Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '15

 
Kategori
Öykü
 

Eller...

Eller...
 

 "Eller, türlü türlü... Yaşamaktan"

 Ziya Osman Saba

 Zamanın en çok biriktiği yerlerden birisi de elleri insanın galiba. Önceleri tek tük beliren kahverengi küçük benekleri umursamazdan geldi. Ellerinin üzerindeki derinin gün geçtikce daha bir esnekliğini yitirmesini, buruşuk bir parşomen gibi geçmişe kurumasını da. Sonra giderek çoğaldı kahverengi benekler. Şimdiye kadar varlığını pek belli etmeyen el üzerindeki toplardamar ağlarının maviye duran yorgunluğu da.

 Sabahları bahçede otları yolmak, çiçekleri sulamak, gülleri budamak sırasında oluşan küçük sıyrıklar daha uzun süre kalır, daha geç iyileşir gibisine geldi. Güneş yanığı el derisinde kahverengi beneklerin hafiften kayboluşu, bu sefer ellerindeki normalde pek belli olmayan kılları beyaz bir gerçeklikte ortaya çıkarıyordu. Nasırsız elleri yıllar boyu insanın acısına, içine, hastalık karşısında çaresizliğine dokunmaktan, görünmez ağır nasırlar taşıyordu oysa.

-Daldın yine, kahven soğuyacak. Hem farkında mısın ellerin hafiften titremeye başladı senin.

-Yaşlılıktan olmalı...

 Narkozdaki hastanın karın bölgesini tentürdiyotla genişliğine boyadı. Steril kompreslerle ameliyat bölgesini açıkta bırakacak şekilde örttü. İçinden her şeyin yolunda gitmesini dileyerek eldivenli titremeyen elini uzattı.

- Bisturi...

Bisturi son kaburgaların açılanarak birleştiği yerin hemen altından göbek deliğinin üstüne uzanan kararlı, kanlı, kesin bir çizgi çekti. Az sonra elleri hastanın içinin sıcaklığında, yaşama daldı.

 Eski kışlar daha mı sert geçiyordu ne. Sabah kalktıklarında evin mutfağında testideki suyun donmuş olduğunu görmek hiç de şaşırtıcı gelmiyordu. Soğuktan olmalı, çok üşürdü o zamanlar elleri. Devamlı elleri ceplerinde tutardı okul yolunu. Soğuktan oluşmuş derin kanamalı çatlaklar ve sanki el yıkamaktan kaçınma kanısı uyandıran kirli siyah görüntüler oluşturan, ne yapılsa önlenemeyen deri kalınlaşmaları utandırırdı çok onu. Sonraları zamanla kendiliğinden geçtiler. Pencereden, yere düşmeden havada eriyen sulu sepken kar yağışına dalmıştı.

 Tam yatmaya hazırlanırken şiddetli bir sarsıntıyla kendilerini sokağa zor attılar. Sarsıntılar aralıklarla bütün gece sürdü. Arabada geçirdiler karanlığı, sabah güneş doğduğunda korkarak anca evlerine girebildi bütün şehir. Uzakta olmalarına rağmen Gediz'i yıkan depremi tüm ağırlığı ile yaşamışlardı. Ertesi gün hastane nöbetine girmek üzere yalnız döndü. İki gün sonra geldiler. Üç aylık kız çocuğu üşütmüştü o gece. Sesi zor çıkıyor, gözleri sönüklenmiş, içine kaçmış gibisine geldi. Ateşler içinde yanıyordu. Kucakladı; bir dünya yıkıldı içinde paldır küldür. Elleri yandı...

 O sene lüfer o kadar bol çıkıyordu ki. İskelenin ucundan yaprak istavrit takılmış zokalı oltayı attığı yerde suyun derinliği en fazla beş metre gibi olmalıydı. Bu derinlikte ve kıyıdan zokalı lüfer tutmak pek usulden değildi. Ama balık o kadar çoktu ki, daha misinanın boşunu almaya fırsat bulmadan bir tanesi yakalanmış bile oluyordu lüferin. Sonra amansız bir mücadeleye giren efe balığın savaşımı. Lüfer tutmaktan parmakları misina kesiği doluydu. Balık ve deniz kokuyordu elleri.

 Bir doğu kentindeydiler; hava değişimine yolladığı her asker dönüşünde analarının ördüğü bir çift yün çorap veya eldivenle döner olmuştu.

-Bunları anam size ördü komutanım. Oraları soğukltur, götür bunları doktoruna diye tembihledi.

 Ne çok yün çorabı ve eldiveni olmuştu. Öğrendi; elleri asıl üşütenin sevgisizlik olduğunu. Artık hiç üşümüyordu elleri. Ne zaman sabahları okul yolunda üşüyen bir çocuk görse, anca o zaman üşüyordu elleri.

 Mezar çukurunun başında birikmiş üzgün ve suskun kalabalığın ağırlığı, havanın kurşuni ağırlığını daha bir çoğaltıyordu sanki. Sonbahar hüzünler ve acılar taşıyarak gelmiş, ağaç yapraklarının sarısında dökülmeye durmuştu. Kefene sarılı ölüyü yerine koyunca, dondu elleri. Sonra günler boyu koyacak yer bulamadı ellerini.

-Biliyor musun, gözler aynasıdır derler ya, bence asıl elleridir aynası insanın. İyisiyle, kötüsüyle tüm yaptıklarının ortağı, sırdaşıdırlar. Sır vermezler bir iki ufak tefek ipucu dışında. Eller geçmekte olan bir ömrün sessiz tanıklarıdırlar; derinleşen yüz ve alın çizgilerinin ortağı.

-Farkında mısın, yazın da değişti son zamanlar, bozuldu sanki biraz.

-Boş ver; zaten değişmeyen ne kaldı ki? Gerginliktendir, yok yok, ne gerginliği olacak, ağzımdan kaçtı. Yaşlılıktandır, yaşlılıktan...

 Bıraktı kalemi, bir sigara yaktı; bakmadı ellerine. Onun en çok ellerini severdi. Bir şarkı takıldı aklına, "Yad eller aldı beni"

 Kalktı, denize doğru yürüdü...

Akın Yazıcı

5Temmuz2015/Erdek

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..