Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mart '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Emanet yurdumuzdu arsalar

Emanet yurdumuzdu arsalar
 

Eskiden arsalar vardı her mahallede. Kentler yeni yeni büyüyordu. Köylü yığınları şehirlere akın ediyor, şehir de onları kenarlarına doğru itip orada yeni köyler kurmalarına izin veriyordu ancak. Sokakları çamur, evleri derme çatma, çeşmeleri susuz, kanalizasyonları açıkta yeni köyler... Bir emlakçının el yordamıyla parselleyip biçim verdiği mahalleler. Onlardan birinde büyüdüm ben. Yaşam zordu oralarda ama zaten başka bir yaşam da tanımamıştık. Sonraları o güçlüklerin içinden kırılgan mutluluklar çıkarmayı becerdik. Eğreti duvarlarımızı kireç beyazına, avuç içi bahçelerimizi gül kırmızısına boyadık.

Park yoktu mahallelerimizde. Ama arsalar vardı bol bol. Hemen her evin kıyısında, bir gün üstüne yeni bir gecekondu yapılmasını bekleyen boş bir alan. Nişanlı bir genç kız gibi, geçici; olduğu yerde emaneten duran. Oralar, biz çocukların yönetiği bir ülkeydi adeta. Hükümranı bizdik, kanunlarını biz yazar, parlamentolarını biz seçer, biz yönetirdik. Hem yurttaşı, hem de diplomatik misyonuyduk o boşlukların. Aynı zamanda askeri, çöpçüsü, sporcusu ve sanatçısıydık. Yeteneklerimizi, liderlik vasıflarımızı ilk orada sınardık.

En anlamlı boşluktu. Ki, boşluğun değerini ancak arsalarda yetişen çocuklar bilir. Küçük ellerimizle, çocuk aklımızla bin bir değişik biçim verdiğimiz ama hep boşluk olarak kalan bir yerdi. Bedavadan yanıbaşımızda bulduğumuz bir oyun hamuru. Nasıl kullanacağımızı iyi bilirdik orayı. Dakikalar içinde istersek bir futbol sahasına, ondan bir tiyatro sahnesine, ondan bir film setine, ondan da boks ringine ya da savaş alanına çevirebilirdik. Arada bazı akşamlar bir düğün şenliğine emanet ederdik ülkemizi, bazı günler bir cenaze mateminin misafirlerine..

Bir parkın büyükler tarafından belirlenmiş sıkı kuralları yoktu orda. Kırılacak eşyası, dökülecek boyası da. Komşuların kırılacak camlarına dikkat etmemiz yeterliydi. Bir de gece vardiyasında çalışıp gündüz uyuyanları rahatsız etmemek içini aşırı gürültü yapmamaya.

Öteki mahallenin çocuklarından gözümüz gibi sakınırdık emanet yurdumuzu. Çocuk dişlerimizin kırılması, burunlarımızın ikide bir kanaması pahasına savunurduk. Kalemizdi oralar bizim. Kavgacı çocuklardık. Surlarını biz örerdik yumruklarımızla. Her birimiz oranın hem ahalisi hem padişahıydık. Bayrağımız yamalı gömleklerimizdi; milli marşımız o yıl en popüler şarkı hangisiyse o.

Oyuncaklarımız az ama oyunlarımız çoktu. Kimin icat ettiğini, kurallarını kimin koyduğunu kimse bilmezdi. Futbolda üç penaltı bir korner sayılırdı mesela. Takımlar orada oluşturulurdu. Lider vasıflı iki iyi oyuncu karşı karşıya gelir sırayla kendi takımlarına almak istediklerini seçerdi.

Minyatür bir ülkeydi arsalar. Bizim de sınıflarımız vardı. Zenginlerimiz, orta hallilerimiz, yoksullarımız. Orada da zenginlerimizin burnu havada olur, orta hallilerimiz bazen zengine bazen yoksula yanaşır, yoksullarımızın boynu hep bükük kalırdı. Ama paylaşmayı da bilirdik. Elimize tutuşturulan salçalı ekmekleri, ya da peynirli sandviçleri arkadaşımızla teklifsiz bölüşmeyi severdik çoğunlukla.

Gerçek hayattaki kadın erkek eşitsizliği orada da geçerliydi. Zaten vahşi savaşçılar, kanlı korsanlardık. Aramıza kızları almazdık kolay kolay. Onlar ancak bizim yokluğumuzda adım atabilirlerdi oraya. Ama kenarda seyirci olabilirler, ya da küçücük bir köşesinde sek sek oynayabilirlerdi.

Sonsuza akan bir ırmaktan kesilip alınmış çocuksu bir zaman kesitiydi o yıllar. Yazlık sinema yılları. Nedense her mevsimi yazmış gibi hatırlıyorum şimdi. Ebedi bir yurt gibiydi o arsalar. Ama yaşımızın da orada bulunuşumuzun da geçici olduğunu hissederdik bir yandan. Bu dünya gibi. Sahip olduğumuzu sanırdık ama aslında misafir olduğumuzu hatırlatırlardı bir gün aniden. Hiç tanımadığımız adamların gelip ellerindeki planlarla, krokilerle yurdumuzun bir yerlerini ölçüp biçeceğini, köşelerine demir kazıklar çakacağını, ertesi günlerdeki bir sabah da bağrına kazılan temel çukurlarıyla elimizden sessizce kayıp gideceğini bilirdik. Ama zaten biz çocuklar göçebe bir kavimdik yanı sıra. Temel kazan işçiler gelince hayali çadırlarımızı söküp başka bir yurt arardık hemen. Çok zorlanmadan bulurduk da. Bitişik nizamda beton kuleler şimdiki gibi doldurmamıştı her yeri.

Bize ait bir kara parçasıydı arsalar. Biz ki, o toz ve çamur okyanuslarının küçük korsanlarıydık. Ama yenildik nizami ordulara; tapulara yenildik. Kaçarken bir sandığa doldurup apar topar gömdük o arsalara çocukluğumuzun güneşli günlerini. Her evin altında define sandıklarımız gömülü. Bir gün bulunur mu acep?

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..