Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Nisan '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Emek Sineması Anılarda Kalmasın!

Emek Sineması Anılarda Kalmasın!
 

Öğrenciydim daha. Bir yandan 3. sınıfta okurken bir yandan da okulda, Marmara İletişim Haber Ajansı’nda muhabir olarak çalışıyordum. Bir gün hocalarımızdan biri, özel bir kanalın 17. Uluslararası İstanbul Film Festivali’ni dışardan takip edecek bir muhabire ihtiyacı olduğunu söyledi. Ve kendilerine beni önerdiğini, eğer kabul edersem hemen başlamam gerektiğini ekledi. Elbetteki hiç düşünmeden kabul ettim bu teklifi.

Elimde basın kartım dersleri bile ekip, bütün zamanımı festivale göre ayarlayıp, günde 3-4 filme gittiğimi hatırlıyorum. Fazla film seyretmekten beynim dönmüş bir şekilde kendimi bir sinemadan diğerine atmalar, matineleri kaçırmamak için zamanla yarışmalar, bulduğum boşluklara denk getirdiğim röportajlar, film aralarında yetiştirmeye çalıştığım haberler...İşte bu bol filmli, haberli, hareketli dönemde en çok Emek Sineması’nda geçmişti günlerim. Emek Sineması bu festivalin evsahibi sayılırdı ne de olsa. Ve ben de oranın bir konuğu olmaktan çok ama çok keyifliydim. Tüm bunların üzerine ilk defa televizyonda özel bir kanalın haberlerinde, muhabir olarak adımın geçmesi ve kanalın yaptığım haberleri çok beğenmesi de cabası...

O sene “Yaşam Boyu Başarı Ödülü”nü Francesco Rossi ile birlikte alan Istvan Zsabo’nun filmiyle açılmıştı festival. Ve ben de Emek Sineması’nda, en önde yerimi almıştım hemen. O seneye dair hatırladıklarım arasında Zeki Demirkubuz’un Masumiyet’le Ulusal Yarışma Bölümü’nde N.F. Eczacıbaşı Vakfı Yılın En İyi Türk Filmi ve Ferzan Özpetek’in Hamam filmiyle En İyi Yönetmen Ödülü’nü almış olması var. Nuri Bilge Ceylan ise 3 ödülle damgasını vurmuştu festivale; Kasaba filmiyle Jüri Özel Ödülü, Fipresci Ödülleri Ulusal Yarışma/Onat Kutlar Ödülü ve Efes Pilsen En İyi Yönetmen Ödülü. Uluslararası Yarışma Bölümü’nde Altın Lale Ödülü ise İran’a; Jafar Panahi’nin Ayna filmine gitmişti. Sinema Onur Ödülleri’nin verildiği isimlerse; yönetmen Bertrand Blier, oyuncu Muhterem Nur, yönetmen Faruk Kenç ve görüntü yönetmeni İlhan Arakan olmuştu.

Bu geçmiş yolculuğunda en sık gittiğim duraklardan biriydi Emek Sineması. Ki sonrasında da 1958 yılında Emekli Sandığı’nın mülkiyetine geçerek almış olduğu adından mı, tarihi ve kültürel bir miras şeklinde taşıdığı yapısından mı, insanın kendisini bir filmin içindeymişcesine hissettiği atmosferinden mi, o koca salonun her yerine sinmiş anılardan mı bilinmez, her zaman için de özel ve önemli kaldı benim için. Ta ki kapanana kadar. Üstelik neredeyse adıyla özdeşleşmiş olan 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin açılışını bile yapamadan, bu festivale kapılarını bir kez olsun açamadan...

Evet Emek Sineması bir süredir kapalı. Emek Sineması filmsiz, Emek Sineması seyircisiz, Emek Sineması sessiz, Emek Sineması sahipsiz kaldı. “Yenilenme” adı altında yıkılacağına ve yerine üst katında sinema salonu da içeren bir alışveriş merkezi yapılacağına dair söylemler var. Binanın şimdiye kadar pek çok alışveriş merkezi yapmış olan bir şirkete kiralanmış olması ve şirketin bu konuda kamuoyuna hala net bir açıklama yapmaması da bu olasılığı güçlendiriyor.

Düşünüyorum da; 1924’ten beri var Emek Sineması. Neredeyse Cumhuriyet’le yaşıt olan bir sinema burası. Yeşilçam Sokağı’nın tarihi dokusuyla olmazsa olmazı. Beyoğlu’nun vazgeçilmez adı, tadı. Şimdi ona, hele böylesi bir zamanda sessiz kalmak, boş olmak hiç yakışmıyor. 2010 Kültür Başkenti olan İstanbul’a yeni yeni salonlar, sinemalar eklenmesi gerekirken var olanları kapatmanın, bu duruma sessiz kalmanın, Emek’imize sahip çıkmamanın bize yakışmadığı gibi...

Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi ve bir imza için lütfen http://www.emeksinemasiniyasatalim.org/

 
Toplam blog
: 246
: 980
Kayıt tarihi
: 27.01.07
 
 

30’ lu yaşların ağırlığında geçiyor artık yaşam ama teğet geçerek, ama kurcalayıp didikleyerek...İst..