misli büyüyor sevgiler. İsim koymayı öğreniyorsun yazdıkça hayata dair ne varsa. Önemsiz gibi görünen her duygu lif lif değer buluyor yazdıkça. Senaryolarını yazdığın filmlerin içinde başrol oynamak gibi.

Yapamadıklarını kimseye zarar vermeden yapabiliyorsun, sonu hapis olmayan cinayetleri rahatça işleyebiliyorsun vicdan azapsız, bulunmak istemediğin ortamların sonu olduğunu, filmin sonunda kurtulacağını, istediğin insanı yaratıp istediğinin ellerini sımsıkı tutmasını sağlayabiliyorsun. Yazmak seni inkar etmeden yaratmak oluyor bir anlamda. Yaratanın yalnızlığı, yaşadığın lüksün yüklü faturasının bedeli. Yazdıkça yalnız kalıyorsun çünkü aynı dalgayı yakalaman mümkün değil başkalarıyla.

Başka bakmaya başlıyor gözlerin hayata ve hayatın getirdiklerine. Unutmak zorlaşıyor, acılarından zevk almaya başlıyorsun ne çıkarırım diye, sevinçlerin başıboş bir şımarıklık içinde ayakkabılarının rengini bile değiştiriyor, kıymetini anlayıp da (zamanın ve gençliğin özellikle) yakalayamadıklarının peşinden koşarken geberiyorsun yorgunluktan, terin kurumadan başka sevdalar başka koşuşturmalar. İnsanlar senin için hep hikaye ve şiir niteliğinde. Kiminden uzun hikayeler çıkarıyorsun kimini birkaç satırlık şiire dönüştürüyorsun. Dinlerken (maalesef) hikayen kendi çizgilerini çizmeye başlamış oluyor. Bir tür malzeme sanki karşındakiler. Alçıdan, taştan, çamurdan heykeller yapmak gibi. Kanları canları yaşadıklarında saklı. Her şey beynine sırasız doluşuyor. An geliyor hiç ummadığın biri baş kahramanın olabiliyor. İsimler tanıdık, yaşananlar tanıdık, ayrı yerde ayrı hikayeleri yaşayanları harmanlamak kalıyor bana. Hep yorgun oluyorsun gördüklerinle, uykunda bile yazmaya başlıyorsun upuzun rüyaların içine dalarak. Rüyalarında bile bir gariplik, sen mi çağırıyorsun bu kadar karmaşayı yoksa zaten alın yazın mı anlayamıyorsun. Farklı atıyor yüreğin güzelliklere, dikensiz güller yetiştirmek istiyorsun ama inadına kurumuş dikenler dalıyorlar ellerini yüzünü. Seni onlara, onları sana çeken ya da inadına hiçbir şey olmadan itekleyen bir elektrik yakalıyorsun. Sevdiğin göklerde, sevmediklerin cehennemin dibine gidiyor. Cinayetlerin gizli katili olmak bile hoşuna gitmeye başlıyor. Yazdıkça; eşyalar canlanıyor, konuşmayı öğreniyor, hayatına müdahale etmeye başlıyor.

Sakinlik isterken, pes valla dedirten bir karmaşanın içinde yüzüp duruyorsun. Hep duru sulara diye durmadan kulaçlayarak. Bulanmadan durulmazmış dereler. Hissettikçe yazıyorsun, yazdıkça farkında olamadıklarını fark ederek şaşkınlıklar yaşıyorsun. Aslında sakinlik boğuyor galiba. Sen motosiklet arkasında beyaz atlı prensine son hızla gitmek istiyorsun. Biliyorsun ki ne prens ne de beyaz at görmüş kimse. Ama sen inadına görmek için yırtınıyorsun. Daha bir garip oluyor hissedilenin ölçüsünde yaşadıkların. Yukarılardan yıldızları hiç uzanmadan toplayabilmenin ve taç yapabilmenin becerisini kullanamıyorsun küçücük meselelerde. Kestirip atamıyorsun masalın sonunu, illa güzel son için çırpınıp duruyorsun. Yazmak olmasaydı delirirdim yeminle. Yazarak buldum kendimi kaybolduğum karanlık sokaklarda. Benim gözlerimle gösterebilseydim dünyayı insanlara hiç savaşlar olmazdı diye düşünürken kendi hayatımın iplerini bir türlü yakalayamamamın asıl suçlusu kim?

Yazmak; yaz ortasında sıcaktan terleyen ayaklarını sahilde denizin kumla kucaklaştığı yerde serinletmek, kışın üşüdüğünde sıcacık güvenli yatağında uyumak, kocaman kocaman yağan karlarda arkadaşlarınla çocuklar gibi kar topu oynamak, baharda tomurcukların açmasını dört gözle beklemek, en sevdiğin balığı kokusunu umursamadan soğanla yemek, ağrıyan omuzlarına masaj yaptırmak, birinin sana “Ne güzel olmuş saçların” demesi, yürekten gülümseyerek söylenen bir “Günaydın” gibi bir şey. Yazar olmak istiyorum. Beni biraz sabırsız yaratmışsın. Zamanı senin gibi algılayamadığım için telaşım. Geceleri uyumadan önce aklıma gelenleri, sabah uyandığımda unutturma bana ne olur. Benimde (sabrıma göre yazılmamış) bir kitabım olsun. Sonrasını sonra düşünürüm demiyorum bu sefer. Önce bir kapı açılması lazım ve bütün anahtarlar senin elinde. Bizler o kapılardan geçen yolcularız gideceğimiz yönü senin tayin ettiğin.

Yönü göster, izin ver gideyim ne olur.

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..