Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '14

 
Kategori
Güncel
 

Ekonominin sürdürülemez büyümesi ya da yolun sonu, Kozlu, Soma, ya da Ermenek

Ekonominin sürdürülemez büyümesi ya da yolun sonu, Kozlu, Soma, ya da Ermenek
 

Başlık pek açıklayıcı olmasa da maksadı özetliyor.  Klasik ekonomik paradigmaya göre, bir ülke nüfusunun gereksinimlerin karşılanması ve yatırım yapılarak bu faaliyetin devamlı olabilmesi için ülke içinde gerçekleştirilen toplam üretimin sürekli artması bir zorunluluktur. En basitinden, bir önceki dönemde (örneğin yıl) bir işte çalışarak geçimini sağlayanların üzerine yeni iş arayanların eklendiği izleyen dönemde bu insanların çalışma talebinin karşılanabilmesi yeni iş sahalarının açılmasına, bu da ülke içinden ya da dışından yeni harcamalarla bu iş sahalarındaki üretilen mal ve hizmetlerin talep edilmesine bağlıdır.

Oysa üretim miktarının bir dönemden (örneğin yıl) diğerine ne kadar artış göstermesi gerektiği ülke nüfusunun ve giderek dünyadaki tüm insanlarına gereksinimlerinin düzeyi ile ilgilidir. Basite indirgeme adına bir an için bireylerin (tüm ekonomik birimleri temsil edecek biçimde) içinde bulundukları ekonomik koşullardan bağımsız olarak bir önceki döneme göre gereksinimleri artmadan yaşamaya devam ettiklerini düşünelim. Hiç kimsenin mevcut harcama düzeyinin ötesine geçmemesi durumu. Yani bir önceki dönemde açılandan daha fazla sayıda hastane, okul, fabrika yapılmayacak, kimse geçen dönemde aldığından daha pahalı bir cep telefonu almayacak, evine ya da arabasına geçen dönemde yaptığından daha fazla masraf yapmayacak. İlk bakışta bir duraksamaya yol açsa da pek fazla korkutucu gelmiyor insana değil mi? Örneğin bir kişinin geçen sene ne harcadıysa aynı tutarda harcama yapması bunun üzerine çıkmaması üstesinde gelinemeyecek bir durum değil gibi. Ama daha gelecekte iyi bir evde yaşama, daha ileri model bir araba, cep telefonu kullanma, görünüşte kendimiz diğerlerinden farklı kılacak her ne gerekiyorsa elde etme hayalinden mahrum kalmak. Düşüncesi bile korkunç değil mi? Verili düzende, ihtiyaçlar piramidinin yükseklerindeki tatmin düzeylerine erişmenin “insanca” yolları örneğin sahip olduklarını yenilemek yerine tamir etmeye çalışmayı ya da insanların toplumdaki yerini şiir, öykü, roman yazma, okuma, bir müzik enstrümanı çalabilme düzeylerine ya da doğrudan kendi elleriyle ürettiklerine ya da bilime katkısına göre ya da (bir dostun yaşam felsefesi olan) çevrelerine, başkalarına en az zarar vermeye özen göstermelerine göre değerlendirmek makbul değilse sorunun yanıtı “evet” olacaktır.        

Diğer taraftan bu durum, mevcut ekonomik paradigma açısından dünya ekonomisi için bir felaketle eş anlamlıdır. Nedeni basit. Tüm diğer faktörleri (üretim stokları, nüfus artışı, v.s.) bir tarafa bırakırsak bu durum, insanlar ve ülkeler arasında mevcut korkunç eşitsizliğin tolere edilmesini giderek olanaksız hale getirecek ve düzenin verili ahlak anlayışına uygun olarak maddi açıdan görece daha iyi olanların durumuna karşı çok daha şiddetli itirazlara ve önü alınamaz çatışmalara yol açacaktır. Egemenler açısından bundan daha büyük felaket olamaz. Öyle ki, gerekirse savaşlar, toplu katliamlar bu felaketi önlemek adına ve yeni gereksinimler ortaya çıkarma adına göze alınabilir. Sürecin bu noktaya varmasını önlemek için de “orta gelir tuzağı”ndan kurtulma, “sürdürülebilir büyüme”, “insan odaklı kalkınma”, “sosyal sorumluluk” vb, türden yeni kavramlar dayatılır. Sonuç olarak hakim düzende kâr odaklı “ekonomik büyüme” kutsaldır. Marx’a göre de son tahlilde düzenin kendi sonunu hazırlayan sebeptir.     

Çok iyi bilinmesi gerekiyor, bu çarkı döndüren piramidin en tepesinde çok varlıklı ekonomik birimler (devlet, şirket, birey, v.s.) bulunuyorsa, en altında da Kozlu’da, Soma’da, Ermenek’te ya dünyanın her hangi bir yöresinde sömürüye, aç karnına çalışmaya zorlanan insanlar ve aileleri bulunuyor. (Soma sonrası değerlendirme için bkz. http://blog.radikal.com.tr/somada-facia/soma-katliaminin-sorumlusu-kimler-60447 ) Türkiye açısından bu durum ister fahiş kâr azgını patronların yasaları çiğnemesi ister denetim zafiyeti ve devletin bir kusuru olarak görülsün mevcut kaynaklarla elde edilecek büyümenin eskisi gibi yüksek ölçüde sürdürülemeyeceğinin bir göstergesidir. Klasik ekonominin “azalan verim” yasası çalışmakta, kâr oranları sıkışmakta, emeğin üzerindeki baskı artmakta, yeni tabirle Türkiye “orta gelir tuzağı”na düşmüş bir ülke olarak nitelenirken, çıkış için başını duvarlara çarpma noktasına gelmiş görünmektedir. Bu argümanın karşısına sürdürülebilir büyüme, insan odaklı kalkınma, sosyal sorumluluk makyajlarını koymaya çalışmak vicdanları yıkarken suyu bulandırmaktan öte bir işe yaramayacak, sorunun kaynağının üzerini örtmeye yarayacaktır. Televizyonlarımızın başında bu köle düzeninin kurbanları olan insanları izlerken, hakim ekonomik-sosyal düzenin çarkının ana dişlilerinden birisini oluşturan devletin temsilcilerinin tepeden aşağıya, çaresiz ve fakat günah keçisi yaratmaya dönük açıklamaları ne denli içi boş ve anlamsız ise, her birimizin bu çarkın irili ufaklı birer dişlisi olduğumuzun farkında olarak ya da olmadan bu türden sonuçların sorumluluğundan azade olduğumuzu varsaymamız da o kadar komik ve zavallıcadır. Göz yumulduğu ölçüde de yitirilen özgür bir geleceğe dair umutlar olacaktır.    

 
Toplam blog
: 129
: 1104
Kayıt tarihi
: 12.06.06
 
 

Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F mezunuyum. Yüksek Lisans diplomalarımı G.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nd..