Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mayıs '12

 
Kategori
Futbol
 

Duvara karşı

Son on bir ay içinde olan bitenden herkes çok yoruldu; ben sıkıldım. Muhtemelen bu yazı da, yaşananlar ile ilgili paylaşımlarımın sonuncusu olacak. Süreçte yorulanların yorgunluğu duvara karşı konuşmaktandı fakat konuşan karşılarındaki olduğunda, onlar da duvar olmaktan geri durmadı.

Benim gibi sıkılanların sıkılma nedeni ise futbol başlığı altında kopan ve bizi her geçen gün biraz daha geriye götüren bu fırtınanın bir an önce dinmesini bekleyip bu bekleyişin bir türlü sonuç vermediğini görmek oldu.

Her bekleyiş aynı zamanda bir umuttur; biraz da istek barındırır içinde sonucun olumlu olmasına dair. Fakat bekleme uzadıkça umut azalır, istek söner. Sonra öyle bir an gelir ki ortada ne umut kalır ne istek. İşte futbolumuz ile ilgi bulunduğumuz nokta…

Sakın ola şimdi içinizden gelen “doğru, ama onlar yüzünden” sözüne kulak asmayın. Zira mevcut durumdan sadece o veya onlar değil hepimiz sorumluyuz.  

Eğri oturup doğru konuşalım. Bizim sporu, futbolu falan sevdiğimiz yok. Sevseydik lisanslı sporcu oranımız yüzde birin, düzenli spor yapan oranımız ise yüzde onun altında olmazdı.

Hasbelkader bir süre İngiltere'de yaşadım. Bu sürede onların taraftarlığını, yöneticiliğini, medyasını ve genel olarak futbol dünyalarını daha yakından gözleme fırsatım oldu.

Mesela televizyonlarda hiç eski hakem görmedim; gazete köşelerinde de. Pozisyon tekrarlarına saatler harcadıklarına da şahit olmadım. Spor programlarında tek yaptıkları  "hakem bu pozisyonda haklı" veya "bu pozisyonda x takım biraz şanssızmış" yorumlarıydı.

Sonra bizim görünüşte “spor” programı olsa da aslında tiyatroya hatta tiyatronun da tuluat dalına çok daha yakın olan ve saatlerce süren garip programlarımız geldi aklıma. Bu programlardaki dedikodular, kısır çekişmeler, ayrıştırmalar ve sürekli körüklenen, köpürtülen düşmanlıklar.

İşin taraftar boyutunda ise, kim ne derse desin, söz konusu programlar büyük bir kitle tarafından izleniyor; tıpkı ilgili köşe yazılarının okunduğu gibi.

Bir başka deyişle güzel bir gol veya ara pası görmekten ve bunlar hakkında konuşmaktansa komple teorilerini tercih ediyoruz.      

Tek amaçları para kazanmak olan ve bu amaç uğruna futbolun altın yumurtlayan tavuğunu keserken hiç tereddüt etmeyen kişi ve programları izliyor ve okuyoruz. Takibimizin nedeni de eğer görüşleri bizimle aynı doğrultuda ise keyiflenmek, değilse de sinirlenmek ama neticede bir şekilde duygusal olarak beslenmek.

Medya bu madeni keşfettiğinden beri marjinal konuşma ve yazıları, ahkam kesmeleri ve kahvehane tartışmalarını çok ön plana çıkardı. Hatta normal haberler dahi içlerindeki en ufak kışkırtma vesilesi ile servis edilir oldu. Bu durumun son örneği, Arda’nın içinde alt yapılarımızın çok kötü durumda olduğunu, kendisini Avrupa’da çok mutlu hissettiğini ve futbolumuzda çok ciddi yapısal sorunlar olduğunu söylediği röportajının, tırnak içinde bir yerde Fenerbahçe ile ilgili söylediği bir söz ile tanıtılmasıdır. Söz konusu yanlışlıktan öte aldatmacalara taraftar da çanak tutunca ortaya birbirinin hem sebebi hem de sonucu olan iki üzücü gerçek çıktı: medya taraftarı tetikliyor, taraftar medyaya prim veriyor.

Bugün ben de Aziz Yıldırım için “kahraman” veya “hain” diyerek yazımın on binler tarafından okunmasını veya sosyal paylaşım sitelerinde defalarca paylaşmasını sağlayabilirim. Fakat değer mi bu yangına bir çuval daha odun atmaya?   

Mevcut durumda düşüncelerimiz “biz ve onlar” ile “biz temiziz onlar kirli” ekseninde şekilleniyor. Medyanın ve çevremizin de desteği veya karşı koymasıyla daha da güçleniyor. Rakiplerimize, hem kendi yöneticilerimize hem de rakip takımların idarecilerine, futbola, spora bu pencereden bakıyor ve yeni nesillerimizi de bu anlayışla yetiştiriyoruz.

Zaman içinde karşılaştığımız olaylara göre kâh ırkçılığa karşı amansız bir savaşa girişiyor kâh en sıkı adalet savaşçılarından daha ciddi bir hukuk bekçisi oluyoruz; sanki rakip taraftarları tuttukları takım nedeniyle aşağılamak ırkçılık değil veya haksızlıklar sadece bizin takımımıza karşı yapılıyormuş gibi.

Velhasıl, Türk futbolu karanlık bir tünelde ve maalesef o tünelin ucu görünmüyor. Mevcut düzen devam ettiği, başka bir deyişle birbirimizi sevmediğimiz, saymadığımız ve karşımızdakinin de haklı olabileceğine ihtimal vermediğimiz sürece yerimizde saymaya, Avrupa’da bir başarı yakalayamamaya ve enerjimizi birbirimizi yemekle kaybetmeye devam edeceğiz. Bu bizim kaderimiz değil tercihimiz. 

Twitter:_acn_

can.nizamoglu@gmail.com

 
Toplam blog
: 788
: 1417
Kayıt tarihi
: 11.11.07
 
 

Çoğu çocuk gibi ben de futbolcu olmak istedim, olmadı. Bu oyundan kopmamak adına üniversite yılla..