Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '09

 
Kategori
Eğitim
 

Edebiyat hayattır

Edebiyat hayattır
 

"edebiyat hayattır."


Beynin işleyişi, hafızayı güçlendirme teknikleri, altı şapka düşünmesi, yaratıcı zekâ, çoklu zekâ kuramı, tam öğrenme ve 5N1K gibi; eğitim ve öğretimle, daha genel bir açıdan bakarsak “insanın gelişimi” ile ilgili teknikler artık hiç birimize yabancı değil. “Öğretmen her şeyi bilir, buna karşılık öğrenci bilmez, ancak ona anlatılanı taklit eder, zaten taklit etmelidir de” zihniyetiyle öğrencinin her şeyi öğrenemeyeceği ya da bilgiye direkt ulaşamayacağı tezini uzun yıllar sürdüren eğitimimizde, bu sözü edilen tekniklerin ışığında artık, “tam öğrenme”yi, daha da ileriye giderek “yaşam boyu öğrenme”yi yeniden keşfediyoruz Bu yeni yaklaşımla (bu yaklaşımın yansıması olan yeni eğitim programlarıyla) günümüzün öğretmeni, her şeyi bildiğini iddia edemeyecek, yaşı ne olursa olsun, kendini tam öğrenmeye adamış olan insan bilgide ileri olacaktır. Öğretmen, sadece öğrenmenin yolunu gösteren “rehber” konumuna gelecektir. (Hatırladınız mı, ”Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” ve “Akıl, yaşta değil baştadır” bizim eğitim anlayışımızın sırlarıydı. Unutmuşuz galiba.) Senelerdir, “insanın bir zekâsı var ve bu nicel olarak ifade edilebilir” inancına sahiptik. Yeniden keşfettiğimiz eğitim anlayışıyla, bir adet zekâ yerine sekiz etkinlik alanında çoklu zekâ kuramından bahseder olduk. Ve bu sekiz zekâya, gün geçtikçe yenileri eklenmekte…

Uzunca bir süredir, sayısal ve sözel zekâ diye ikiye biçtiğimiz insanları ideal yetiştiriyoruz zannıyla hep yarım yetiştirdik. Toplumun neredeyse tamamını, sayısal zekâya sahip olanın sözeli yapmayacağına veya sözele ihtiyaç duymayacağına; sözel zekâya sahip olanın ise sayılarla ilgilenmeyeceğine, ilgilense de sayılar dünyasını anlayamayacağına inandırdık. Daha da ileriye gittik; sadece sayısal zekâları olanları “akıllı(!)” saydık. Ne zaman ve nasıl başladı bilinmez; eğitim sistemimizde yıllardır, öğrenciyi hem kendi bedeninde hem bulunduğu toplumda hem de hayatla bağlantısında sayısal ve sözel zekâ diye ortadan ikiye ayırmışken, bugünlerde matematiği müzikle, Türkçeyi resimle, edebiyatı bilgisayarla nasıl anlatırız, telâşına düştük. Bu telaş, geç kalınmış ama isabetli bir telaş…

Yanlışı, insanımıza ve insan olarak kendimize tek taraflı, daha doğrusu tek boyutlu bakarak yapıyoruz. Bu bakışa ön yargılı yaklaşımları da ekleyebiliriz. Birçok yönden yanlışımız var: Birinci olarak; beynimizin ve dolayısıyla zekâmızın işleyişini ve çeşitli fonksiyonlarını bilmiyoruz, bilsek de ısrarla reddediyoruz. İkincisi ise; sayısal zekâ ile sözel zekânın- ve buna ek olarak diğer altı zekâ türünün- birbirlerinin destekleyicisi ve bütünleyicisi olduğunu görmüyoruz. Üçüncü aşamada; matematik alanının mantığı ( sayısal ve sembolik ifadeler) ile dil bilgisi ve edebiyat alanlarının mantığının ( harfler, sözel ve sembolik ifadeler) beynimizin aynı yarım küresinin (beynin sol tarafının) aynı ya da birbirine yakın fonksiyonlarının ürünü olduğunu fark etmiyoruz veya haberdar değiliz. Ya da bunun böyle olduğunu yok saymak işimize geliyor. Dördüncüsü de; edebiyatın ve bir uzantısı olan sosyal bilimlerin insana katkılarını göremiyoruz. Sosyal bilimleri ve insanın sosyal boyutunu küçümsüyoruz.

Tam bu noktada, dilin ve özelikle de edebiyatın önemli bir özelliği karşımıza çıkıyor. Edebiyat, işaretleri ( harfler= sayılar ) okuma, sembolleri çözme ve anlamlandırma, parça ve bütün arasında ilgi kurma, bunlara anlam yükleme gibi yönlerden matematik alanı ve diğer sayısal alanlarla benzeşirken; duygulara hitap etme, yaratıcı zekâ ile bir ürün ortaya koyma, hayal dünyasını zenginleştirme ve kullanma, analiz ve sentez yapma gibi yönleriyle de sayısal zekâyı bütünlüyor. Tabii ki, edebiyat sadece sayısal zekâmızı bütünlemiyor, dikkat ederseniz, diğer zekâ türlerini de aktif kullanmanın bir yolu olarak karşımıza çıkıyor. Bütün bunlara ilaveten, edebiyatın diğer sosyal bilimlerle, estetik ve sanatla olan sıkı bağlarının da gözden kaçırılmaması gerekiyor.
Hangi zekâ türünde baskın olursak olalım, bilinçli veya bilinçsiz sayısal bir alanı seçelim; edebiyatla uğraşmak, edebiyatı öğrenmek için çaba göstermek, bizim hem maddî hem de manevî zenginliğe kavuşmamız için gerekli olan anahtarlara sahip olmamız demektir. Edebiyat, bütün işlevleri ile bu imkânı insanoğluna sunmaktadır. Yani gerçek bir edebiyatçı hem sayıları, bağıntıları bilmek hem de harfleri, sembolleri, hayatın formüllerini anlamak ve hayatını bunlarla anlamlandırmak zorundadır. Söylediğimizi tersten okursak ( sayısal ifade ile; oluşturduğumuz “yazı formülü”nde içler dışlar çarpımı yaparsak) bir matematikçi ve fizikçinin sayılarla, formüllerle, hayal kurma ve yorumlama gücü ile arası çok iyi ise ana diline- dil bilgisi, okuma ve anlama- ve sosyal bilimlere de ilgisi yüksektir. Ülkemizde sayısal alanda kendini kanıtlamış insanlara baktığınızda onların dille, edebiyatla, tarihle, coğrafya ile, güzel sanatlarla yakından ilgilendiklerini görürsünüz. Hatta bazıları, akademik olarak yetiştikleri fen bilimleri kadar, ilgi duyup kendilerini yetiştirdikleri sosyal bilimlerde de otorite olacak düzeyde bilgiye sahiptir. Birçok iyi edebiyatçı fizik, matematik, astronomi, tıp gibi sayısal alanlardan da uzak değildir. Yılların ötesinden de olsa bir Fuzûlî’yi, hiç bu yönüyle değerlendirdiniz mi? Üstelik, ona hayatı anlamak yetmemiş, ölümden sonrasını da keşfe çıkmış!.

İnsanın çok yönlülüğü yaratılış sırrında gizlidir. Çünkü insan yarım değildir. Dünyayı, hayatı ve kendisini anlamak isteyen insan, HAYATIN TÜM ALANLARI İLE AZ YA DA ÇOK İLGİLİDİR. Sadece bir alanın varlığını veya gerekliliğini kabul etmek, insanın kendisinin yarım olduğu fikrinde ısrar etmesidir. Onun için dozu ne olursa olsun sayısal ve sözel zekânın yanı sıra, bütün zekâ türlerimizi kullanmak zorundayız. Kullanmamakta direnir de içimizdeki bazı potansiyellere set çekersek, bedenî ve ruhî sayısız rahatsızlıklara yakalanırız. Bugünün dünyasındaki insanlara şöyle bir bakın, hiçbir şeyden zevk alamamalarının sebepleri neler acaba? Konuya şu yönden de yaklaşılsa yanlış olmaz: Sayısal yönü kuvvetli olanlar maddeyi keşfeder. Bu keşif dünyalarını ve akıllarını zenginleştirir. Sözel yönleri kuvvetli olanlar, manevî dünyalarını, yüreklerini, düşünce ufuklarını zenginleştirirler. Her iki yönünü geliştirmek için uğraşanlar ise yukarıda sayılanlara ilaveten, hayallerini, kişiliklerini ve hepsinden önemlisi, hayatlarını zenginleştirirler.
Çocuklarımızın sayısal ya da sözel alanların birinde ön plana çıkması ya da yeteneği ve özgürlüğü ölçüsünde bu alanlardan birinde seçici olması normaldir. Ancak diğer alanlarda da yeterli bilgi ve beceriye sahip olmaları şarttır. Böylelikle donanımlı insan olabilirler. İnsanları donanımlı hale getirecek temel becerilerin hepsine ulaşabilmenin tek bir yolu vardır: Edebiyatın hayatla bağlantısının öğrenimi.

Gelin, sekiz zekâ türünü* edebiyatla yan yana getirelim: Edebiyatı hangisinden veya hangi zekâ türünü edebiyattan ayrı düşünebilirsiniz? “Edebiyattan anlamıyorum, edebiyatı sevmiyorum ve bilmiyorum” diyenler bile, bilinçsiz de olsa, edebiyatın bir yönüne ihtiyaç duyarlar. Şuursuz ve küçümser bir tavırla da olsa dilin ve edebiyatın imkânlarını kullanırlar. Düşündüğünüzde edebiyatın diğer alanlarla bağlantısını bulmanız hiç de zor olmayacaktır. Size birkaç örnekle yardım edebilirim:

“ Okuma- yazma- anlama- yorum yapma” ile “ konuşma ve dinleme”, bütün bilim dallarının giriş kapısıdır. “Düşünce, duygu ve hayallerdeki beyin fırtınası ile bütün bunlara bağlı estetik anlayışı” ise hangi bilim ve sanat dalına ilgisi olursa olsun veya hangi zekâ türünde baskın olursa olsun bütün insanların manevî hazinesidir. İnsanın toplumsal ve sosyal varlık olarak kendini ifade etmesinde hangi zekâ türüne daha fazla ihtiyacı söz konusu olabilir, sizce? Hangi alanı seçmiş olursa olsun, bir insanın baskın olduğu zekâsını ortaya koyabilmesinde Edebiyat alanının hangi faaliyetlerinden söz edilmez ki? Şunun farkına varmalıyız ki; insan olarak bilgiye, sanata, kültüre, düşünceyi geliştirmeye, kendini ifadeye, iletişime, yeni şeyler üretmeye, problemlerimizi çözmeye, mutluluk ve başarının yolunu bulmaya gerek duyuyorsak; edebiyat alanında yetişmek, gençlerimizi bu alanda yetiştirmek zorundayız. Çünkü, edebiyat hayatın ritmini yakalamaktır. Çünkü, EDEBİYAT HAYATTIR.
(* Sekiz etkinlik alanındaki Çoklu Zekâ Kuramına göre zekâ türleri şunlardır:Sözel-Dilsel, Mantıksal-Matematiksel, Görsel-Uzaysal, Müziksel-Ritmik, Bedensel-Kinestetik, Sosyal, İçsel, Doğacı.)

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..