Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '09

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Eminönü Kimlere Emanet

Hafta sonu Eminönü'de nostalji yapalım istedik. Eş dost o tarihi mekanda bulunmanın keyfini sürmeyi umarak buluştuk. Aklınızda olsun, birini bekleyecekseniz sakın Eminönü'de randevu vermeyin. Ya da tinercilere karşı ciddi donanımınız varsa, o kadar babayiğitseniz yani, Eminönü'de bekleyebilirsiniz dostlarınızı. Tineri avuçlarında göstere göstere koklayarak önüne gelen yayalara sataşan, "Ya paranı, ya canını" bakışlarıyla insanın içini titreten tinerci kardeşlerimiz.. Ve "Bu benim görevim değil" plağını döndürüp duran resmi elbiseli görevlilerimiz.. Bizim vergilerimizle maaş alan, ancak bu kamusal soruna dair kendilerinden yardım istendiğinde "155'i arayın, asayişteki arkadaşlara söyleyin" gibi yönlendirmelerle işin içinden "sıyrılan" "görevli" kardeşlerimiz..Yani Eminönü'de ne belediye görevlilerinden, ne de trafik polislerinden tinercilere dair bir yardım talebinde bulunamadık. Bulunduksa da nasihat aldık. Çünkü bu onların "görevi" değil. Dolayısıyla onların burunlarının dibinde tinerci tacizine uğrasanız da "asayişten olan" bir polise ulaşmanız gerekiyor. Arkadaşlar telsizlerini bu amaçla kullanamazlar. Tabi ki böyle bir yardım talebini alıp vatandaşın imdadına koşan ya da asayişteki görevlilere bizzat durumu ileten, sorumluluk sahibi görevlileri ayrı tutuyorum. Polisimizin genelde ne kadar özverili çalıştığını ve kimseye de yaranamadığını da vurgulamak lazım.

Neyse efendim, tinercilerin elinden kurtulup tarihi Mısır Çarşısı'nı gezelim dedik. O masum hayvanların kafeslere tıkıştırılmış halleri içimizi sızlattı. Parmaklıkların ardında sağdan sola dönemeyen o kanatlı güzeller boyunlarını bükmüş, kaderlerine razı, mahsun, umutsuz.. Güvercinden kedi köpeğe, tavus kuşundan yılana her türlü mahlukat orada. Acıklı bir Eminönü manzarası daha.

Sonra bir yorgunluk çayı içelim, hem de biraz tavla oynayalım diye avludaki çay bahçelerine yöneldik. O da ne? Ben hayatımda bu kadar asık suratlı, bu kadar saygısız garsonlar görmedim. O koca gövdeleriyle insanların önünü kesip kendi masalarına oturmalarını kollarıyla işaret ediyorlar. Eğer başka bir çay bahçesine yönelirseniz vay halinize. Garsonlardan biri arkasından koşup o bet sesiyle "Bu tarafa oturacaksınız beyfendi" diyerek müşteriyi geri döndürüp kendi gösterdiği masaya oturttu. Şaşırıp kaldım. Halbuki o çay bahçelerinin az ötesindeki bir dükkanda "güleryüzlü değilsen esnaf olma" yazısına ilişmişti gözüm. Ama Eminönü'de yazılanlarla yapılanlar çok farklıymış. Gidin görün.

Güç bela bir masaya oturduk. Tavlamızı aldık. Tam keyifle oynamaya başlamıştık ki çay diye getirdiği o çamurlu su benzeri sıvıları kocaman fincanlara doldurmuş, kirli sakallı, tırnakları simsiyah, dişlerinin arasında yemek artığı olan bir garson(!) tepemizde bitti. "Biz büyük çay istemedik" diyecek olduk. "Abicim sipariş vermeden önce küçük çay istediğinizi neden söylemiyorsunuz? Küçük bardaklarımız da kirli zaten." gibi bir salak muamelesiyle karşılaştık. Beti benzi atmış bir şekilde oradan kalkıp öbür taraftaki bir çay bahçesine gittik. Buradaki garsonun eli ayağı biraz daha düzgündü. Tavla oynayacağımızı söyleyince bizi "teras" dedikleri izbe bir yere çıkarttılar. Yukarıdaki izbandut gibi, yağlı gömlekli, pis kokan garson(!);_ "Tavla oynayacaksanız bekleyeceksiniz. Çünkü bir tek tavlamız var." dedi. Evet yanlış duymadınız. Koskoca iki katlı işletmede sadece bir tavla vardı. Sadece bir! Bunun üzerine ben Atatürk'ün bir sözünü hatırlatma gafletinde bulundum;_"Bu millete bir tek hizmet etmesini öğretemedim." Dememle beraber izbandut garson(!) açtı ağzını yumdu gözünü;_" Hizmet etmeyi sizden öğrenecek değiliz. Geri zekalı salaklar!" Biz aşağı inerken hala küfür ediyordu. Sen misin Eminönü'de nostalji yapmaya kalkan? Al bakalım.

Oradan Sirkeci'de sokak arasında birşeyler içelim dedik. Hasbelkader işletme sahibi tanıdık çıktı. Sohbet arasında;_"Abi ben Avusturalya'ya gittikten sonra buralarda hayvan gibi yaşadığımızı anladım." diye dert yanıyordu. Ama işin acı tarafı o bunları söylerken kendi garsonlarından biri kaçırdığı bir müşterinin arkasından bacağını iki eliyle tutup kaldırarak o malum hareketi yapıyordu. Hem de gözlerimizin önünde. Utanıp sıkılmadan. Eminim turistler "ne hoş bir Türk usulü uğurlama" diye düşünmüşlerdir.

Son olarak Eminönü'ne gelmişken balık ekmek yemeden gitmeyelim dedik. Hep beraber iskelenin kenarındaki taburelere ilişip küçük masamızda balıklarımızı yedik. Bittiğinde garsonlardan peçete istediğimizde ne oldu biliyor musunuz? Orada masa masa dolaşan ıslak peçete satan çocukları bize yönlendirdiler. "Kardeşim biz ıslak peçete satın almak istemiyoruz. Balık ekmeğinizi yedik. Fiş miş de vermediniz. Bari birer peçete verin de ağzımızı, elimizi silelim." dediğimizde aldığımız cevap Eminönü'ne hiç yakışmadı doğrusu;_"Abi peçete yok." Var mı böyle bir kara mizah başka yerde?

Eminönü nostaljisi bizim için "Eminönü Kabusu" oldu anlayacağınız. Oraya milyonlarca turist geliyor, ailem geliyor, annem, kız kardeşim geliyor. Yakışıyor mu Eminönü'ne müşteri masaya oturmadı diye arkasından ayıp hareketler yapılması? Tinerci tacizine karşı vatandaşa el uzatmamak hangi vicdana sığar? Size Yeni Cami'nin avlusunda dekor olun diye mi maaş veriyor devlet? Hangi kitapta yazıyor müşteriyi azarlamak, hele hele küfür etmek? Sonra da yurtdışına gittiğinde "Abi biz burada hayvan gibi yaşıyormuşuz meğer" diye hayıflanacaksın. Gel de sinirlenme. Eminönü kimlere emanet!

 
Toplam blog
: 68
: 644
Kayıt tarihi
: 17.11.08
 
 

1964 İstanbul doğumluyum. Bekarım. Çocuk hastalıkları uzmanıyım. Halkla İlişkiler ön lisans ve İk..