Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '16

 
Kategori
Eğitim
 

Eğitimin devlete bakan yönüne ilişkin değerlendirme…

Eğitimin devlete bakan yönüne ilişkin değerlendirme…
 

Eğitimin devlete bakan yönü, eğitimin bireye bakan yönü ve eğitimin topluma bakan yönleri vardır. Devlete bakan yönüyle eğitimin sistem olarak kurulması ve işletilmesi söz konusudur. Bu yönüyle eğitim yasal desteklerle, kamu gücünü kullanma yetkisini elinde bulunduran devlet aygıtının elinde bir araç olarak varlığını sürdürür. Devlet gücünün desteğinde eğitim faaliyetinin istenen amaca ulaşabilmesi resmi güç odaklarının veya devlet aygıtının etkin işletilmesine bağlıdır.

Ülkemizde devlet aygıtının etkin işlediğinden söz edilebilir mi? Bu soruya tam olarak ve gönül rahatlığıyla evet diyebilmek çok mümkün görünmüyor. Bunun delili, dayanağı, kanıtı denecek olursa ülkemizin gelişmişlik düzeyine ilişkin göstergeler, Avrupa Birliği’ne uyum sürecindeki gidişatımız, üyelik sürecindeki fasıllardaki mevcut seviyemiz bunun en somut örneği olarak gösterilebilir. Ülkemizdeki devlet aygıtı pek çok yönden sorunlu olarak işliyor. Bunun nedeni, sorumlusu üzerinde pek çok şeyler söylenebilir. Ancak bu işleyiş geliştirilmeden bir şeylerin değişmesi de zor görünüyor.

Toplumsal hayatın düzenlenmesinde devlet aygıtı kamu gücünü kullanma yetkisine sahip olması yönüyle en güçlü parça olmakla birlikte etkisinin gerektiği gibi olduğunu söylemek zor. Devlet aygıtındaki genel sorunlar -ki buna genel yönetim sorunları denmektedir- eğitim başta olmak üzere pek çok alanı etkilemektedir. Devlet aygıtının sorunları dolaylı da olsa toplumu ve bireyleri de ilgilendirmektedir. Yani devlet aygıtının sorunlarında bireylerin ve toplumun da payı mutlaka vardır.(Bazıları devlet dediğin kimdir ki, bizler, memurlar, işin başındakiler gerekeni yaparsak devletin de işleri düzgün gider demektedirler…) Ancak sistemin işleyişi itibariyle bakıldığında devlet-toplum-birey ilişkilerinde birinci sorumlu olarak toplum ve bireyi görmek haksızlık olacaktır. Devletin yapısı, genel işleyişi bu anlamda sorunların da temel kaynağı olarak görülmelidir. Devlet aygıtı bireylerden ve toplumdan bağımsız ele alınamaz denebilir. Devlet aygıtının işleyişi birey ve toplumun yaşayışına bağlı olmakla birlikte her ülkenin tarihi, kültürel, sosyal, siyasal geçmişi ile doğrudan ilgilidir.

Ülkemizdeki devlet aygıtının işleyiş geleneği çok eski geçmişe dayandığı söylense de bu eskilik, köklülük devlet aygıtının güçlülüğünün bir göstergesi olarak değerlendirilemez. En azından yaşanan sorunlara bakıldığında geçmişten gelen bu köklü geleneğin günümüzde olumlu bir şekilde yansıdığını görmek mümkün görünmemektedir. Tarihi süreç içinde hamasi değerlendirmeler bir tarafa devlet geleneğimizde önemli sorunlarla bu günlere geldiğimiz görülmektedir. Devlet geleneğimizde olumlu veya olumsuz birçok uygulama, teamül, alışkanlık, kural mevcuttur. Ülkelerin, ülkeleri oluşturan toplumların tarihleri zincirin halkaları misali birbirine bağlıdır. Bir dönemi öncekinden veya sonrasından soyutlayabilmek mümkün değildir. Bu yönüyle bugünkü uygulamalarımız Cumhuriyetin ilk yıllarına, Cumhuriyet Dönemi uygulamaları Meşrutiyete, Meşrutiyet Tanzimat’a, Tanzimat ise İmparatorluk dönemine bağlı ve ilişkilidir. Dolayısıyla geçmişten bu güne genel uygulamaları anlamadan devlet aygıtının sorunlarını da doğru olarak anlayamayız. Geçmişten bu güne devlet aygıtının işleyişi yukarıdan aşağıya doğru hiyerarşik bir yapıya yaslanmıştır. Geçmişte padişahın tartışmasız otoritesi bu gün merkezi düzeyde güç odaklarına aktarılmıştır. Üstten alta buyurmacı bir devlet aygıtı yaşayagelmiştir. Meşrutiyet, seçim, Cumhuriyet, Çok Partili hayata geçme gibi değişimler devlet aygıtının otoriterliğini silememiştir. Merkez veya merkeze bağlı birimler buyurma, emretme, yönetme, denetleme, sorgulama ve cezalandırma yetkisini hiçbir zaman alttakilere devretmek istememiş, alttakilerin yönetime katılma becerilerini, yeteneklerini geliştirme fırsat ve imkanını alttakilere tanımamıştır. Bu durum toplumu oluşturan bireylere ve gruplara sorumluluktan kaçma kültürü aşılamıştır. Devlet aygıtını elinde bulunduranlar imkanlarını, güçlerini kaybetme korkusuyla kıskanç davranınca alttan üste ses çıkarma, talepte bulunma, itiraz etme, sorgulama geleneği de oluşamamıştır. Devlet aygıtını elinde bulunduranlar çeşitli korkuları besleyerek alttan üste başkaldırı, sorgulama, talepte bulunma, şikayetlerini dile getirme geleneğinin körelmesine de yol açmışlardır. Parçalanma, bölünme korkusu, devletsiz kalma korkusu, başsız kalma korkusu ve daha birçok korkular sayılabilir.

Kültürel hayatın önemli bir elemanı olan din de bu süreçte aktif bir şekilde kullanılmıştır. Ulul-emre itaat, devletin başkanına başkaldırının suç, günah sayılması gibi birçok söylem bireyin ve toplumun aktivitesinin önünde hız kesici unsurlar olarak kullanılmıştır. Bu yönüyle tarihimize, din anlayışımıza yeniden bakmak gerekiyor.

Bu süreçte bireyi ve toplumu pasif kalmakla suçlamak doğru olmaz. Devlete rağmen üst yönetimi sorgulama, eleştirme, katılım talebinde bulunma geleneğinin oluşabilmesi gerçekten çok zordur. Ancak devlet aygıtını elinde bulunduranlar bireyin ve toplumun önündeki hız kesici engelleri kaldırmamaları veya kaldırılması için çalışma, düzenleme yapmamaları onlar açısından bir kusur, bir suçlama, eleştiri vesilesi olabilir. Çünkü bulundukları dönemde gücü, yetkiyi elinde bulunduranların bunu yapmaları, en azından sınırsız gücü sınırlayacak, toplumu oluşturan insanların sorgulama, talepte bulunma, görüş alışverişini almayı güçlendirecek, geliştirecek düzenlemeleri yapmak için çaba göstermeleri gerekirdi. İçinde bulunduğumuz çağdan bakarak geçmişi yargılamamak gerekir türü bir yaklaşımın haklılığını ile sürmek doğru olmaz. Aynı çağın içinde devlet aygıtını toplumun ve bireylerin yararına kullananlar varsa ve bunu kendi toplum ve bireyinden esirgememiş birileri varsa bunun tersini yapanları eleştirmek en doğal hak olacaktır. Dinde de bu tür uygulama ilkeleri varken bunların görmezden gelinmesi de dini yönden önderlik edenlerin eleştirilmesine vesile olabilir…Meşveret, şura, fikir alışverişi bulunma, peygamberin örnek uygulamaları vb. dinin en temel kaynağı olan kutsal kitapta açık bir hüküm olarak yerinde dururken dönemin yöneticilerinin bunu görmezden gelmesi veya en azından kendi isteklerine uygun görüş verecek kişilerle müşavere yaparak adeta hile-i şer’iye yoluna sapmaları bu konuda önemli eleştirileri hak etmektedir.

Devlet aygıtını bireyin ve toplumun yararına kullanmayanların bu yönüyle sorgulanması, yargılanması bu günün sorularını da çözmede katkı olması adına bir adım olarak atılmalıdır. Bunun için tarihi, kültürel, sosyal, dini değerlendirmelerin bir an önce yapılması gerekir.

Bu anlamda alan uzmanlarının bu konularda materyal, eser, veri hazırlamaları önemli bir ihtiyaçtır.

Devlet aygıtında var olan hastalıklarımızın başta geleni bireyi ve toplumu dikkate almayan merkeziyetçi bir yönetim yapısının kurulmasıdır. Yetkilerin tümü merkezde toplanınca kaynaklar da merkezde toplanmaktadır. Hak ve adalet ölçülerine birebir bağlı bir otorite varsa toplum ve birey rahat ediyor. Tersi olursa sorunlar aşağıya doğru büyüyerek iniyor. Güçlü merkez kendini sorgulatmıyor. Dolayısıyla sorgulanmayan yapılar ortaya çıkıyor. Sorgulanmaktan kaçmak isteyen herkes kendini merkeze bağlama yollarını arıyor. Geçmişte saraya yakın olanlar varken bugün siyasi, bürokratik bağlar kurarak aynı yapıyı yaşatanlar söz konusu. Bu durum topluma hizmet anlayışı yerine siyasi veya bürokratik bağlılık anlayışının güçlenmesine neden oluyor. Siyasi istikrar sorunları siyasi sürekliliğe engel olunca siyaset dışı bağların, grupların ilişkilerin gelişmesine neden oluyor. Maddi gücü olanlar rüşvet, hediye vb. araçları kullanırken hemşericilik, akrabalık, menfaat birliği, referans arama, yakınlık, tanıdıklık, ideolojik yakınlık gibi farklı araçlar da aynı şekilde kullanılıyor. Bu araçların yaygınlaşması devlet aygıtının hak ve adalet ilkelerine uygun olarak işleyişini felce uğratıyor.

Bu genel yönetim sorunları eğitimde de yaklaşık olarak aynı şekilde yaşanıyor. Sistem düzensiz işlediği için eğitime dair sorunlar bitmiyor.

Üst birimdekiler kendilerini devre dışı bırakacak düzenlemeleri yapmıyorlar. Düzenleme yapılırken sistemin sağlıklı işleyişi, sorunların çözümü veya toplumun yararından önce kendilerinin durumunun nasıl etkileneceği dikkate alınarak önce kendilerini garantiye alma endişesiyle işe başlayınca sistem her düzenleme sonrası yeni sorunlara gebe olarak doğuyor. Veya yeni gelenleri kendilerine uymayan sistemi kendilerine uyar hale getiriyorlar. Bu kısır döngünün içinden çıkabilmek ise mümkün olamıyor. Sisteme bütüncül bakış da olmadığı için sorunların farkına kimse varamıyor. Sürekli sivrisinekle uğraşan bir yapıya dönüşüyor. Aslında herkes sorunların çözümü için kafa yoruyor gibi görünürken aslında kimse sorunları çözmek istemiyor. Çünkü sorunlara çözüm bulmak sorun çözücüleri de gereksiz/işlevsiz/yetkisiz bırakabilir veya zaman yetmeyeceği/güç yetmeyeceği için/zorlanmamak, rahatını bozmamak için de girişimde bulunmuyor.

Genel yönetim sorunları eğitim sorunlarına, eğitim sorunları tekrar toplumsal sorunlara yol açarken bu kısır döngüden çıkmanın yolları üzerinde düşünmek, çaba göstermek, sorunlara çözüm üretmek gerekiyor. Bu ise sistemin sorunlarının teşhisinden geçiyor. Teşhis olmadan tedavinin mümkün olmayacağı açık olduğuna göre eğitimin devlete bakan yönü üzerinde daha fazla durmak gerekiyor ancak sadece devlete bakan yöne bakmak teşhisin sınırlı olmasını getirdiği gibi çözüme yönelik önerilerin de sınırlı olmasına neden olabilir. Eğitimin topluma ve bireye bakan yönü üzerinde durmaksızın sorunun kapsamlı bir tanımlaması yapılamaz. Sadece genel yönetim sorunları da eğitimin devlete bakan yönünü tanımlamakta yeterli olmayacaktır. Bu ise çok daha kapsamlı değerlendirmeleri gerektirmektedir.

Ali Hikmet DEMİR

ahdemir35@gmail.com

 
Toplam blog
: 147
: 1198
Kayıt tarihi
: 26.09.08
 
 

Öğretmen olarak başladığım meslek hayatıma yönetim ve denetim konusunda aldığım yeni eğitimler sonr..