Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '10

 
Kategori
Eğitim
 

Eğitim ve katsayı tartışmaları

Eğitim ve katsayı tartışmaları
 

Çağdaş, modern, akılcı bir toplum oluşturulmasının en önemli kriterlerinden bir eğitimdir. Ülkemiz eğitimi Cumhuriyetle birlikte oldukça mesafe almış, olumlu gelişmeler sağlanmıştır.

Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde, Tonguç Baba’nın önderliğinde açılan “Köy Enstitüleri”nin bu gelişimde payı oldukça önemlidir.

Ancak iş başına gelen iktidarların farklı “eğitim” politikaları sonucu eğitimde süreklilik olmamış ve eğitimimiz “yaz- boz” tahtasına dönüştürülmüştür.

Eğitim insan odaklıdır. İnsan ise geleceğimiz demektir. Bu nedenle eğitim günlük politikadan uzak tutulmalıdır.

Eğitimin iki asli unsuru Öğrenci ve Öğretmendir. Öğrencilerin iyi yetişmesi için yeterli olanaklara sahip okullara ihtiyaç vardır. Eğitilmesi için de günlük gailelerden uzak, yeterli maddi olanaklara kavuşturulmuş öğretmenlere (eğitimcilere) olan ihtiyaç yadsınamaz.

Ancak gelin görünki ülkemizde öğretmen açığı onbinlerle ifade ediliyor. Kadrolu, sözleşmeli, geçici sözleşmeli, tayini çıkmamış öğretmenlerimizi aylık ek ders ücreti olarak aldıkları para 350 lira civarındadır… Bozdur bozdur harca…

Atama bekleyen öğretmen adaylarının ise binlerle ifade edildiğini biliyoruz…

Bu koşullarda okullarda verilen eğitim yeterli midir?

Bu soruya Türk Eğitim-Sen’in Türkiye genelinde uyguladığı bir ankette çarpıcı sonuçlara ulaşılıyor.

Ankete katılanların yüzde 79.3’ü “Türkiye’deki eğitim sisteminin istenen başarıyı sağlayamadığını düşünüyor”.

“Eğitim sisteminde istenen başarının sağlandığını” ifade edenlerin oranı ise yüzde 3.7.

Ankete katılanlar sokaktaki vatandaş değil.

Bizzat eğitimin içinde olan insanlar. Yani eğitimciler.

Ankete katılanların yüzde 61.7’si İlköğretimde, yüzde 31.8’i Ortaöğretimde, yüzde 5.2 ‘si MEB’na bağlı diğer kurumlarda ve yüzde 1.3’ü de okulöncesi eğitim kurumlarında görev yapmaktalar.

Ayrıca ankete katılanların yüzde 63.8’i öğretmen, yüzde 33.1’i müdür ve müdür yardımcısı, yüzde 3.1’i ise memur ve hizmetli olduğu vurgulanıyor.

Şu tabloya bir bakarmısınız. Ülkemiz eğitimcilerinin öğrenci başarısından umutlarını kestikleri görülüyor.

Vatandaşın “özel dershanelere” oluk oluk para akıtmaları demek ki boşuna değil.

Vatandaş devletin okullarından umudunu kesmiş özel okul ya da dershanelerden medet umar konuma getirilmiş.

Yukarıdaki anket verileri sadece “madalyonun” bir yüzü.

Birde madalyonun görünmeyen yüzü var ki o da “öğrencilerin” ve “öğretmenlerin”, “öğrenci velilerinin” içinde bulundukları çaresizliktir.

İşte bu çaresizliğe yenik düşmemenin mücadelesi veriliyor.

Olanağı olan vatandaş çocuğunu “dershanelere” göndererek aslında devlet okullarında alınması gereken eğitimi almalarını sağlıyor. Evine bir ekmek götürme peşinde olan ve ne yapacağını şaşırmış “milyonlarca” yoksul ailenin çocuklarının ister istemez dershanelere gidememesine ne demeliyiz?

Bu durumda eğitimde “fırsat eşitliğinden” bahsedebilir miyiz?

Eğitim yılı yaklaşık 8 ay ya da yaklaşık 180 iş günüdür.

Bakınız her yıl okulların eğitim öğretime başladığı ilk hafta öğrenciler yoklamalar yapılmadığı için okula gitmemektedir. Ya da gitseler bile dersler henüz başlamamıştır. Derslerin başlaması için ikinci haftayı beklemek gerekecektir.

Etti mi bir hafta.

Ocak ayı ortalarında yarı yıl tatili yaklaşıp karne haftasına girildiğinde o hafta da yoklamalar her nedense alınmaz ve öğrenciler okula gitmez ve dersler kesilir.

Etti mi iki hafta.

Özellikle lisede çocuğu olan veliler bilirler. Şubat tatili (On beş tatil) bitiminde ki ilk haftada geçmiş yıllarda zayıf dersi olan öğrencilerin sınavları var bahanesi ile okula giden diğer öğrenciler ya sınıflara alınmazlar ya da sınav nedeni ile o öğrenciler “zorunlu” tatile çıkarılırlar.

Etti mi üç hafta.

Herkesin malumudur. Yaz gelip okulların kapanmasına bir hafta kala yine okulların açıldığı ilk haftada olduğu gibi öğrenciler okula gitmezler.

Etti mi dört hafta.

Bunun dışında Resmi tatilleri saymazsak öğrenciler okula devam edip eğitimin içinde bilfiil olmaları gerekirken yaklaşık bir ay(yada hafta sonu tatillerini çıkarırsak 20 gün) eğitimden uzak kalmaktadır.

Bu durumda başta da belirttiğimiz gibi yaklaşık 8 ay olan eğitim süreci fiilen 7 aya düşmüş olmuyor mu?

Ya da diğer bir deyişle 180 olması gereken iş günü sayısı 160 güne düşmüyor mu?

Zaten geçen yıl Üniversite sınavı sonucunda sıfır çeken 30 bin öğrencinin varlığı olan biteni özetleyici değil mi?

Aylardır üniversite sınavlarına girecek öğrencilere uygulanacak “katsayı” farkı ile uğraşanlar, bir türlü sorunu hallademeyenler, asıl “gündemde” olan sorunlarla uğraşacaklarına yok “meslek” liseli imiş, yok “imam-hatipli” imiş, yok “düz liseli” imiş ayrımı ile uğraşmaktalar.

Oysa ki YÖK’ün yıllardır uyguladığı ve” hukuken” geçerli olan katsayı düzenlemesinin varlığını bile bile öğrenciler “düz”, “meslek”, ya da “imam-hatip” liselerini tercih etmekteler.

Danıştayın katsayı ile ilgili verdiği karar “hukuka” uygunluk çerçevesinde verilen bir karardır.

Bu kararı Sayın Milli Eğitim bakanı” sorunlu”, Sayın Başbakan ise “ideolojik” bir karar olarak algılamışlardır.

Peki Danıştay’ın verdiği kararda yanlış olan nedir?

Danıştay kararını hukuka uygun olarak vermiştir. Elinde yeterli olanak varken neden sorunu mecliste bir yasa çıkararak halletmiyorsun da verilen kararı “ideolojik” karar olarak değerlendiriyorsun?

Danıştay açılan iptal davasının gerekçesine göre ve hukuk içerisinde karar vermiştir.

Hukukun verdiği kararı eleştirmek başkadır “ideolojik” ve “sorunlu” olarak değerlendirmek başkadır.

 
Toplam blog
: 40
: 792
Kayıt tarihi
: 16.02.09
 
 

1958 Gürün doğumluyum. Emekli öğretmenim. Ülkemin ve dünyanın gündemini oluşturan konularda yazılar ..